30 Ağustos 2008 Cumartesi

Büyük Taarruz

''Efendiler, ben söz verdiğim tarihte oradaydım,
ama onlar yoktular.''



Büyük Taarruz


Seksen alti yıl önce bugün,
Türkiye tarihinin en kritik saatleri yaşanıyordu.

Büyük Taarruz için tüm hazırlıklar tamamlanmış, emirler verilmiş, nefesler tutulmuştu.
''Ateş'' emri için geriye sayım başlamıştı.

O emir de 26 Ağustos sabaha karşı verilecekti.

Büyük Taarruz ve Başkomutanlık Meydan Savaşı,
bugünkü Türkiye'nin temelidir.


Tarihte bu kadar özverili,
bu kadar akıllıca kazanılmış bir zafer daha var mıdır,
bilmiyorum.

Bu zafer, sadece düşmanın denize dökülmesi olayı değildir.

Bu zaferle Türk milletini Anadolu'dan atma,
o da olmazsa Sakarya'nın doğusuna hapsetme planları
suya düşürüldü.

Emperyalist güçlerin tüm şeytanlıkları bu zaferle önlendi.

Öyle ki,
muzaffer Türk orduları
işgalci Yunan güçlerini önüne katıp Ege'ye doğru kovalarken bile
İngilizi, Fransızı devreye girip
ateşkes sağlamaya çalıştılar.

Hiç olmazsa Ege'nin bir bölümünü,
o da olmazsa İzmir ve çevresini
Yunanlıların elinde tutma gayretine giriştiler.

Ama karşılarındaki adam farklı bir adamdı.

Mustafa Kemal ,
müttefiklerin görüşme taleplerine hemen cevap verdi:

''Neden olmasın,
9 Eylül günü Nif'te (Kemalpaşa'da) bekliyorum.''

Orası hâlâ Yunan işgali altındaydı ve

Mustafa Kemal kurtaracağından emin olduğu
Kemalpaşa'da İngiliz ve Fransızlara randevu veriyordu.

Şeytani hesaplarla dalga geçen şu sözleri daha sonra söyleyecekti:

''Efendiler,
ben söz verdiğim tarihte oradaydım,
ama onlar yoktular.''

Orada olamazlardı,
çünkü Türk orduları,
Başkomutan'ın emrini yerine getirmişler ve
İzmir rıhtımına varmışlardı.

''Uyanıklar'' sadece
Yunan ordularını Anadolu'ya salan,
son ana kadar da Ege'nin bir kısmını olsun
elde tutmaya çalışan güçler değildi.

Ankara'da da bazı uyanıklar
Mustafa Kemal'e talimat vermeye çalıştılar.
Hem de telgrafla:

''Askeri görevleriniz bitmiştir,
Ankara'ya dönünüz,
bundan sonraki diplomatik girişimleri
hükümetimiz yapacaktır.''

Uyanıklar, dedik ya...

Akılları sıra
muzaffer Başkomutan'ı devre dışı bırakacaklar,
müttefiklerle barış yapacaklar ve
yeni Türkiye'yi de 'ekmeğini yedikleri için minnet borcu' duydukları
Halife'nin ve hilafetin çıkarları doğrultusunda kuracaklardı.

Çok zekiler ya...

Aldıkları cevap,
İngiliz ve Fransız konsoloslarının aldıkları cevaptan daha az çarpıcı değildi:

''Ne askeri görevlerim bitmiştir ne de diplomatik girişimlerden vazgeçerim. Siz buraya gelin.''

Bu tavrın sonu Mudanya'dır, Marmara, İstanbul ve Trakya'nın kurtarılmasıdır; giderek Lozan'dır ve Türkiye Cumhuriyeti'dir.

Ama bunların çoğu bilinmez.
Daha doğrusu Türkiye'de çoğu insan bunları bilmez.
Çünkü okullarda okutulmaz.
Kurtuluş Savaşı'nda ve Büyük Taarruz'da özellikle bugün
bilinmesi gereken o kadar ayrıntı var ki...

Kaynak : Hikmet BİLA

2006 senesinde Buyuk taarruzun 84. seneyi devriyesinde yazilmistir.

-Alıntıdır.-

Atatürk 30 Ağustos'u Anlatıyor


''...Efendiler, 26/27 Ağustos günlerinde, yani iki gün içinde, düşmanın Karahisar'ın güneyinde 50 ve doğusunda 20,30 kilometre uzunluğundaki müstahkem cephelerini düşürdük. Yenilen düşman ordusunun bütün kuvvetlerini, 30 Ağustos'a kadar Aslıhanlar yöresinde kuşattık. 30 Ağustosta yaptığımız savaş sonunda düşmanın ana kuvvetlerini yok ettik ve esir aldık. Düşman ordusunun başkomutanlığını yapan General Trikopis de esirler arasına girdi. Demek ki, tasarladığımız kesin sonuç, beş günde alınmış oldu. 31 Ağustos 1922 günü ordularımız ana kuvvetleriyle İzmir'e doğru yol alırken diğer birlikleriyle de düşmanın Eskişehir'in kuzeyinde bulunan kuvvetlerini yenmek üzere ilerliyorlardı.
Doğrudan doğruya bana gönderilen bir telsiz telgrafta da İzmir'deki İtilaf Devletleri konsoloslarına benimle görüşmelerde bulunma yetkisinin verildiği bildirilerek, onlarla hangi gün ve nerede buluşabileceğim soruluyordu. Buna verdiğim cevapta da 9 Eylül 1922'de Kemalpaşa'da görüşebileceğimizi bildirmiştim. Gerçekten de söz verdiğim gün, ben Kemalpaşa'da bulundum. Fakat görüşme isteyenler orada değildi. Çünkü ordularımız, İzmir Rıhtımında ilk verdiğim hedefe, Akdeniz'e ulaşmış bulunuyorlardı.
Saygıdeğer efendiler,
Afyonkarahisar-Dumlupınar Meydan Muharebesini ve ondan sonra düşman ordusunu tamamiyle yok eden veya esir eden ve kılıç artıklarını Akdeniz'e, Marmara'ya döken harekatımızı açıklayıcı ve vasıflandırıcı söz söylemeyi gereksiz sayarım.
Her safhasıyla düşünülmüş, hazırlanmış, idare edilmiş ve zaferle sonuçlandırılmış olan bu harekat Türk ordusunun, Türk subay ve komuta heyetinin yüksek kudret ve kahramanlığını tarihe bir kere daha geçiren muazzam bir eserdir.
Bu eser, Türk milletinin hürriyet ve istiklal düşüncesinin ölümsüz bir abidesidir.
Bu eseri yaratan bir milletin evladı, bir ordunun başkomutanı olduğumdan, mutluluk ve bahtiyarlığım sonsuzdur.''
Gazi Mustafa Kemal Atatürk



http://www.hakimiyetimilliye.org/index.php?news=2970


BÜYÜK ATAMIZ,
BÜYÜK KURTARICIMIZ,
KIZLARIN, EVLATLARIN,
GERÇEK YURTSEVERLER

SANA MİNNETTARDIR…
ŞÜKRANLARIMIZ SONSUZ...
BU ZAFER GÜNÜMÜZDE
İÇİMİZ BURUK OLSA DA,
ASLA VE ASLA VE DAİMA
PES ETMEYECEĞİZ
ÇÜNKÜ;
SENİN YOLUNDAYIZ,
SENİN EVLATLARINIZ…

BİZLER İÇİN,
DAHA DOĞMAMIŞ EVLATLARIN İÇİN BİLE
KAN EMİCİ EMPERYALE KARŞI
BÜYÜK VE ONURLU DİRENİŞİN,
EN ZOR GÜNLERİMİZDE DAHİ
YÜREĞİMİZE, İNANCIMIZA, AKLIMIZA
EN BÜYÜK ÖRNEK GÜÇTÜR…

FARKINDAYIZ…

ASLA UNUTMADIK,
UNUTTURMAYACAĞIZ DA…

ASLA UYUMADIK,
UYUYANLARI DA UYANDIRACAĞIZ…

BÜTÜN DÜNYA
SENİN BÜYÜKLÜĞÜNÜ,
EMSALİNİ,
GÜZEL İNSANLIĞINI,
TÜRK MİLLETİ İÇİN ÖZEL OLDUĞUNU
BİLİYOR…

İNANCIN, UYANIŞININ, UYANDIRIŞIN, DİRENİŞİN,
HALA,
ŞEYTAN UŞAĞI
SÖMÜRGECİ-KAN EMİCİ EMPERYALİN,
İÇERİDEN DIŞARIDAN,
HAİN İŞBİRLİKÇİLERİYLE BERABER,
KAN EMİCİ PENÇELERİNDEKİ
DİĞER MİLLETLERE DE ÖRNEK IŞIKTIR…
VATANIMIZ DA İNSANLIK DA,
BU SÖMÜRÜ KARANLIĞINDAN,
AYNI IŞIKLA ÇIKACAKTIR...
BİZLER;
ASLA VE ASLA PES ETMEYECEĞİZ…

VATAN,
EVLATLARIN
SANA MİNNETTARDIR ATAM…

SANA VE SENİNLE BERABER,
BU TOPRAKLARA,
ÖMRÜNÜ, CANINI ADAYAN
BÜTÜN ŞEHİT, GAZİ VE
BÜYÜKLERİMİZE MİNNETTARIZ…

RUHUNUZ ŞÂD OLSUN…
YOLUNUZ YOLUMUZ,
IŞIĞIN AYDINLIĞIMIZDIR…

NE MUTLU Kİ SENİN EVLADINIZ...
VE
NE MUTLU TÜRKÜM DİYENE



-Alıntıdır.-

22 Ağustos 2008 Cuma

Petrol yoksa çıkartma ruhsatı neden vermiyorsunuz!


Gazetecİ Vedat Yenerer’İn Yazisi.

Değerli okurlar,
geçenlerde Türkiye - Suriye sınırında uydu verilerine göre petrol denizi olduğu iddiasını yazmıştım.
Yazı sonrasında Silopi’de madencilik yapan Beşir Yılmaz aradı.

Yazacaklarımı lütfen iyi okuyun!
Beşir Yılmaz telefonda.
“Vedat Bey, gelin Silopi’de Cudi eteklerine sizi götüreyim de petrolü kendigözünüzle görün!” diyerek feryat ediyordu.
“Nasıl yani!” diye sorduğumda anlatmaya başladı.
Biz aileden madenciyiz. Irak sınırında yaklaşık 300 km ya da birbaşka deyişle yaklaşık 150 milyon ton asfaltit madenibuldum... Bu madeni bir süre resmi olarak işlettikten sonra devlet 1978 yılında “kamulaştırıyoruz” diyerekel koydu. Rezervin de 50 milyon ton olduğu iddia edildi. Madem asfaltit rezervi az, neden elkoyuyorsunuz. Dünyanın neresine giderseniz gidin asfaltit maddesi bulunanher yerin altında petrolvardır. Silopi’nin altı da petrol denizidir. Yazaylarında etraftaki ocaklardan resmen petrol akar veHezil çayına karışır. Gelin görün! Sadece petrol değil, burada çok zengin uranyum ve nikel madeni de var"
— Nereden biliyorsunuz?
Türkiye’deki analizlere güvenmediğim için madenin her tarafından örnekler alarak Almanya’ya bizzat götürdümve analiz yaptırdım. Raporları gönderdim size (Sonuçlar elimde Yatağan ve Tunçbilek’e göre iki mislirakamlar var) dünyanın en önemli uranyum madenlerindenbirisi buradadır ve aktif haldedir.”

Beşir Yılmaz’ın anlatacak o kadar çok şeyi var ki makineli tüfek gibi art arda sıralıyor.
Ben de zaman zaman araya girip soru soruyorum.
— Petrol olduğunu nereden biliyorsunuz?
Bu bölgede İngilizler 1967–87 de petrol aramışlar.Açılan kuyulardan gökyüzüne doğru 100 metre kadarpetrol fışkırmış. Ardından kapatmışlar ve betonlamışlar. Benim madenimin yanında da bu kuyudan var ve vanasını gelin birlikte açalım eğer beton veciva basıp tıkamadılarsa bakalım ne kadar petrol fışkıracak. Dönemin köylüleri arasında hâlâ yaşayan görgü tanıkları var ve petrolün 100 metre kadarfışkırdığını görenler var.

