23 Eylül 2008 Salı

5 Genelkurmay Başkanı niçin Ergenekonla suçlanıyor?

Her şey 1991 yılı başında ABD'nin Körfez saldırısı ile başladı.
ABD, Bağdat'a yürümedi,

Irak'ın kuzeyinde bir Kürt isyanı kışkırttı.
Arkasından,

Irak Ordusunun 36. enlemin kuzeyine geçmesini önleyerek buradaki Kürt oluşumunu güvence altına aldı.
ABD'nin planı şuydu:

Önce Kuzey Irak'ta bir Kukla Kürt Devleti kurmak
ve sağlamlaştırmak,
sonra Irak'ı tümüyle işgal etmek.

Kukla Devleti

Türkiye'nin güneydoğusu,
Suriye'nin doğusu ve
İran'ın batısından

koparacağı parçalarla birleştirerek
Büyük Kürdistan 'ı, yani İkinci İsrail'i kurmak.


(Bakınız; AMPUL http://turkcutoplumcu.org/index.php?option=com_content&task=view&id=176&Itemid=31 )

Yani :
Büyük Ortadoğu Projesi
(Tayyip ve Gül'ün eşbaşkanları olduğu proje;
Buş'un deyimiyle "Haçlı Seferi")

Türkiye'deki bütün hükümetler, İncirlik'e yerleşen Çekiç Güç'ün görev süresini uzatarak ABD'nin Kuzey Irak'taki Kürt oluşumunu desteklemesine yardımcı oldular. ("ABD Ordusu ile mükemmel işbirliği !!!)

İşte Türk Ordusu

bu süreçte
Kuzey Irak'taki oluşum üzerinden
Türkiye'nin bölünmesi tehlikesini ve tehdidini algılayınca,
ABD ile cephe cepheye geldiğini anladı.

İLK OLAY: TORUMTAY'IN İSTİFASI

Özal'ın kuzeyden Irak'a girme emrini uygulamamak için

Genelkurmay Başkanı Org. Necip Torumtay istifa etti.
Böylece, Türk Ordusu,
Amerikancı planlarda rol almayacağının ve direneceğinin
ilk işaretini vermiş oldu.

O andan itibaren Türk Ordusuna karşı Ergenekon tertibi planlanmaya başlandı.

Amerikan planlarına engel olan komutanlar,

Ergenekon çeteciliği ile suçlanacaktı.

ÖZEL HARP DAİRESİ SORGULANIYOR

Sovyet tehdidine karşı kurulmuş olan
Özel Harp Dairesi ABD güdümünde idi,
ama Sovyetler yıkıldığı için oradan gelen tehlike ortadan kalkmıştı.

Şimdi ise tehdit,
Kuzey Irak'taki ABD varlığından geliyordu.

Dolayısıyla,
ABD güdümünde olan Özel Harp Dairesi,
ABD'den gelen bir tehdide karşı durmak için kullanılamazdı.

Geçmişteki Kontrgerilla eleştirileri de Ordu'da rahatsızlık yaratmıştı.

Genelkurmay Başkanı Org. Doğan Güreş,
Özel Harp Dairesi'ni yeniden örgütleme ve adını
Özel Kuvvetler Komutanlığı (ÖKK) olarak değiştirme çözümünü uyguladı.
Yıl 1991.

ÖKK'nın bölücü terörü hedef alması ve
Kuzey Irak'taki Kukla Devlete karşı tavır alması,
ABD denetiminden kurtulma sürecinin başlangıcıydı.

Tugay düzeyindeki birlik, tümen düzeyine çıkarıldı.

ÖKK, Kuzey Irak'ta ABD ile karşı karşıya geldi ve ABD tehdidine karşı uyanışın öncüsü oldu.

Ankara'da ÖKK için yeni bir yerleşim yerinde yönetim ve eğitim tesisi yapımına başlandı.

ABD bundan son derece rahatsız oldu,
ajanları vasıtasıyla Askeri Savcılığa ÖKK tesis inşaatında yolsuzluk yapıldığı iddiasıyla dava açtırdı ve
ÖKK'nın yapılandırılmasını uzun süre felce uğrattı.


ORG. EŞREF BİTLİS'İN ŞEHİT EDİLMESİ

ABD'nin Kuzey Irak'taki Kukla Devleti pekiştirme planlarını bozan bir planı uygulamakta olan Org. Bitlis, Amerikan Çekiç Güç Helikopterlerinin PKK'ye silah ve malzeme attığını saptadı ve raporlarında bunu belirtti.