Beşir Yılmaz konuştukça pür dikkat dinlemeye devam ediyorum.
Vedat Bey, asfaltit maddesi olan her yerde petrol vardır. Eğer petrol yoksa bana neden petrol çıkartma ruhsatı vermiyorlar? Musul ve Kerkük’ün rakımı 80–100 metre civarındadır. Cudi Dağındaki petrolümüz resmen Irak’a doğru akıyor ve baştaİngilizler ve ABD bunu biliyor.”


Beşir Yılmaz bugünlerde Silopi’ye bile zor gider hale gelmiş.


Devlet kamulaştırılacak diye el koyduğu madeni şimdi Turgay Ciner’in sahibi olduğu Park Holdinge devretmiş.


Durum böyle olunca, Yılmaz da dava üstüne dava açmış ve yürütmeyi durdurma kararı aldırmış. Eğer tekrar el konulursa AİHM’ YE başvuracakmış.

Kısacası madeninin peşini bırakmıyor ama artık bölgedeki aşiret ağaları da onun peşini bırakmaz hale getirilmiş.

Bütün dava tutanakları elimde okudukça dehşete kapılıyorum.

Şimdi sıkı durun...
Beşir Yılmaz, Başbakan Tayyib Erdoğan’a bu durum üzerine başvurmuş ve dilekçe vermiş dilekçede aynen şöyle yazıyor.
Bürokrasi ve çeteler milletin hak ve hukukunu aramaktan bezdirmiştir. Televizyonda ve basındakikonuşmalarınızda hortumcu çetelerin ve bürokrasininüstüne gidilecektir” diyorsunuz Millet buna çokseviniyor. 25 yıldır gasp edilen madenimiz çete ve bürokratların, anayasa, kanunlar ve insan hakları hiçe sayılarak ihale yolu ile peşkeş çekiliyor. Allah’a ve sizin yüksek adaletinize sığınıyorum.

Beşir Yılmaz devlet tarafından el konulan mallarını ve bunun karşılığında devletin verdiği parayı yazıya eklemiş.
1- 35 km yol yaptım.
2- 500 bin ton hazır çıkarılmış kömürüm var.
3- 3,5 milyon metreküp hafriyat yapılmış.
4- Mazot tankları.
5- Dinamit ambarı.
6- Kantar ve kantar binası.
Resmi olarak bana ait olan ve vergisini ödediğim madenimde bugüne kadar yaptığım işler ve halen bulunan demirbaş ve çıkarılmış maden için ödenen para da 5.800.8000 TL.

(Buna resmen gasp ve devlet terörüdenir!)

Beşir Yılmaz Başbakan Erdoğan’a yazdığıdilekçede devam ediyor.

Bu para halen bankada duruyor. Buna rağmen Türkiye Kömür İşletmeleri ihaleyi adamlarına ve hortumculara peşkeş çekiyor

Beşir Yılmaz’ın bu başvurusuna Başbakan Erdoğan bugüne kadar cevap vermemiş.


Beşir Yılmazdan al
ve
ABD bağlantılı şirketlere ver.

Uranyum konusu da bir başka skandal.

Güneydoğu resmen petrol denizi üzerinde ve Türkiye ABD Firmalarının peşinde “bize petrol bul”diye yalvarıyor...

İddialar devam ediyor:

6 mühendisin kafaları kesildi.
TPİK diye Türkiye Petrolleri’nin kurduğu bir kurum !yurt dışına petrol arama işlerine giriyor ve bugüne kadar milyar dolar zarar ediyor.

Beşir Yılmaz diyor ki:

Kimin hain kimin işbirlikçi! olduğunu anlamak çok kolay!
Eğer bölgede petrol yok ise neden bana petrol çıkartma ruhsatı verilmiyor. Ruhsatı verin 800 metreden petrolü çıkartmazsam ben bu ülkeyi terk ederim. MTA yıllar önce sondaj yaptı, 480 metrede su bulundu ve ardından delici aletin ucu kırıldığı için sondaja son verildi. Herkes bilir sudan sonra petrol gelir. Biz yerli teknoloji ile 1200 metreye kadar sondaj yapabiliriz kimseye ihtiyacımızyok. İzni versinler siz görün petrol nasıl fışkıracak.”

Bu görüşmemizden bir gün sonra Beşir Yılmaz tekrar aradı ve Soma'da görevli bir mühendis ile görüşmemi isteyerek telefon numarasını verdi.
Adını burada yazmak istemiyor. Mühendis ile görüşmemde daha da çarpıcı gerçekler çıktı ortaya.


Altı ay kadar önce Cudi dağları eteklerinde bulanan 6 insan iskeletininne olduğunu bilip bilmediğimi sordu.


Ben de“bilmiyorum” dedim.


Mühendis ekledi...

Bu iskeletler 18yıl önce Cudi Dağı'nda kaybolan 6 Türk petrolmühendisinin iskeletleri. Kafaları kesilerek öldürülmüş.”
Dondum kaldım.
Ne diyeyim.
Kendisi de mühendis olduğu için yalan söylemiyordur diyedüşündüm.
Ardından devam etti.


Vedat bey Türkiye maden bakımından dünyanın en zengin ülkesi.
Siz Ödemiş yakınlarındaki Bozdağ’ ın dünyanın en büyük altın rezervi olan dağlarından biri olduğunu biliyormusunuz?
Ama bu madenleri kimse çıkaramaz.
Hatta bu konunun üzerine giden gazeteciler öldürüldü.
UğurMumcu ve Çetin Emeç’in öldürülmeden kısa bir süre öncebu madenler üzerine gittiğini biliyorsunuz herhalde...”


İlgiyle dinledim. O kadar çarpıcı şeyler anlattı ki, yazmaya sayfalar yetmez. İddiaların hepsinin belgeli olduğunu söyleyen bu mühendis, gazeteve televizyon kanallarında hiçbir gazetecinin bu yöndebir haber yapamadığını ve milletin resmen uyutulduğunu örneklerle anlattı.

Beşir Yılmaz’a son sözüm,

Bana anlattıklarınızı Genelkurmaya anlatınız mı?” oldu.
Aldığım cevap da aynen şöyle.

Vedat Bey her şeyi belgeleriyle birlikte birkaç kez askeri büyüklerimize anlattım ama bugüne kadar bir arpa boyu ilerleme kaydedemedik!”

Ne diyeyim, bu milleti korumaya yemin etmiş olanlar utansın!

Son sözüm:
AB ABD, PKK’YI boşu boşuna özellikle bu bölgede güçlendirip milletin başına bela etmedi.
Bölgeye gelecek barış ortamı Türkiye’yi ekonomik AN olarak uçuracak gelişmelere gebedir!”…

-Alıntıdır.-


BİZ, KİMSENİN DÜŞMANI DEĞİLİZ;
BİZ, İNSANLIĞIN DÜŞMANLARININ DÜŞMANIYIZ !


GAZİ MUSTAFA KEMAL ATATÜRK

21 Ağustos 2008 Perşembe

MASONLAR TÜRKİYE'DEKİ PETROLÜ KİME SAKLIYOR?!

Aşağıdaki yazıyı
şu anda tutuklu bulunan

Doç.Dr.Ümit Sayın da
ekteki kitabına koymuştur.
Söz konusu kitabdan 2 taranmış alıntı eklerdedir.


MASONLAR TÜRKİYE'DEKİ PETROLÜ KİME SAKLIYOR?!
2007 Cuma - 00:00:00
Güneydoğu'da arama yapanlar arasında en büyük iki petrol şirketi

"MOBİL" ve "SHELL"di.
Netpano.com sitesi için farklı bir araştırma hazırladık.
Bakın bu ortaklıklar nelerdi?

Shell Petrol şirketi uluslararsı sahada Hollanda-İngiliz ortaklığı etiketi kullanır.
Royal-Dutek Shell'ebağlıdır.
Sahibi Markus Samuel isimli bir Yahudi'dir.
Diğer petrol arayıcısı şirket "MOBİL" ise bilindiği gibi Yahudi Trilyoner ROCKEFELLER'ın bir çok Petrol şirketinden biridir.

Türkiye'de Petrol aramaya başlandığı
1956 yılından1968 yılına kadar
MOBİL'in Türkiye'deki GenelMüdürü NECDET EGERAN'dı.

Necdet Egeran 1954 'te yabancı şirketlerin Türkiye'de petrol aramasına izinveren Petrol Kanunu'nun kabul edilmesinde en büyükçabayı sarf edenlerden birisi.
Aynı zamanda MTA'nın ve Petrol İşleri Genel Müdürlüğü'nün kurucularından. Daha sonra emekli olup 56'da Mobil'inbaşına geçer.
Mobil'in petrol bulduğu kuyuları beton dökerek toprak üzerine çıkmasını engellediği söylentilerinin yaygın olduğu tarihte Mobil'in teksöz sahibi idarecisiydi. ...

Dönemin ETİBANK GENELMÜDÜRÜ BURHAN ULUTAN da o tarihlerde çalkalanan rivayetleri doğruluyor.

Kendisiyle görüşmemiz sırasında yaptığı açıklamada Ulutan şunlarısöyledi:

"1965'LERİN BAŞINDA MOBİL OİL'İN BAŞINDA EGERAN İSİMLİ BİRİSİ VAR.
BU ARADA PETROLBULUNAN KUYULAR DA KAPATILMIŞ..."

O dönem en gündemdeki şahıslarından Necdet Egeran'ın başka büyük bir özelliği daha var.
Buözelliğini TÜRKİYE'DEKİ MASONLARIN kendiaralarında yayınladıkları "ŞAKÜL GİBİ"isimli mason dergisinden öğreniyoruz.

ENVER NECDET EGERAN'IN KİMLİĞİ
24 Ekim tarihinde DOĞUŞ LOCASI'nde tekris edildi.
(42YAŞINDA)..
Mayıs 1950'de KALFA, Ekim 1950'de ÜSTAD oldu....
Necdet Egeran bilgi Locası'nın 25 kurucu üyesi arasındadır...
1955 yılında da ÜSTAD-I MUHTEREM oldu...
Egeran 1958'de Türkiye Büyük Locası'na GENELSEKRETER seçildi. ...
Locası tarafından İskoçya Büyük Locasına Fahri Büyük 2. Nazırı unvanı verildi... 1964 yılında 1. BÜYÜKLOCASI'nı temsilen New York Büyük Locası'nın toplantısına davet edildi. ..
Necdet Egeran 2 Mayıs1965'te PEK SAYIN ÜSTAD seçildi.
58 yaşında 16. Masonik yılında
TÜRK MASONLUĞUNUN EN GENÇ BÜYÜK ÜSTADI OLDU..."
(Şakül Gibi Dergisi)

Görüldüğü gibi Necdet Egeran Amerika'dan ısmarlama gelen Cevat Eyüp Taşman gibi yabancı petrolşirketlerin türlü entrikalar çevirdiği birdönemde Türkiye'nin en aktif olma masonu özelliğinide taşıyor.

Aynı tarihlerde petrol çıkan kuyuları betonlayan MOBİL'in Genel Müdürü olması ÇOOOK İLGİNÇ RASLANTI olsa gerek!!!

Türkiye'nin yıllardır petrol yönünden dışarıya bağımlı kalması ve belki de Ortadoğu'nun sayılı petrol üreticisi ülkelerindenbiri olma şansını kaybetmesi ile TÜRKİYE'DEKİ MASONLUK , SİYONİZM davasına pek önemli katkılarda bulunmuş ve neticide hipnozlu milletvekillerinin uyuduğu bir anda YENİ PETROL YASASI MECLİS' TEN TAYYİ MEKAN yaparak geçmiştir NETEKİM!...

BİR DÖNEM TÜRK PETROL REZERVLERİNİKONTROL EDEN MASONLARIN LİSTESİ
SELİM SOYDANBAY.: MOBİL MÜDÜRÜ, DEV LOCASI

KAZIM AKYEL.: TÜRKİYE PETROLLERİ GENEL MÜDÜR MUAVİNİ, UYANIŞ LOCASI

İBRAHİM ENVER ALTINLI.: MTA ENSTİTÜSÜ UZMAN,KÜLTÜR LOCASI

İHSAN RUHİ BERENT.: MTA GENEL MÜDÜRÜ, UYANIŞ LOCASI

OSMAN ŞEVKİ FİGEN.: MOBİL OİL MARMARA BÖLGESİMÜDÜRÜ, MUSAVVAF LOCASI

MİTHAT GÜLDÜ.: ETİBANK BAŞKONTROLÜ, İDEALLOCASI

İHSAN MİZANOĞLU.: PETROL OFİSİ MÜDÜRÜ,İNANIŞ LOCASI

RAUF ROZENTAL.: SOCANİ VAKUM PETROL ŞİRKETİ GENELMÜDÜRLÜĞÜ.: KÜLTÜR LOCASI

BAHRİ ERGENE.: MOBİL FAZİLET LOCASI

BESİM TAN.: MOBİL MÜDÜRÜ SEVGİ LOCASI

İBRAHİM DERİNER.: ENERJİ VE TABİİ KAYNAKLAR BAKANLIĞI ESKİ MÜSTEŞARI, BİLGİ LOCASI

İHSAN KAYIN.: PETROL OFİSİ MÜDÜRÜ, İNANIŞ LOCASI

NİMET DANABAŞ.: MADEN KREDİ BANKASI MÜDÜRÜ, KÜLTÜR LOCASI

SÜHA TUĞRUL AKSOY.: ETİBANK ALIM SATIM ŞUBE MÜDÜRÜ, ÜLKÜ LOCASI

OSMAN BİLEN.: TPAO PERSONEL MÜDÜRÜ, UYANIŞ LOCASI

LÜTFİ ERSİN ÜÇER.: SHELL CO. PLANLAMAMÜDÜRÜ, ÖZLEM LOCASI

SABİH BÜYÜKARIKAN.: ENERJİ VE TABİİ KAYNAKLAR BAKANLIĞI MÜŞAVİRİ, UYANIŞ LOCASI

TURHAN KUT.:ETİBANK GENEL MÜDÜR MUAVİNİ, UYANIŞLOCASI

SABRİ CEREN.: TPAO PAZARLAMA MUHASEBE MÜD., UYANIŞLOCASI

ZİYA AYTINBAŞ.: TÜRKİYE PETROLLERİ A.O GENELMÜDÜR MUAVİNİ, UYANIŞ LOCASI

ABDÜLKADİR ASNA.: MTA ENSTİTÜSÜ TTL ŞUBESİMÜDÜRÜ, UYANIŞ LOCASI

RIFAT AYAYDIN.: TÜRKİYE PETROLLARİ A,Ş., UYANIŞLOCASI

OSMAN ALİ BERKMAN.: MOBİL MÜDÜRÜ, ANKARA UYANIŞ LOCASI

MEHMET RIZA AKASLAN.:TPAO MALİ İŞLER GRUP BAŞKANI,UYANIŞ LOCASI

ATİLLA AYKOL.: MADEN JEOLOJİ MÜHENDİSİ, DEV LOCASI

AHMET BARAY.: ETİBANK GENEL MD. MUAVİNİ, UYANIŞLOCASI

ZEKAİ BOYER.: TPAO PERSONEL MD. ANKARA UYANIŞ LOCASI

BELGİN ERKAN.: TPAO GENEL MD. İKMAL GRUP BAŞKANI,GÖKKUŞAĞI LOCASI

CENGİZ ERDAL .: PETROL OFİSİ A,Ş. GENEL MD.YARDIMCISI, GÖKKUŞAĞI LOCASI

YALÇIN İLTER .: MOBİL OİL BÖLGE MD. MATRİKÜLN: 1320

Yukarıda da görüldüğü gibi madenlerimiz yıllarca Siyonistlerin "ÇİFTLİKLERİMİZ" dedikleri mason localarına kayıtlı "kişilere" bırakılmış!Üstelik bunların pek çoğu TÜRKİYE'NİN AZAMİ DERECEDE MİLLİ DUYARLILIK GÖSTERMESİ GEREKEN TÜRKİYE PETROLLERİ ANANONİM ORTAKLIĞI çalışanları olması GAFLET ÜLKESİ olmamızıgöstermiyor mu?!·

(.:) MASONLARIN KENDİ ARALARINDA KULLANDIĞIÖZEL İŞARETLERDEN BİRİDİR!
Retog Şirketi'nin Hazırladığı Türkiye'deki Petrol Dosyası:
''En Zengin Yataklar Türkiye Kürdistanı'nda''
Türkiye sınırlan içindeki petrole ilişkin oyunların yoğunluğu çok zaman kamuoyunda "Türkiye'de petrol var ama ortaya çıkarılmıyor" tartışmalarına yol açıyor.
Yıllardan beri bu konuda medya kuruluşlarında birçok haber dönem dönem yeralır.
Ne hikmetse bulunan petrol sahalarını hiçbir gazeteci veya medya kurumu yerinde görmez, tesbit etmez veya edemez.
Bu konuyu ciddiyetle ele almış hiçbir haberprogramı veya gündem haber bulamazsınız.
Şahsıma da yapıldığı gibi, teşebbüs eden birçok gazeteciyi de işinden ederler.
Yapacağınızçalışmayı hem kursağınıza gömerler hem de yayınlayacak bir yer bulamazsınız.
Diğer taraftanTürk halkı bu iri gazete ve televizyonlarda yayınlanan magazin programlarına ilgisini günbegün gösterirken, niye kendilerine bu tarz konuların işlendiği programların gösterilmediğini bir türlü sormaz!..
Neyse konumuza dönelim ve 27 Şubat 1992 tarihli Güneş Gazetesi'nin birinci sayfasında yayımlanan hayli ilginç rapora bakalım.
"En verimli yatakların 'Türkiye Kürdistanı'nda olduğunu ileri sürdüler.''
Amerikalı Ceyarlar Güneydoğu'da" başlıklı haberde bakın hangi cümleler yer alıyor:
"Güneydoğu Anadolu'yu ve Bitlis, Van, Adıyaman, Tunceli illerini "Türkiye Kürdistanı" olarak değerlendiren bir ABD şirketi, ülkemizin yeraltı zenginlikleri konusunda ilginç iddialarda bulundu.
Amerikalı petrol şirketi RETOG, Türkiye, Suriye, Irak sınırbölgesinin petrol ve gaz rezervlerinin raporunu yayınladı.
Rezerv açısından çok zengin olduğu bildirilen bu bölge, raporda Kürdistan (!) ( DİKKATEDİNİZ lütfen Yıl 1992- HYÇEBİ) olarak nitelendirildi."
14900 Landmark Blyd. Sütte 370 Dallas, Texas 75240 USA adresindeki Retog" şirketince hazırlanıp satışa sunulan raporda, Türkiye'nin çok şaşırtıcı bir coğrafî konumu olduğu kaydedildi.
GüneydoğuAnadolu Bölgesi'nin, Ortadoğu petrol bölgelerinin kuzeydeki uzantısı olduğu belirtilen raporda, şu anki faal petrol sahalarının az miktarda petrol rezervlerine sahip olduğu vurgulandı.
Raporda öne sürülen görüşlerin aşırı derecedetaylı olması dikkat çekti. Dört ciltten oluşanrapor, bölgedeki 517 petrol kuyusunun tüm kayıtlarını kapsıyor. Ayrıca bölgenin tümjeokimya ve termal özellikleri ve tarımsal etkinliklerini gösteren haritalar da raporda bulunuyor.
Raporda yalnızca Ortadoğu'nun Güney bölgelerinin petrol bakımındanzengin olduğu görüşünün aksine, içindeTürkiye'nin Güneydoğu bölgesi topraklarının da bulunduğu kuzey bölgelerinin petrol bakımından zengin olduğu belirtildi.
Ayrıca bu bölgede daha önce ayrıntılı bir araştırma yapılmadığı kaydedildi.
45 bin ABD doları fiyatla satışa çıkarılan raporda,Türkiye Kürdistanı olarak adlandırılan yöredeki, işlenmeyen petrol sahalarının rezervlerinin büyüklüğü övülüyor.
Bakir bölge olarak adlandırılan işlenmeyen sahaların Irak veTürkiye'de işlenen petrol sahalarından daha verimli olduğu iddia ediliyor.

Retog şirketinin yeraltı ve petrol araştırma fırsatları, Türkiye / Kürdistan adlı raporunda, 500 bin ölçekli harita, kuyular, büyük petrol ve gazsahalan, 52 ayrıntılı kuyu jurnali, 517 kuyu bilgikayıtlan, yerüstü coğrafî bilgiler, Bougeryer çekimi bilgileri, Türkiye-Suriye ve Irak'ın sismik derinlik haritaları ile bu ülkelerde çalışan petrol sahalarının ayrıntılı haritaları bulunuyor.

Raporda aynca Türkiye'nin siyasî yapısıyla bununkomşu ülkelerle kıyaslamalan da detaylanyla anlatılıyor.
"Yıl 1992:
"Türkiye Kürdistan"ı Dillerde
Retog şirketinin vermiş olduğu bizim için azami öneme sahip bilgilerin yanında özellikle bu raporda yeralan Türkiye Kürdistanı cümlesine dikkatlerinizi çekmek isterim.

İsrail Siyonizminin ABD'ye yaptırdığı Irak işgali sonucu bu niyet her geçen güngerçekleşmek üzere.

Oysa 1990 yılında çıkan Masonluk ve Kapitalizm adlı eserin ilk baskısında"özel bölümde" bu konuya dikkat çekilmiş,
"Yukanda bahsettiğimiz gerek zengin petrol yatakları, gerekse GAP projesi gibi dev bir projenin yer aldığı topraklarda kurulacak bir Kürt devleti, İsrail için yutulacak lokma değildir.
Kurulması tasarlanan bu devletin zayıf,askerî güçten yoksun, ekonomik açıdan himayeye muhtaç bir devlet olacağını tahmin etmek hiç de güç değil.
Plânın ikinci aşamasında, Ortadoğu'nun tek söz sahibi ülkesi haline gelecek İsrail için, bu Kürt devletini kontrol ve himayesine almak gayet kolay olacaktır. Kürdistan'ın İsrail'in bir eyaleti olmasıyla gelişecek bu aşama, İsrail'in Güneydoğu Anadolu sınırlan içine alıp vadedilmiş topraklara kavuşmasıyla sona erecektir.

Rapor, şöyle devam ediyor;
"Olay bu yöndendeğerlendirilince, Time Dergisi'nde çizilen Kürdistan haritasının Güneydoğu Anadolu'nun uzaydan çekilen petrol haritasıyla üst üste çakışmasının bir tesadüf eseri olmadığı açıkça anlaşılır.

Dergide yayınlanan Kürdistan haritasının sınırları Gaziantep'ten başlıyor.
Kuzey Irak'tan Halepçe'ye kadar uzanıyor.
Türkiye'nin zengin petrolyatakları Diyarbakır, Adıyaman, Nusaybin ve Batman arasında tüm Güneydoğu Anadolu Bölgesi'ni içine alan bir yay çiziyor.

"Diğer taraftan uzaydan çekilen petrol yataklarınınharitası üzerine Kürt sorununu bahane ederek ABD'ninbölgeye yerleşmesi de çok dikkat çekici bir olay. Körfez krizi ve şimdi de Irak savaşı derken bölgede
"insanî yardım ve güvenlik kampları" adı altında büyük bir oyun oynanıyor.

Netpano.com


(İlave;
Cumhuriyet'in Gözbebeği GAP havzasındaki değerli toprakları, İsrail, İngiliz ve Amerikan asıllı kişilere ve çok uluslu şirketlere, 'alelacele çıkarılan toprak yasasıyla' KİMLER satmıştır??? ve yasadan hemen sonra devreye girmek üzere 25 milyar dolarlık SULAMA projesini bölgeye yönlendiren KİMLERDİR???)