Orgeneral Eşref Bitlis işte, Jandarma Genel Komutanı olarak, Amerika'nın Türkiye'nin toprak bütünlüğünü ve güvenliğini hedef aldığını gördüğü; bu tehlikeyi önlemek için tedbirler aldığı ve ülke savunmasına yönelik bir strateji geliştirdiği için Amerika tarafından hedefe konuldu.

Org. Bitlis, helikopterle Kuzey Irak'a giderken, bu seyahat Amerika'ya haber verilmiş olduğu halde, iki Amerikan jeti yakın uçuş yaparak saldıkları yoğun egzost gazı ile helikoperi oksijensiz bırakıp motorunu durdurarak düşürme denemesi yapmışlarsa da, usta pilotumuz ani dalış manevrası ile bu suikasti boşa çıkarmıştı.


Bu suikasttan hemen sonra Amerikalılara saldırdıkları helikopterde orgeneralimiz olduğu tekrar bildirilmesine rağmen iki Amerikan jeti saldırıyı tekrarlamışlar fakat usta pilotumuz olaya tekrar hakim olabilmişti.

İkinci teşebbüs başarılı oldu.
C.IA tarihinin en önemli suikasti
17 Şubat 1993 günü gerçekleşti.
Uçağına yapılan sabotaj sonucunda

Org. Bitlis şehit edildi.

ÇELİK HAREKATI

Ağustos 1994'de
Genelkurmay Başkanı olan Org. İsmail Hakkı Karadayı döneminde
Eşref Bitlis Planı uygulandı,
Kuzey Irak'a Çelik Harekatı yapıldı.
35 bin Mehmetçik Mart 1995'de Kuzey Irak'a girdi.

Kuzey Irak'a giren ordumuz,
ABD'nin egemenlik alanına girmiş oldu.
Çünkü o bölge ABD ordusunun işgali altındaydı.

ABD'nin Foreign Affairs, Foreign Reports, Mediterranean Quarterly ve Joint Forces Quarterly gibi yarı resmi organları;
"Türk komutanları hizadan çıktı", "Türk Ordusu ABD-Türkiye ilişkilerini bozuyor" gibi görüşlere yer vermeye başladılar.

GAZİ OLAYLARI

Çelik Harekatı öncesinde

CIA'nın Moskova İstasyon Şefi,
CNN televizyonundan,
"Türkiye'nin karışacağını",
daha doğrusu
Amerika'nın Türkiye'yi karıştıracağını
tüm dünyaya şöyle ilan etti:
"Önümüzdeki dönemde

dünyanın en çok karışacak ülkesi Türkiye'dir...
Şu anda Türkiye,
gizli servislerin gündeminde
ilk sıraya yerleşmiştir."

Gazi Mahallesi tertibinden

birkaç gün önce de,
ABD Dışişleri Bakan Yardımcısı Holbruk (Holbrooke),
Türkiye'nin
Kuzey Irak sınırında yaptığı yığınağa dur
demek için tertip yapacaklarını şöyle ilan etti:
"Kuzey Irak sınırına asker yığıyorsunuz.

Önümüzdeki günlerde terör olaylarının artma ihtimali var.
Oraya yapacağınız bir harekatta dikkatli olmanızı tavsiye ederim."

CIA Şefinin ve Holbruk'un haber verdiği gibi,

12 Mart 1995 gecesi
İstanbul'da Gazi Mahallesi tertibi düzenlendi.
Ancak Türk Ordusu bu tehdidi önemsemedi ve

Çelik Harekatı yapıldı.

KONTRGERİLLA (GLADYO) POLİS İÇİNE KAYDIRILIYOR

NATO tarafından

NATO üyesi ülkelerde o ülkeleri komünizmden korumak için kurulan Kontrgerilla (diğer adları Gladyo ve SüperNATO) örgütleri,
İtalyan Savcının tesbit ettiği gibi,
esasında CIA tarafından yönetiliyordu ve esas görevleri bu ülkelerdeki hükümetlerin ABD kontrolünden çıkmalarını önlemekti.

Türkiye'de Özel Harp Dairesi işte bu kontrgerilla ile irtibatlı idi ama
artık Sovyetler yıkıldığı için komünizm tehdidi kalmamış,
aksine tehdit Kuzey Irak'taki ABD varlığından gelmeye başlamıştı.

Dolayısıyla, ABD güdümünde olan Özel Harp Dairesi,
ABD'den gelen bir tehdide karşı durmak için kullanılamazdı.