-Alıntıdır.-

Konuyla İlgili Diğer Alıntılar:

3.DÜNYA SAVAŞI VE TEOLOJİSİ
http://menkibeler.blogspot.com/2008/05/3dnya-savai-ve-teolojisi.html
GİZLİ DÜNYA DEVLETİ VE SİYONİZM
http://menkibeler.blogspot.com/2008/04/eski-hesaplar.html
YENİ DÜNYA DÜZENİ
http://menkibeler.blogspot.com/2008/04/derin-dnya-devleti-30-mays-1919da-paris.html
RiO TinTO Munzur'da Ne yapıyor?
http://www.munzurhayattir.org/index.php?a=16
Finans baronlarinin Dunya imparatorlugu http://www.metalurji.org.tr/dergi/dergi141/d141_1217.pdf
TÜRKİYEDE AMERİKAN MISYONERLERİ VE ARMAGEDDON http://menkibeler.blogspot.com/2008/04/trkiyede-amerikan-misyonerleri-ve.html
ATATURKU NICIN OLDURDULER
http://sudakiates.blogspot.com/2008/08/atatrk-niin-ldrdler.html
33 DERECELI MASONUN ITIRAFI_ ATATURKU SILAHLA ORTADAN KALDIRMAYI DUSUNDUK
http://sudakiates.blogspot.com/2008/08/33-dereceli-masonun-itiraf-
Tektonik Silahlar ve Deprem
http://sudakiates.blogspot.com/search/label/Tektonik%20Silahlar%20ve%20Deprem
TESEV-ABD-TÜRKİYE İLİŞKİLERİ KONFERANSI-PAUL WOLFOWITZ'İ ANLAMAK
http://sudakiates.blogspot.com/2008/07/tesev-abd-trkiye-ilikileri-konferansi.html

20 Ağustos 2008 Çarşamba

H.A.A.R.P.-Yüksek Frekenslı Aktif Auroral Araştırma Programı


HAARP: High Frequency Active Auroral Research Program

-Yüksek Frekenslı Aktif Auroral Araştırma Programı-

Auroral: Özellikle kutup bölgelerinde gece görülen gök ışıkları.

Kuzey kutbu ve Alaska bölgesinden Mart, Eylül ve Ekim aylarında bu gök ışıkları gözlemlenebiliyor.
17 Ağustos 1999 depremi ülkemizin tarihinde bir daha silinmeyecek izler bıraktı.
Milyarlarca USD kaybımızın yanında 17000 civarında vatandaşımızı kaybettik.
Hazırlıksız yakalandığımız bu depremde, devlet yeteri kadar çabuk davranamadı, birçok eksikliği ortaya çıktı.
Amatör telsiz dernekleri, AKUT gibi gönüllü kurtarma ekipleri, yurtdışından gelen yardım ekipleri ve bizzat halkımızın inanılmaz yardımları sayesinde bu eksiklik bir miktar kapatıldı.
Deprem sonrası yaşanan acı olaylar halen devam ediyor; sosyal ve psikolojik bozukluklar, onarılamayan yerleşim yerleri, çadırlarda yaşamaya mahkum edilen bir toplum…
Bu acı olay öncesi ve sırasında o kadar ilginç fenomenler yaşandı ki, Gölcük depremini sıradan bir deprem olarak değerlendirmemiz mümkün değil.
Depremden 6 gün öncesine bakalım.
Çok ilginç ve uzun periyotlar ile yaşanan bir doğa olayına sahne oluyoruz; “Tam güneş tutulması”.
Bu olay gök izlemcileri tarafından binlerce yıl önceden bilinen bir buluşmaydı ve daha önce de benzerlerini yaşamıştık.
Güneş tutulması öncesinde ise bir benzeri 6000 yıl önce yaşanan özel bir gök olayına şahit olduk.
“Felaketler, gezegenlerin özel bir sırada dizilmesi ile baş göstermektedir-Nostradamus” ünlü kahinin bu yorumu 4 Mayıs 2000 tarihinde gerçekleşti.
Bu tek sıra dizilişte, Dünya, Pluton ve Güneş bir tarafta; Merkür, Venüs, Mars, Jupiter, Satürn öteki tarafta yer aldı.
Diğer iki gezegen Uranüs ve Neptün ise bu hattın iki yanlarında kaldı(Adeta bir göksel haç ortaya çıktı).
Bu dizilişler hem Güneşi hem de bir sıra üzerinde dizilen gezegenleri “Güçler Bileşimi” etkisi ile etkiler.
Güneşte büyük patlamalara ve lekelere neden olur.
Bu patlamalar iletişimi ve dünya üzerinde yaşayan canlıları olumsuz olarak etkilemektedir.
Bilim adamları bu dizilmenin dünyanın üzerinde olumsuz etkiler yaratacağını biliyordu, ruhsal açıdan insanları olumsuz etkileyecek gerginliklerin yanında dünya iklimi ve kabuğunda hareketlenmeler bekleniyordu.
Nitekim ben bu konuyu depremden bir hafta önce derneğimizin mail listesine attığım bir mesajda dile getirdim.
Benim gibi hassas olarak nitelendirebileceğimiz bazı kişiler de huzursuzluk yaşıyordu.
Depremden üç gün önce geceleri uykumda zorluklar başladı.
16 Ağustos 1999, gece saat 02:00 sıralarında terasıma çıktım ve yüksek sesle “bugün deprem olacak” dedim.
Bu asla bir temenni değildi ve olmaması için de düşüncelerimi temizlemeye çalışıyordum.
Fakat artık sanki okun yaydan çıktığını hissetmiştim.
Ertesi gün deprem olduğunda ben yine kabuslarla uyumaya çalışıyordum.
Sarsıntıdan hemen sonra terasıma çıktım, dışardan bağrışmalar geliyordu, şehirde birkaç ışık dışında her yer simsiyah karanlığa bürünmüştü.
Fakat gökyüzü, o gökyüzü, onu asla unutamıyorum.
Samanyolunu, kayan göktaşlarını ve binlerce yıldızı hiç bu kadar net ve güzel gördüğümü hatırlamıyorum.
Dakikalarca gök yüzünü seyrettim.
Şehrin ışıklarının azalmasında bu görüntüyü izlememde elbette büyük katkısı vardı fakat tek açıklaması bu değildi.
O gece gökyüzünde, yer yüzünde çok önemli değişimler yaşanmıştı.
Deprem beklentileri ve ruhsal sıkıntıların tek nedeni acaba bu özel astronomik olay mıydı? İstanbul, Kocaeli civarında deprem öncesinde ve sonrasında “Ateş Topu” dediğimiz bazı olaylara şahit olduk.
Bunlardan bazılarını bizzat arkadaşlarım gözlemledi, bazıları ise TV’lere çıktı.
Ateş topu dediğimiz olay birdenbire gökyüzünde belirerek değişik ışınımlar yapan ve daha sonra da kendi kendine kaybolan bir tür fenomendir.
Bu olay Alaska’da da gözlenen Auroral denilen gökyüzü ışımalarına benzer fakat olayın gerçek nedeni hakkında şimdiye kadar net bir açıklama yapılabilmiş değil.
Bazıları deprem bölgelerinde bu olayın meydana geldiğini zira fay hatlarındaki enerji boşalımlarının gökyüzündeki bazı gazları harekete geçirdiğini ve adeta bir flörasan lamba gibi ışıklara neden olduğunu söylemektedir.
Fay hatlarında kuartz kristali yataklarının olması durumunda daha yoğun bir enerji boşalımı meydana geldiği belirtilmektedir.
Bir diğer teori ise esas konumuzu oluşturan HAARP ile ilgili olup gökyüzündeki belli bir bölgeye yüksek enerji yollanımı ve bu enerjinin aniden azaltılıp çoğaltılması sonucu Ateş Topunun oluşmasıdır.
Şimdi HAARP konusuna girelim.
Amatör telsizci arkadaşlarım aşağıdaki paragrafta yazanları bildiklerinden bu bölümü atlayabilirler.
Amatör telsizci olmayanlar için bir gök radyo dalgasının yayılma prensiplerini aşağıda anlatarak konunun bilimsel yanını açıklamak istiyorum.
Çünkü HAARP projesi güçlü bir radyo frekansının gök dalgası yayılımlarını kullanması esasına dayanmaktadır.
İyonosfer ve Gök Dalgası:
HF dediğimiz High Frequency radyo dalgaları amatör telsizcilikte 1.8MHz ile 30MHz arasını kullanır. 1.8MHz de 30W, 3.5MHz de 150W, 14-30MHz de ise 400W maksimum çıkış gücüne izin verilir.
Özel durumlarda ise yükselticilerle maksimum 1KW’a kadar çıkışlar yapılabilmektedir.
Bu dalgaların özelliği gök dalgaları dediğimiz yayılımı kullanarak binlerce kilometre uzaklıktaki istasyonlar ile iletişim sağlayabilmesidir.
Yeryüzünün 40-500Km arasında bulunan İyonosfer tabakası bir ayna görevi görerek HF dalgasının yayılımını sağlar.
Yüksek yoğunlukta proton ve elektronlardan oluşan İyonosfer tabakası değişik katmanlardan oluşmaktadır.
Bu katmanlar gece ve gündüz değişmektedir.
Zira güneş ışınları bu katmanları doğrudan etkilemektedir.
Hatta güneş fırtınalarında bu etkiyi en çok hisseden katman iyonosfer olduğundan HF iletişimini de doğrudan etkiler.
Güneş patlamalarında auroral dediğimiz ışık oyunlarıda bu tabakada gerçekleşir.
Katmanların yeryüzünden yüksekliği aşağıda açıklandığı şekildedir.
Gündüz: Gece:40-80Km D Tabakası 40-150Km E Tabakası80-150Km E Tabakası 150-500Km F Tabakası1 50-500Km F1 ve F2 Tabakası D tabakası sadece gündüz oluşur, yoğunluğu çok azdır.
E tabakası ikinci tabakadır ve özellikle öğlen çok yoğundur.
Son tabaka F tabakası gündüzleri F1 ve F2 olarak adlandırılır, geceleri birleşerek F tabakasını oluştururlar ve yoğunluğu en fazla olan tabakadır.
Düşük frekanslı dalgaların sahip olduğu enerjinin neredeyse tamamı D tabakası tarafından emilir.
Bunun sonucu esas dalganın kırılımını sağlayan E ve F tabakalarına erişemezler.
Yüksek frekanslı dalgalar ise çok az emilirler ve D tabakasını geçtikten sonra E ve F tabakalarında iyonize tabakadan yansıyarak yeryüzüne geri dönerler.
Gündüz saatlerinde D tabakası oluştuğundan düşük frekansta gök dalgaları ile haberleşme yapılmasına engel olur.
Geceleri ise D tabakası kaybolduğundan düşük frekanslı dalgalar iyonosferde kırılır ve toprağa geri yansır.
Hatta tekrar göğe çıkarak birkaç defa yansıma da yapabilirler.
Burada kast ettiğimiz düşük frekanslar HF dediğimiz frekanslardır.
Frekans yükseldikçe kırılma az olur ve dolayısıyla gök dalgası ile yayılımı da azalır.
HAARP Nedir?
HAARP, HF’da yüksek enerji çıkışları ile iyonosferin ısıtılması ve burada bir takım değişimler yapılarak etkilerinin incelenmesi için başlatılmış bir projedir.
Kullanılan frekans aralığı 2.8-10MHz arasıdır, çıkış gücü ise resmi kaynaklarda 3.6 Gigawatt olarak belirtilmesine karşılık 10 Gigawatt’a çıkarılabileceği açıklanmaktadır.
Bu enerji dünyadaki en büyük radyo vericisi ünvanını kazandırmaktadır.
Merkezin 1 saat boyunca çalıştırılması durumunda Hiroşima atılan atom bombası kadar enerji ortaya çıkaracağı hesaplanmıştır.
Fakat bu merkezin yılda 4-5 kere ve sürekli olmayıp vuruş modunda (seri ve güçlü atışlar üretme) ile çalışacağı bildirilmektedir.
(Bahse konu enerjinin aslında ne kadar tehlikeli boyutlara ulaşabileceğini göstermek için bu örnek verilmiştir)
HAARP’ın Yeri ve Projeyi Gerçekleştirenler Kimler?
HAARP, çok ilginç bir yerde konuşlanmıştır, Alaska Gakona.
Gakona’da askeri üstün yakınlarında ve kimsenin girmediği özel bir alanda tesis kurulmuştur.
Niçin burası seçilmiştir?
İki temel amacı vardır.
Birincisi Alaska dünyadaki elektromanyetik kuşakların özel bir kesişim bölgesinde bulunmaktadır.
Dünyanın elektromanyetik alanlarına müdahale edebilmek için en iyi yerdir.
İkincisi ise insanlardan uzak, korunması kolay ve gözlerden mümkün olduğunca uzak bir yer olmasıdır.
Gakona daki bu merkezde 21m. yüksekliğinde 180 adet kule üzerinde cross dipol anten inşa edilmiştir.
Gakona dünyanın elektromanyetik alan çizgilerinin kesiştiği bir yerdedir.
Bu alan aynı zamanda auroral dediğimiz ışımaların en yoğun yaşandığı bölgedir.
Dünya manyetik alan çizgileri üzerinde yapılacak en küçük değişimlerin bile büyük etkilere yol açabileceği söylenmektedir.
Bu konuda Tesla’nın da zamanında bazı çalışmaları olmuştur.
İlk kez Nicola Tesla tarafından ortaya atılan “Dünyasal Sabit Dalgalar”, dünyanın kendi kendine bir elektrik ürettiği ve uygun konumlarda bu dalgalara erişilerek kontrol edilebileceği söylemektedir.
Tesla bunu ispat etmek için uygun frekanstaki bu titreşimleri kullanarak elektrik enerjisini çok uzaklara tel kullanmadan aktarabilmişti.
Deneyinde 40Km uzaklıkta bir yerde 200 ampülü yakabilmişti.
Yine Tesla’nın bir amacı da “Kablosuz Dünya İletişim Kulesi”ni inşa etmekti.
Tesla dünya çapında bir iletişim düşünüyordu, kısacası bugünün Internet dünyasını tasarlıyordu.
Fakat bunu kablosuz ortamda gerçekleştirecekti, ama ömrü bu projeyi yapmaya yetmedi.
(1856-1943) Tesla konusu başlı başına özel bir konu olup arasıra bu dahinin görüş ve teorilerinden yararlanacağız.
Gakona’nın bu özel konumundan sonra projenin kimlerin denetiminde geliştirildiğine bakalım.
Aslında kimlerin bu işin altında parmağının olduğunu gördüğümüzde konunun basit anlamda bir araştırma projesi olmadığını görüyoruz.
ABD hava ve deniz kuvvetleri, içlerinde Alaska ve MIT gibi 8 üniversitenin bulunduğu bilim adamları grubu ve ARCO şirketi.
ARCO çok kilit bir şirket, 1994 yılında bu şirket Patriot füzelerini de üreten Raytheon şirketler grubunun bir üyesi olan E-Systems’e satılmış.
ARCO şirketi Prof. Bernard Eastlund adında bir fizikçinin patentini satın almıştı.
ABD-4.686.605 numaralı bu patent, Tesla’nın icatlarından esinlenerek hazırlanmış bir iyonosferik ısıtıcının özelliklerini açıklamaktadır.
Tesla’ya ait iki önemli görüş ve çalışma Eastlund’un ilham kaynağı olmuştu.
(Belki ilham kaynağının ötesinde Tesla’ya ait bazı notlar da bu kişinin elindeydi.)
Tesla, istenirse Çin seddi gibi bir manyetik alan yaratabileceğini, istenirse bunu yönlendirerek motorları dahi eritebileceğini açıklamıştı.
İkinci açıklama ise bunu 2 Milyon doları geçmeyen bir kompleks kurarak özel bir ışınla yapabileceğiydi.
Eastlund’un bulduğu iyonosferik ısıtıcı da aynen bu düşüncelere dayanıyordu.
HAARP da bu düşünce doğrultusunda çalıştırılabilmektedir.
Bu konuyu daha detaylı inceleyebilmek için HAARP’ın resmi ve resmi olmayan amaçlarına bir göz atalım.
HAARP’ın Amaçları:
Bunu ikiye ayırmak durumundayız; birincisi ABD hükümeti tarafından yapılan resmi açıklamalar, diğeri ise bağımsız kaynakların, radyo amatörlerinin ve araştırmacıların yaptıkları.
HAARP’ın resmi kaynaklardaki amaçları:
1-Atmosferdeki termonükleer araçları kontrol edecek elektromanyetik vuruşları gerçekleştirmek.
2-Denizaltılar ile haberleşmeyi kolaylaştırmak. Bu haberleşme ELF(Extremely Low Frequency) ve VLF(Very Low Frequency) dediğimiz 30Hz-30KHz civarında çalışmaktadır. ELF nin yan etkileri bilindiğinden mevcut ELF vericileri ile HAARP vericileri değiştirilmek istenmektedir.
3-Radar sistemlerini geliştirmek.
4-Çok geniş bir alanda ABD ordusunun haberleşmesini sağlamak.
5-Cray ve EMass süperbilgisayarlarının yardımı ile yer altının tomografik haritasını çıkarabilmek.
6-Petrol, doğalgaz ve mineral yataklarını tespit etmek.
7-Cruise füzesine benzer alçak irtifadan uçan füze ve hava araçlarını havada imha etmek.
HAARP’ın sadece bu amaçları gerçekleştirmesi durumunda bile “Star Wars” projesine gerek kalmayacağını görüyor ve çekiniyoruz.
Fakat bunlar işin görünen yanı, buz dağının altında çok daha vahim bir tablo ile karşılaşıyoruz.
Bu tablo projenin karşısında olanlar tarafından dile getirilmektedir.
Özellikle de 230 sayfalık “Angels Don’t Play This HAARP-Melekler HAARP ile Oynamaz” adlı kitap bu görüşleri dile getiren en önemli kaynaktır.
HAARP karşıtı birçok görüş yayınlanmış ve bu görüşler inanılmaz baskılara uğramış, net deki sayfalar kapatılmıştır.
(Umarım bu sayfa da kapatılmaz)
Fakat ABD hükümeti bu karşıt görüşleri tam anlamıyla yalanlayacak bir döküman veya bilgiyi basına vermemiştir.
Bu da karşıt görüş oluşturanların şüphelerinde haklı olma gerçeğini arttırmaktadır.
Şimdi HAARP karşıtı açıklamalara bakalım ve teorileri destekleyen olayları inceleyelim
.1-İklimleri değiştirebilir.
2-Kutupları eritebilir veya yerinden oynatabilir.
3-Ozon tabakası ile oynayabilir.
4-Deprem yaratabilir.
5-Okyanus dalgalarını kontrol edebilir.
6-Dünyanın enerji kuşakları ile oynayarak insan biyolojisini ve beynini etkileyebilir.
7-Radyasyon yaymadan termonükleer patlama oluşturabilir.
Yukarıda yazanları tekrar okuyup son 10 yılda yaşanan olayları göz önünüze getirmenizi istiyorum.
Aklınıza gelen örneklerin sadece basit doğa olayları veya küresel ısınmayla açıklanamayacağını bir kez düşünün.
Dünyamız yaşadığı sıkıntıları sadece doğal nedenlerle mi yaşıyor, yoksa insan parmağı işin içinde mi?
HAARP Çalışma Prensibi ve Gerçek Etkileri:
Bu bölümde işin teknik yanına girip, HAARP’ın resmi kaynaklar dışında iddia edilen etkilere sahip olup olmadığı araştıracağız.
Mantık olarak değerlendirdiğimizde de milyonlarca doları ve değerli bilim adamı kaynağını, üstelik arkasında ABD ordusunun çok önemli bir desteğini de alarak bu işe kanalize etmenin, gökteki ışık oyunlarını incelemek veya iyonosferi biraz ısıtıp neler olacağı görmekle açıklanabileceğini sanmıyorum.
Haberleşmeyi daha iyi yapmak veya toprak altını incelemek gibi başka kaynaklarla da yapılabilecek işlerin ise bu işin asıl amaçlarını gizlemeye yönelik bir çalışma olduğunu düşündüren bulgular vardır.
Proje, “Yıldız Savaşları” projesinden bile tehlikeli, çünkü çok az bir kaynakla, çok büyük etkiler yapabilmek mümkün.
ABD’nin niçin “Yıldız Savaşları” projesini askıya aldığını şimdi daha iyi analiz edebiliyoruz.
Yaptığım incelemeler sonucunda HAARP’ın temel işlevi; iyonosferdeki bir alanı ısıtıp (Minimum 50Km çapında) burada lens-ayna işlevi görecek bir bölge yaratmak ve bu lensi kontrollü bir şekilde kullanarak ELF yayılımı ile doğal olmayan ve yukarıda 7 madde de açıklanan etkileri meydana getirmek.
Bir diğer görüşte çok yüksek enerji ile dünyanın enerji kuşaklarına gönderilecek HF dalgalarının yan etki olarak doğal bir ELF oluşturabileceği ve bunun kontrol dışına çıkması ile yine yukarıda yazan olayların olabileceğidir.
Kısaca bu cümleler ile açıklayabileceğimiz konuyu şimdi ayrıntı düzeyinde inceleyelim.
Öncelikle ELF konusunu incelemek gerekiyor.
Çok düşük frekanstaki radyo dalgalarının(10-30Hz) canlıların sağlığına etkileri kanıtlanmıştır(Davranış bozuklukları, sinir ağı rahatsızlıkları, doku hasarları, doğum bozuklukları, katarakt, bağışıklık ve kan sisteminin bozulması, kanser, ani mutasyon değişiklikleri).
Bu dalgaların yaydığı elektromanyetik radyasyon canlılarda beklenmedik sağlık sorunlarına neden olabildiği gibi, elektronik cihazların da çalışmasını etkilemektedir.
Bunlar arasına kalp pillerinden tutun, uçaklara, TV alıcılarından haberleşme sistemlerine kadar birçok elektronik sistem girmektedir.
ABD ordusunun denizaltılar ile haberleşmede bu sistemi kullandığını fakat sistemin yan etkileri nedeni ile sürekli eleştiri aldığı biliniyordu.
Bu nedenle ELF programı zayıflatılıp yerine “zararsız” olduğu iddia edilen HF ile değiştirilmesi gündeme geldi.
Acaba HF kullanan HAARP zararsız mıydı?
HAARP HF enerji dalgalarını “vuruşlu” iletim haline çevirerek kullanıyor.
Başka bir deyişle, HAARP aslında ELF sinyallerini belirli oranda (saniyede 30-3000 devir) açıp kapatarak, onun gücünü iki kat arttırıyor.
Sonuçta, istenildiği takdirde ELF radyasyonu gezegenin yüzeyinde “belirli bir alana” yöneltilebilecekti.
Oluşturulan bu göksel şemsiye hem ELF sinyallerini yansıtabiliyor hem de aynı zamanda kendisi ELF yayabiliyordu.
ELF ile ilk oynayanlar ABD değil Rusya’dır.
Rusların yapmış olduğu fakat bugünkü kadar denetimli olmayan ilk ELF vericilerine ABD de “Rus ağaçkakanı” denmişti.
1976 yılının 4 Temmuz tarihinde Ruslar her biri 40’ar milyon Watt’lık üç vericiden dev bir elektromanyetik alan yaymaya başladı.
Bu teknoloji Tesla’nın parlak çalışmalarının bir eseriydi.
ELF dalgaları yayan ve bir diğer adıda Tesla vericileri olan bu dev vericiler yüksek basınç bloke sistemleri meydana getiriyor ve iklimlerin değişmesine neden oluyordu.
Rus ağaçkakanı ABD California da o zamana kadar görülmeyen bir kuraklığa neden olmuştu.
Meteoroloji uydularından alınan bilgilerde de bu yüksek basınç alanı adeta bir bıçak gibi görülüyordu.
1993 yılına kadar devam eden bu durum, radyo dalgalarının bozulmasına, kuraklığa, bazı yerlerde sellere neden olmuştu.
Tümü belgelenen bu olaylar Rusların vericileri kapaması ile son bulmuşu.
10 Aralık 1976 tarihinde Birleşmiş Milletlerin aldığı bir karar son derece ilginçtir.
“Askeri veya herhangi bir çevresel değişim tekniklerinin düşmana yönelik kullanımı yasaklanmıştır”.
BM’in bu şekilde bir karar almaya iten neydi?
Çevresel değişimleri yapacak bir teknoloji olmasaydı acaba böyle bir karar alınır mıydı?
HAARP ve ELF arasındaki bu ilişkiyi ve ELF nin etkilerini gördükten sonra HAARP veya benzer teknolojilerin yarattığını düşündüğümüz doğal görünümlü fakat insan tarafından yaratılan bazı doğa olaylarının örneklerini inceleyelim.
HAARP ve Doğa Olayları İlişkisi:
1981 yılında nükleer mühendis ve ABD nin önde gelen Tesla araştırmacılarından Albay Thomas Bearden, Amerikan Psikotronik Derneği’nde bir konferans verdi.
Konuşmasının bir bölümünde 1978 yılında Specula dergisinde de tartışılan Tesla vericileri tarafından üretilen kalıcı dalgalardan bahsetti.
Yaptığımız şey frekansı değiştirmektir. Eğer frekansı bir yönde değiştirirseniz, enerjiyi dünyanın diğer bölümünde hedeflediğiniz yerin ilerisindeki atmosfere boşaltırsınız. Havayı iyonize etmeye başladıkça, hava akışı seyrini, jet gidişlerini vb. şeyleri değiştirebilirsiniz. Bu mükemmel bir hava makinasıdır. Eğer ani bir şekilde boşaltırsanız, bunun gibi küçük iyonizasyon elde etmezsiniz. Bu kez kıvılcımlar ve ateş topları dünyanın yüzeyine boşalacaktır. Bu aletle ileri geri oynayarak, dünya çapında dev hava değişikliklerine yol açabilirsiniz.”
28.Temmuz.1976 yılında Çin, Tanghan’da yaşanan ve 650.000’in üzerinde kişinin ölümüyle ilgili New York Times’da bir yazı çıktı.
Sarsıntıdan hemen önce gökyüzü aniden aydınlanmıştı.
Beyaz ve kırmızı ışıklardan oluşan bu ateş topu 200 mil uzaktan bile görülmüş, birçok ağacın yaprakları yanmış ve sebzeler kavrulmuştu, tıpkı 17 Ağustos 1999 depreminde olduğu gibi.
1979 yılında 56 önemli deprem olmuş.
1981 yılında ise bu rakam 71’e yükselmiş.
Bu tarihte hem ABD, hem de Rusya ELF ericilerini arttırmıştı.
Burada kısa bir bilgi notu daha düşmek istiyorum.
Dünyada büyüklüğü 7 ve üzerindeki depremlerin yıllara dağılımı:
70 li yıllarda 5, 80 li yıllarda 5 ve 90 lı yıllarda 9 dur.
Bilim adamları ne kadar olayları doğal seyrinde giden bir durum gibi izah etmeye çalışsalar bile sismik hareketlerde gerek sayı gerekse büyüklük olarak bir artış vardır.
Volkanik hareketlerde, sel ve tayfunlardaki artışları da güncel haberleri takip edenler görmektedir.
Dünyamız adeta bir kabuk değiştirmektedir.
Bu olayların ortaya çıkmasında insanların ne kadar etkisi olmaktadır.
Yer altında yapılan nükleer patlamaların, dünyanın çok farklı yerlerinde volkanik ve sismik hareketlere neden olduğunu artık biliyoruz.
Zaten bu nedenle denemelere son verildi.
Ama dünyamızın dengesini ve doğal gidişini değiştiren HAARP ve benzeri sistemler halen kullanılmaktadır.
İşin tehlikeli bir yönü de yaratılmak istenen küçük ve kontrollü atmosferik ve sismik olayların kontrolden çıkacağıdır.
Buna domino taşı etkisi de denmektedir.
Örneğin Ankara’dan İstanbul’a uzanan bir domino taşı dizisi yapalım.
Bir taşı devirdiğimizde sırayla İstanbul’a kadar uzanan taşlar devrilir.
Fakat bu taşların gittikçe büyüdüğünü düşünelim ve İstanbul’daki son taş 1 ton ağırlığında olsun.
Küçük bir domino taşını Ankara’dan devirdiğimizde 1 ton ağırlığındaki son taş yıkıldığında ortaya çıkan enerji ilk verdiğimiz enerjiden kat kat büyüktür ve bilim adamları özellikle sismik oluşumlarda bu tip küçük tetiklenmelerin büyük sarsıntılar meydana getirebileceğini kabul etmektedir.
Konumuza dönecek olursak anlattıklarımızın sadece varsayımlar olmadığını, bilimsel gerçeklere dayanarak bu olayların olabileceğini ve hatta olduğunu söylemektir.
Yer altındaki fay hatlarının nereden geçtiğini ileri teknoloji sahibi ülkeler son derece hassas bir şekilde biliyorlar.
Bu hatlara yapılacak küçük bir “tetiklemenin” nelere yol açabileceğini de sanırım test ettiler.
HAARP Karşıtı Hareketler:
Yazımızın başında HAARP karşıtı görüşlerin olduğunu söylemiştik.
Özellikle radyo amatörlerinin ve bağımsız araştırmacıların bu konuda verdiği bazı bilgileri aktarmak istiyorum.
Clare Zickuhr, konuyla ilgilenen bir ARCO çalışanı ve aynı zamanda bir radyo amatörü. Gar Smith, bağımsız araştırmacı ve “Earth Island Journal” in editörü. Bu ikilinin konuyla ilgili görüşleri ise şu şekilde:
Şu anda Alaska, Gakona yakınlarında izole edilmiş Hava Kuvvetleri faaliyet alanında yapılanma altında olan Pentagon’un sırlarla dolu HAARP projesi, dünyanın en güçlü iyonosferik ısıtıcını yaratmak için ilk adımı attı. Bilimadamları, çevreciler ve yerliler dünyanın iyonosferine 1 Gigawatt’tan fazla radyasyonlu güç verme kabiliyeti olan HAARP projesi için vericilerinin, insana vereceği zarar, doğal hayata karşı oluşturacak olan tehdit ve etkisi hemen ortaya çıkmayan çevresel etkileri daha da tırmandıracağı konusu ile ilgileniyorlar.ARCO’nun patentlerinden biri Alaska’nın mükemmel bir bölge olduğunu, çünkü bu icat için istenilen uygun irtifalara uzanan manyetik alan çizgilerinin dünyayı ancak Alaska’da ikiye böldüğünü belirtir.HAARP yetkilileri, Eastlund’un icadıyla herhangi bir ilişkiyi yalanlarken; Eastlund, Ulusal Halk Radyosu’na gizli ordunun 1980’lerin sonunda ortaya attığı kendi çalışmasını geliştirmeyi planladığını söyledi. Microwave News’in Mayıs 1994 sayısında Eastlund kendi patentlerinin gerçekleşmesi için HAARP projesinin açıkça ilk adım olarak gördüğünü söylemiştir. HAARP’ın orduyla olan ilişkisi; ARCO’nun APTI’yi ve E-Systems’e satmasıyla birlikte daha da belirginleşmiştir
Princeton Üniversitesi’nden Dr. Richard Williams, “Üst amosferdeki kimyasal elementleri, ozon moleküllerinin oluşumunda esaslı bir etkiye sahip olabilir... İyonosferin ısısının değiştirilmesiyle ozon üreten kimyasal reaksiyonların etkileneceği bilinmektedir.”
Prof. Dick Williams, “Bugüne dek eşi görülmemiş miktardaki enerji, yine benzeri görülmemiş bir reaksiyon üretebilir. İyonosferle deney yapmak oldukça dikkat isteyen, hassas birşeydir. Belli bir yerde sınırlandırılmış olay, dünyaya oldukça hızlı bir şekilde yayılabilir.”
Alaska halkı bir avukat tutarak bu bölgede yapılmakta olan HAARP deneylerine bir son verilmesi için kongre üyelerine dilekçe göndermiştir.
Başkan Clinton’un da konuya sıcak bakmadığını ve projeye destek vermediğini biliyoruz.
Internet üzerinde yaptığım araştırmalarda aşağı yukarı hep aynı şeylerden bahsediliyor.
Aydoğan Vatandaş’ın “HAARP Kıyamet Teknolojisi” adlı kitabındaki herşeyi Internet’te bulmak mümkün.
Sonuç:Bir radyo amatörü olarak doğrudan bizi ilgilendiren bir konu üzerinde yaptığım araştırmaları sizlerle paylaşmanın doğru olacağını düşündüm.
Şahsi görüşüme gelince:
Bugün dünyamızın dengesinde bir takım değişimler olduğunu biliyor ve görüyoruz.
Bunun nedenini dünyamızın önümüzdeki 30 yıl içinde gireceği yeni Altın Çağı’na bağlayanlar ve üzerindeki insanların neden olduğu etkilere bağlayanlar var.
Kimilerine göreyse tamamen rastlantısal olaylar.
Kıyamet ve Altın Çağ ile ilgili bir yazımı da daha sonra sizlerle paylaşmayı düşünüyorum.
Fakat üzerinde yaşadığımız dünyanın insanları tarafından yaratılan olumsuz durumların bugün yaşadığımız bir çok olaya etki ettiğini düşünüyorum.
Açıkçası bilerek veya bilmeyerek yapılan yer altı nükleer denemelerinin ve HAARP projesinin sismik ve atmosferik hareketlere neden olduğunu söyleyebilirim.
Ne yazık ki bazı ülkeler sadece kendi çıkarlarını düşünerek hareket ediyor ve bunun sonucunda oluşan olumsuz olaylardan hepimiz etkileniyor.
Fakat onların da anlaması gereken çok önemli bir nokta var:
Doğa ile oyun olmaz.
-Alıntıdır.-
Konuyla İlgili Alıntılar.

17 Ağustos 1999 Depremi ve Gizlenen Gerçekler

Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin 76 yıllık tarihinde, İsrail’li Subayların TSK devir teslim törenlerinin hiç birine katılmamışlar iken, neden 17 Ağustos 1999 tarihindeki Donanma Komutanlığı’nın devir teslim törenine katıldılar? Furkan Dergisi Temmuz 1999 sayısında, yer alan ifadeler aynen şöyledir.
Mesela basına verilmeyen, ancak istihbarat kapsamında edindiğimiz bilgilere göre, Gölcük askeri tesislerinde oldukça garip olaylar meydana gelmektedir.
Kapılar kendi kendine açılmakta, mühimmat depoları içinde, siyahi ziyaretçiler görülmekte, arabalar durduk yerde çalışmakta..”
Depremden sonra bir çok teoriler ortaya atılmıştı fakat içlerinde en ilginç olanı Future Times’da yayınlanan araştırma dizisinde yer alan hikaye şöyleydi : Kaliforniya San Andreas fay hattında meydana gelebilecek büyük bir depremin Amerikan ekonomisine çok büyük zarar vereceğini bilen ABD, yer kabuğundaki değişimleri izleyerek, daha deprem oluşmadan tektonik katmanlar arasında artan basıncı değişik noktalardan patlatıp boşaltarak, büyük depremi küçük depremler halinde dönüştürmenin yolunu bulmuştu.
Yıllar önce Sırp asıllı Amerikalı bilimadamı mucit Nicola TESLA tarafından geliştirilen bu “düşük frekanslı elektromanyetik ışınımla yüksek enerji nakli” tekniğini, hem Ruslar hem de Amerikalılar uzun zamandır bir silah olarak kullanmanın yolunu arıyorlardı.
Bu yöntemle çok uzaktan, hatta uzaydan geniş alanlarda tahribat yapabileceklerdi.
ABD dünyanın ve kendi insanlarının tepkisini almamak için bu projeyi barışçı “deprem indirgeme” sistemi diyerek, bir yandan tepkileri azaltıp diğer yandan fonlama devamlılığını sağlamayı amaçlıyordu.
Bu nedenlerle proje önce Avustralya’nın çıplak ve seyrek nüfuslu kırsal bölgelerinde denendi ve geliştirildi.
Daha sonra değişik zamanlarda Kafkaslar’da, Okyanus tabanında ve Güney Amerika’daki Ant dağlarında denendi ve büyük aşama kaydetti.
Bu arada Türkiye, Japonya ve benzeri deprem kuşağındaki ülkelere sismik ağ şebekeleri kurularak bu bölgelerin tektonik verileri saniyesi saniyesine devasa bilgisayarların kayıtlarına gönderilmeye başlandı.
Üniversitelerle ortak projeler geliştirildi, yüzlerce bilimadamına Amerika’da deprem konusunda araştırma yapma bursu verildi.
Ancak projenin gizliliği esastı.
Bu nedenle tüm ilişkiler paravan araştırma kurumlarında yürütülüyordu.
Ancak zaman zaman bilgi sızıntısına olanak verilerek halkın bu konu hakkında bilgi sahibi olması istendi.
Kobe’de ve başka yerlerde meydana gelen depremlerin arkasındaki gariplikler çıkar gruplarınca terör ve mafya örgütlerinin işi gibi gösterilmek istendi ve bunda da başarılı olundu.
Ve gün geldi bu sistem Türkiye’de denenmek istendi.
Zaten bölge bu amaçla yıllardır sismik espiyonaj altındaydı.
Nitekim gelişmeleri takip edenler, depremden hemen sonra, Milli İstihbarat Teşkilatı’nın girişimleriyle Türk Telekom’un Türkiye’nin sismik bilgilerini Pentagon’a ileten NATO Üssü’nün iletişimini nasıl kestiğini hatırlayacaklardır.
ABD’nin asıl hedefi, Kuzey Anadolu fay hattındaki deneyden elde edeceği tecrübe ve bulguları,Kaliforniya San Andreas fay hattına uygulamaktı.
Bu iş yine çok yüksek askeri gizlilik taşıdığından yürütme işi İsrail’li uzmanlara verilmişti.
Gerekli makine ve donanım gizlice denizaltılarla Gölcük Üssüne getirilerek oradaki, yeraltı-denizaltı korunaklarına kuruldu.
Türk makamları durumdan detay bazda haberdar değillerdi.
Bunu İsraillilerle yürütülen askeri tatbikatın bir parçası olarak düşünüyorlardı.
(Zaten İsraillilerle yapılan askeri tatbikat bu operasyon doğrultusunda önceden planlanmıştır.
Çünkü dünyanın ve Türk Milletinin dikkatlerini çekmemek için tatbikat adı altında HAARP-TESLA Deprem Makinesini getirip rahatça kurdular.)
Böyle bir makinenin deneneceğini zamanın Cumhurbaşkanı, Başbakanı, Genel Kurmay Başkanı biliyordu, fakat ABD (Siyonistler tarafından yönetiliyor) ve İsrail’liler (Siyonistler) bizimkileri makinenin denenmesi için şu şekilde ikna ettiler :
olası İstanbul merkezli bir depremde 100.000 kişinin ölümü, yüz milyar doları aşan maddi kayıp ve Türkiye’nin en az 25-30 yıl geri gitmesi demektir,
diyerek bizimkileri ikna ediyorlar.
İsrailliler Amerikalı’larla gece şartlarında elektro-sismik haberleşme tatbikatı yapacaklardı.
Deney başarılı olacağından sonunda kimse normal dışı bir şeyin olduğunu farketmeyecekti.
Bu amaçla Gece Şahini Tatbikatı’nın (Operation Night Hawk) saat 03:00’te başlaması planlandı.
Gece saat tam 03:00’te düğmeye basılacak ve Gece Şahini devreye girecekti.
O an uzay filmini andırır devasa cihazlar çalışmaya başlayacak ve 1-2 dakika içinde de oluşturdukları muazzam enerjiyle Marmara’nın altındaki tektonik tabakayı zayıf yerlerinden kırıp, aylardır oluşan basıncı dışarı atacaklardı
Böylece büyük bir deprem önlenmiş olacaktı.
Ama o gece sabaha karşı birşeyler yanlış gitti.
Ve beklenen gerçekleşmedi. Herşey bir anda olup bitmişti.
Cenab-ı Hakk’ın Doğası kendini yönetmeye kalkanlardan bir kez daha intikam almıştı.
45 saniye süren deprem, beklenenin 10,000 kat üstünde bir güçle gelmişti.
Her yeri bir anda yerle bir etmişti.
Zayıflayan ve titreyen elektrikler az sonra geri geldiğinde, gece saat 03:05’i gösteriyordu.
Daha birkaç dakika öncesine kadar korunağın içinde ŞAMPANYA patlatmayı bekleyenler, şimdi korkudan buz gibi donmuş, hareketsiz ayakta duruyorlardı.
Kimsenin ağzını bıçak açmıyordu.
On binlerce insan, çoluk çocuk, o an enkaz altında can çekişiyor veya cansız yatıyordu.
Bu düşünce ile hepsi ürperdi.
Bu asrın en büyük felaketiydi; hem de insan eliyle yapılan bir felaket...
Sessizliği İsrailli komutanın buz gibi emri bozdu:
“Lets pack! We’re moving out! Call operation-Q! Right now! Immediately! Stop whinning! Move, move, move!”
(Toplanın! Kaçıyoruz! Q planına geçiyoruz. Şimdi..Hemen! Hadi, hadi!!!)

İşte o andan sonra çantalardan çıkan “Q planı” çalışmaya başladı.
İlk önce bölgedeki tüm haberleşme ve elektrik enerjisi felç edildi.
4 dakika içinde İsrail Başkanı Barak ve ABD Başkanı Clinton ile irtibat kuruldu.
O anda İsrail’de Ben Gurion’un Lod askeri havaalanından 4 adet savaş uçağı eşliğinde 2 nakliye uçağı havalanıyordu.
2 dakika sonra da İsrail Deniz Kuvvetleri ve NATO Güney Deniz Saha Komutanlığı’na bağlı tüm birlikler DEFCON-4 acil durumuna geçirildi.
Amerikan 6’ncı filosuna bağlı gemiler de rotalarını İstanbul’a çevirmek için Pentagon’dan emir aldılar.
Bu arada ilginç bir şey daha olmuştu.
Depremle ilgili haberler birbiri ardına gelirken, bir haber önce görünüp sonra kayboldu. 20 Ağustos Cuma akşamı televizyonlar bir İsrail uçağının Ataköy açıklarında denize düştüğünü duyurdu.
(bu bize Cenab-ı Hakk’ın bir lütfu ki, bu olayları kimin yaptığını anlamamız için işaretler gönderiyor)
Ancak bir süre sonra haber kesildi ve uçağın akıbeti ile ilgili bir daha haber alınamadı.
Olaydan bir gün sonra Deniz Kuvvetleri’nden bir dostum beni aradı ve bu olayda birtakım soru işaretleri bulunduğunu, bu konunun perde arkasını araştırmamı rica etti.
Kısa sonra ulaştığım bilgiler, gerçekten ilginçti.
Uçak, düştükten kısa süre sonra teknesiyle o sırada Ataköy açıklarında olan balıkçı Abdullah KAPLAN tarafından kurtarılmıştı.
Abdullah Kaplan olayı şu şekilde anlatmıştı :
Uçağın düştüğünü görünce derhal yardıma gittik. Uçağın kanatları yara almıştı. Hemen uçağı bağladık ve Zeytinburnu limanına çektik. Teşekkür beklerken küfür yedik. Ne olduğunu bile anlamadık.
Bu konu o gece o bölgede görev yapan Sahil Güvenlik 4. Botunun sorumluluk alanındaydı.
Araştırmalar Sahil Güvenlik’in bu konuyla ilgilenmediğini ortaya çıkardı.
Olay yerine gelen televizyon ekipleri ise şaşırtıcı bir şekilde çekim yapmaktan vazgeçmişlerdi. [patronlarından (İsrail-Siyonistler) aldığı emir gereği]
Daha sonra uçağı Zeytinburnu’na yanaştıran balıkçı Abdullah Kaplan, olayı Kumkapı’daki Gümrük Muhafaza’ya iletti.
Kısa süre sonra tutanak tutuldu.
Ancak Gümrük Muhafaza da tutanak tuttuğuna pişman oldu.
Uçağın sahibi İsrail asıllı biriydi.
O gece ne olduğu ise bir türlü anlaşılamadı.

Deprem için 1900’lerin başından beri Nicola TESLA adındaki Sırp asıllı bir bilimadamının buluşu olan “elektromanyetik endüksiyon tekniği” (TESLA Makinesi) kullanıldı.
Makinenin ABD Kaliforniya San Andreas fay hattında olacak muhtemel bir deprem öncesi kullanılması düşünüldü.
(ABD’lilerin asgari zarar ve ölümlerinin azaltılması için bazı denekler gerekiyordu, onların gözünde bir hayvandan bile daha değersiz olan bizim gibi insanlar üzerinde denenmesi normaldi. ) Neden Türkiye diye soracak olanlar için ise;
- Türkiye de ne yaparsan yap kimsenin umurunda olmaz, birkaç tane yetkiliyi ikna ettikten sonra her türlü deneyi yapabilirsiniz, bilinçli insan sayısı azdır, genelde okumamış cahildir, araştırmazlar kadercidirler, Kaliforniya San Andreas fay hattının dünyada tek eşi benzeri özelliklere sahip olan ikiz kardeşi Kuzey Anadolu fay hattıdır, karakterleri aynıdır.
Ancak ABD-İsrail’in bölge ile ilgili bu hareketliliği ne kadar gizli olursa olsun bazı kaynaklara sızmasını engelleyemedi.
Kanadalı bir bilimadamı her nasılsa bu gizli verilere ulaşarak, bölgede bir deprem olacağını ve bunun için bölgenin takip altına alındığını anladı.
Ve bunu kendi amaçları doğrultusunda yaklaşık 48 gün ve 240 km hata ile yayınladı.
Ancak ne bu bilimadamına, ne de yayınına daha sonra nedense kimse dikkat etmedi.
Gölcük Donanma Komutanlığı’nda görevli asker, astsubay ve subaylar, Donanma karargahında garip birşeyler olduğunu farketmişlerdi.
Bu konuyla ilgili bilgiler de nasıl olduysa yukarıda ismini zikrettiğimiz dergide yer almıştı. Peki İsrail askerlerinin bu projedeki yeri neydi?
İsrailli askerler ve üst düzey subaylar o gece Gölcük’te ne arıyorlardı?
Bu devir teslim töreni her yıl yapılan rutin bir ulusal törendi.
Uluslar arası bir kimliği yoktu.
Ama İsrailli subaylar ve üst düzey yetkilileri oradaydı!
Peki ne arıyorlardı Gölcük’te?
Bunun nedenini şimdi daha iyi kavrayabiliyoruz.
Çünkü bu proje İsraile ihale edilmişti.
Bizimkilerin ise bir şeyden haberi yoktu (Cumhurbaşkanı, Başbakan, Genel Kurmay Başkanı hariç).
Bize güvenen de yoktu zaten.
Ancak o gece nedense hiç kimse İsraillilere, bugüne kadar hiç katılmadıkları bu devir teslim törenine neden katıldıklarını sormadı.
Ya şaşkınlıktan ya da telaştan, enkaz altında kaç İsrail askerinin öldüğü, kaçının yaralandığını da soran olmadı.
O felakette kaç İsrail askerinin öldüğünü ne Genelkurmay yayınladı ne de İsrail böyle bir bilgiyi açıklamak nezaketinde bulundu.
Herkese verdikleri imaj ise oraya bize yardım için geldikleri şeklindeydi.
Hemen bir hastane kurdular.
Yaralarımızı sarmaya yardımcı olmak için daha sonra o bölgede bir yerleşim merkezi kuracaklarını açıkladılar.
(İsrailliler bizim kara kaşımıza kara gözümüze mi hayranlar, bizi çok mu seviyorlar, bizi çok sevdikleri için mi Türkiye’nin doğusunu kendi toprakları olarak gösteriyorlar. Arz-ı Mev-ud, Vaad edilmiş topraklar Büyük İsrail Devleti).
Esas amaçları enkaz altındaki askerlerini ve önemli askeri malzemeleri çıkararak götürmekti.
Gerisi paravan operasyondu.
Bizde “Bak şu İsrail’e, olsun, hemen yardımımıza koştu” diyerek sevindik.
Bu operasyon neden gündüz değil de gece olmuştu?
Çünkü olacakları kimsenin görmemesi ve gözlemci riski ise en az düzeyde olduğu için gece oldu.

Gece saat 03:00’te operasyonun başlaması için yeşil ışık yakıldı.
TESLA Cehennem makinesi yer altındaki sığınakta ve deniz altında çalışmaya başlamıştı.
En geç 1-2 dakika içerisinde gücü en üst düzeye ulaşmış olacaktı.
Aynen de öyle oldu.
Makine gürültüyle enerji toplamaya başlamıştı.
Bu sırada, Avustralya’da ve Okyanusta bu tür suni depremler öncesinde görülen elektrik boşalması, hava yarılmasından oluşan ışıklar ve patlamalar oluştu atmosferde.
Ve arkasından da makinenin boşalması ile birlikte yer yarıldı ve oluşturulan enerji doğaya aktarıldı.
Ancak hesapta doğanın (Cenab-ı Allah’ın) oyunu yoktu.
Oluşan deprem hem beklenenden çok uzun süreli, hem de çok daha güçlü çıktı. Şiddeti 7.4’e ulaştığında Amerika’da aletler 7.8’i gösteriyordu.
Ve büyük bir patlamayla her şey kontrolden çıktı.
TESLA deprem makinesi, depremin enerji gerilimine dayanamayıp parçalandı ve ortaya çıkan güç yeraltında muazzam bir patlamaya neden oldu.
Ve bu yer altı labaratuvarının tam üstündeki, herşeyden habersiz uyuyan yüzlerce askeri barındıran ve 8 şiddetindeki depreme dahi dayanıklı olması gereken askeri tesisler un-ufak olarak dağıldı.
(demek ki deprem 8’den daha şiddetli oldu)
(ABD’li ve İsrailli Siyonistler bir insan olarak Cenab-ı Allah’ın doğa olaylarına karışamayacaklarını anlayamamışlardı,)

Bir tedbir olarak tüm bölge ve hatta bütün İstanbul 4 saat süreyle bir haberleşme ablukası altına alındı.
Elektrikler kesildi ve telefonlar iptal edildi.
Kimsenin birbiri ile haberleşmesi istenmiyordu.
Cumhurbaşkanı dahi sabahleyin “benim de telefonlarım kesildi”
(Türkiye’de bütün her yerin telefonları dahi kesilse önemli kurumların kesilmez çünkü uydu telefonları vardır. Ama uydu iletişimini dahi kestiler) şeklinde garip bir açıklama yapacak ve biz de buna bir anlam veremeyecektik.

Demirel tam bir şaşkınlık içindeydi. (Cumhurbaşkanı’nın şaşkınlığı normaldir çünkü o na böyle bir şeyin olacağı ihtimali söylenmemişti.
Bu olay duyulur ise Türk halkına nasıl izah edeceğini bilmediği için şaşkınlık içinde idi.)
(Hoş bu olay ortaya çıksa bile bu olayı terör örgütü veya mafyanın yaptığı açıklaması yapılacaktı.)
Ne yapacaklarını bilmedikleri için ne Cumhurbaşkanı, ne de Başbakan saatlerce bir şey diyemedi, demeç veremediler.
“Üzgünüz” dahi diyemediler.
Ancak sabah saat 09:00 sularında televizyon ekranlarının karşısına geçip halka üstün körü bir açıklama yapabildiler.
Durum vahimdi.
Hatta belki de Clinton dahi o anda konuya ilk kez vakıf olan yardımcılarından ve olağanüstü Milli Güvenlik konseyinden görüş alıyor ve Türkiye’ye nasıl yardım edileceğini hesaplıyordu.
Hemen gerekli sıhhi yardım ekipleri organize ediliyor ve bölgedeki tüm Amerikan askeri birlik ve filolarına Türkiye’ye doğru hareket emri veriliyordu.
Amerika diyetini Türkiye’ye tam destek vererek ödemeye çalışıyordu adeta.
Bu arada devreye Avrupa ülkelerinin liderleri de giriyor ve belki de onlardan da Türkiye için sözler alınıyordu.
Yunanistan bile harekete geçirilerek Türkiye’ye karşı olan hasmane tutumuna son vermesi sağlanıyordu.
Tüm Batı başkentleri hareket halindeydi, panik yoktu.
Herşey kontrol ve koordinasyon altındaydı; bir tek Türkiye dışında.
Bizde ise sanki bu emrivaki felakete karşı nasıl tavır almaları gerektiğine bir türlü karar verilemiyor; kararsızlık içinde bocalayarak büyük bir gizlilik içerisinde ne olduğunu anlamaya çalışıyorlardı.
Sabah saat 03:05 ile 06:30 arasında Batı’da bu hareketlilik yaşanırken bölgede de çok hızlı ve çok gizli bir askeri hareketlilik hakimdi.
Ancak herkes kendi derdine düşmüş olduğundan bu olağanüstü gizli operasyondan kimsenin haberi olmuyordu.
Böylece bu işi planlayanlar, gecenin karanlığından da yararlanıp denizaltından parçaları yüzeye vuran TESLA makinesinin kalıntılarını toplayıp, yer altı ve yerüstündeki tüm delilleri de yok ediyorlar ve hatta belki de insanları canlı canlı gömerek tüm izleri yok etmeye çalışıyorlardı.
Ve bölgeye son hızla Rus araştırma gemisi dahi sabah saat 06:30’da bölgeye vardığında, havanın aydınlanmasıyla birlikte etrafta delil olabilecek tek bir cisim bile kalmamıştı.
Deniz altında oluşan radyasyon anlaşılmasın, dibe çöken kalıntılar araştırılmasın ve patlama sonucu meydana gelen denizaltı krateri ve çukur ortaya çıkarılmasın diye bu bölge derhal askeri karantinaya alınarak dalışa yasak bölge ilan ediliyordu.
Ancak bütün bu temizlikler yapıldıktan sonra Ecevit ve daha sonra da Demirel’in bölgeye gitmelerine izin veriliyordu.
Onların dahi ne bölgeye uçuşlarına, ne de telefon irtibatı kurmalarına izin vardı. Sanki koskoca İstanbul ve Kocaeli bölgesi uzaydan gelen yaratıklar tarafından abluka altına alınmışçasına tam bir haberleşme karanlığına sokulmuştu.
Tek bir telefon dahi çalışmıyor, elektrikler verilmiyordu.
Ancak Ecevit ve Demirel, belki de olan biteni içlerine sindiremediklerinden (olmayan vicdanlarının azabı çektikleri için, yıllardır bu milletin sırtından geçindikleri için) olsa gerek, evleri kendilerine mezar olan binlerce insanımızın da acısıyla bir türlü rahat hareket edip halkla bütünleşemiyorlardı.
(Eğer olay ortaya çıkmış olsa idi bu olay PKK terör örgütünün üzerine atılmak sureti ile geçiştirilecekti. Bu doğrultuda CNN haber spikeri Patronları olan ABD-İsrailli Siyonistlerden aldığı emir doğrultusunda Ecevit’e şu soruyu yöneltiyordu.)
CNN haber spikerinin “depremin ardında PKK mı var?” sorusuna, Ecevit ona “siz ne saçmalıyorsunuz, deprem ile PKK’nın ne alakası var? Bu deprem Cenab-ı Allah tarafından gönderilen bir doğa olayıdır!!” demesi gerekir iken, diyemiyordu.
Sadece spikerle göz göze gelmemeye dikkat ederek “sanmıyorum” gibi o günlerde bizi epeyce şaşırtan bir ifade kullanıyordu.
Peki, Amerika ne yaptı sonra?
Hemen tüm imkanlarını Türkiye için seferber etmedi mi?
Clinton Amerikan halkından Türkiye’ye yardım etmelerini istemedi mi?
Kasım’da Türkiye’ye geleceğini ilan edip, Ecevit’in de bu arada Amerika’ya kendini ziyarete geleceğini haber vermedi mi?
Ecevit belki de Amerika’ya bu felaketin ve binlerce şehidin diyetini konuşmaya gidecekti.
Nitekim gitti de.
Ardından Clinton Türkiye’ye gelerek deprem bölgesini ziyaret etti, insanlarla konuştu, bizleri çok sevdiği imajı verdi, bebekleri kucağına alıp sevdi, onlara hediyeler ve yardımlar verdirdi.
(bizlerde; ABD-İsrailli Siyonistler bizi ne kadar çok seviyorlar mış, dedik)

ABD’nin bu aşırı ilgisi sadece bir müttefik olmasıyla açıklanamazdı.
Bu arada, acaba hükümet içinden sızan bilgiler, bazı bakanların özellikle MHP kanadının yabancılara karşı saldırgan tavır takınmalarına neden olmuş olamaz mı?
İlk anda çok yadırgadığımız Sağlık Bakanı Osman DURMUŞ’un “yabancılara tek hasta bile vermem ve onlardan kan da almam” demesini şimdi yadırgayabiliyor musunuz?
ABD’nin saygın gazetelerinden New York Post’un haberine bir de bu gözle bakın:Türk hükümeti, ABD’nin Deniz Hastanelerini kullanmıyor...
Türkiye’deki şiddetli depremde 27.200’den fazla kişi yaralandı.
Ancak yetkililer tarafından dün yapılan açıklamada, depremin meydana geldiği tarihten itibaren geçen iki haftalık süre içinde ABD tarafından gönderilen Deniz Kuvvetleri’ne ait üç adet yüzer hastanede henüz tek bir hastanın bile tedavi edilmediği bildirildi.
Türkiye’ye gönderilmiş olan uluslar arası yardımın çoğunun kullanılmaması Ankara’daki hükümetin eleştirilmesine neden oldu. Türkiye’de yayınlanan Radikal gazetesi dünkü sayısında, 750 ton yardım malzemesiyle yüklü bir İsrail gemisinin üç gün süreyle gümrükte tutulduğunu yazdı. ABD gemilerinin İzmit’e varışından önce Türkiye Sağlık Bakanı Osman DURMUŞ’un, bu gemilere ihtiyaç olmadığına ilişkin sözlerine geniş bir şekilde yer verildi. Ancak ABD Büyükelçiliği, aralarında 600’den fazla yatak taşıyan Kearsarge adlı geminin de bulunduğu üç adet yüzer hastaneyle ilgili olarak bir uyuşmazlık yaşanmadığını bildirdi.”
Ne ölenler geri gelir, ne de anılarımız.
Ancak İzmit’te, Gölcük’te Yalova’da Halıdere’de Avcılar’da, Bolu’da Düzce’de ve daha nice yerleşim merkezinde enkaz altında hayatlarını yitiren binlerce Mehmet, Hatice, Ayşe ve Ali’ye karşı bir vicdan borcumuzda mı olmayacak?
Onlar geride gözleri yaşlı onbinlerce sevenlerini, sıcaklıklarından mahrum bırakırken, sırf Kaliforniya’da Jony’ler, Susan’lar ve Alice’ler yaşasın diye yaşamdan çalındıklarını dünya bilmesin mi?

Emekli Bir Subay: 17 Ağustos depremi kuşkusuz hepimizi derinden sarstı. Deprem bütün ülke halkını derinden üzerken, depremin açtığı yaralar hâlâ tam haliyle sarılabilmiş değil. Açıkça söylemek gerekirse 17 Ağustos Gölcük depreminden sonra ben de yukarıdaki senaryoya benzer şeyler düşünmüştüm. Daha sonra sağduyusuna güvendiğim bir dostuma “acaba onların işi olabilir mi?” diye sordum. Önemli bir devlet kurumunda uzman olarak çalışan dostum “Açıkçası ben de aynı şeyi düşündüm” diye cevap verdi, son derece sakin bir şekilde...

Bu yazı Sayın Aydoğan VATANDAŞ Bey’in “HAARP-KIYAMET TEKNOLOJİSİ” adlı kitabından özet olarak alınmıştır.
-Alıntıdır.-





Konuyla İlgili Diğer Alıntılar:
3.DÜNYA SAVAŞI VE TEOLOJİSİ
http://menkibeler.blogspot.com/2008/05/3dnya-savai-ve-teolojisi.html
GİZLİ DÜNYA DEVLETİ VE SİYONİZM
http://menkibeler.blogspot.com/2008/04/eski-hesaplar.html
YENİ DÜNYA DÜZENİ
http://menkibeler.blogspot.com/2008/04/derin-dnya-devleti-30-mays-1919da-paris.html
Finans baronlarinin Dunya imparatorlugu http://www.metalurji.org.tr/dergi/dergi141/d141_1217.pdf
TESEV-ABD-TÜRKİYE İLİŞKİLERİ KONFERANSI-PAUL WOLFOWITZ'İ ANLAMAK
http://sudakiates.blogspot.com/2008/07/tesev-abd-trkiye-ilikileri-konferansi.html
TÜRKİYEDE AMERİKAN MISYONERLERİ VE ARMAGEDDON http://menkibeler.blogspot.com/2008/04/trkiyede-amerikan-misyonerleri-ve.html
ATATURKU NICIN OLDURDULER
http://sudakiates.blogspot.com/2008/08/atatrk-niin-ldrdler.html
33 DERECELI MASONUN ITIRAFI_ ATATURKU SILAHLA ORTADAN KALDIRMAYI DUSUNDUK
http://sudakiates.blogspot.com/2008/08/33-dereceli-masonun-itiraf-