Bu açmazdan kurtulmak için 1991 yılında Özel Harp Dairesi'nin
Özel Kuvvetler Komutanlığı (ÖKK)'ye dönüştürülmesi aslında bir millileştirmeydi.

ABD bu kuruluştan dışlanıyor ve kuruluş,
hedefini komünizme karşı mücadele yerine
Kuzey Irak'tan yöneltilen tehdide karşı mücadele olarak belirliyordu.

Bunun üzerine,

ABD,
"Kontrgerilla yapılanmasında Türk ordusunun yerine polisi koyabilir miyiz" denemesine girişti ve Türkiye'deki operasyon merkezini polisin içine kaydırdı.

1973'den beri İçişleri Bakanlığı içinde örgütlenen "İslamcı Cunta", artık "Fethullahçı Gladyo" olarak Kontrgerilla içinde ordudan boşalan yeri alıyordu. Fethullahçı Gladyonun ilk büyük tertibi, işte bu 1995 Gazi Olaylarıdır.

1996 EYLÜL HAREKATI

ABD ordusu,
özellikle Çekiç Güç,
Irak'ın kuzeyinde 7,500 "CIA peşmergesi"nden oluşan bir askeri güç örgütlemişti.

Eylül 1996'da,
Eşref Bitlis Planı gereğince,
Barzani, Türk Genelkurmayının yönlendirmesi ile Saddam yönetimi ile işbirliği yaparak CIA peşmergelerini dağıttı.

200'e yakın ölü veren CIA peşmergeleri,
ABD tarafından Guam Adası'na taşındı.

ABD kaynakları, bu harekatı "ABD'nin Vietnam'dan sonraki en büyük yenilgisi" olarak değerlendirdiler.

Bu harekattan 20 gün önce,
bir Tuğgeneral, iki Albayın önünde,
Aydınlık Dergisi'ne bir demeç vererek,
Eşref Bitlis'in uçağının

ABD'ye bağlı
"Çiller Özel Örgütü"ndeki
Gladyo görevlilerinin
düşürdüğünü açıkladı.

Aydınlık, 25 Ağustos 1996 günkü sayısında bu haberi yayımladı.

Türk Ordusu,
Çelik Harekatı'nı Başbakan Çiller'e haber vermeden gerçekleştirmişti.

Çünkü ABD vatandaşı Çiller'in ABD'ye örgütsel bağlılığı İşçi Partisi tarafından açıklanmıştı ve TSK tarafından biliniyordu.

28 ŞUBAT

28 Şubat harekatının en önemli başarısı, Fethullah Hoca'ya indirdiği darbe oldu.

Fethullah Hoca kaçıp ABD'ye yerleşti.

Mayıs 1977 YAŞ toplantısında 160 subayın irtica bağlantısı nedeniyle ordudan atılması başbakan Erbakan'a dayatıldı.


Bu uygulama, ordu içindeki Gladyo'yu, yani ABD görevlilerini temizlemek anlamına geliyordu.

Çünkü artık Kontrgerilla, Fethullahçı Gladyo idi.

28 Şubat kadrosu içinde
ABD'nin Truva Atı olan Çevik Bir de,
1998 sonrasında tasfiye edildi.

Bu sayede Haçlı İrtica,
2002 yılı sonuna kadar iktidara el koyamadı.

KONTRGERİLLA, GENELKURMAY KARARGAHINDAN ÇIKARILDI

1994-1998 arasında

Genelkurmay Başkanı olan Org. Karadayı,
ABD ve NATO yuvalanmasını,
yani Kontrgerillayı Genelkurmay Karargahından çıkardı.

Özel Kuvvetler'in milli amaçlar için kullanılmasına yönelik önlemleri geliştirdi.

Özel Harp subaylarımızın Çin'in Uygur bölgesinde ve Çeçenistan'da kullanılmasına engel oldu.

ABD ORDUSU TÜRKİYE'Yİ İŞGAL TATBİKATI YAPIYOR:
MILLENIUM CHALLENGE 2002


1998 yılında Genelkurmay Başkanı olan Org. Kıvrıkoğlu,

ABD'nin bölge ülkeleri için tehdit oluşturduğunu açık bir dille belirtti.

Kıvrıkoğlu, Vaşington ziyaretini iptal etti ve NATO döneminde ABD'yi ziyaret etmeyen ilk Genelkurmay Başkanı olarak tarihe geçti.

Kıvrıkoğlu,
"28 Şubat'ı BİN YILLIK MÜCADELE AZMİYLE sürdürmeye kararlıyız" dedi.
Yani ABD tehdidine karşı bin yıl da sürse direnilecekti.

Mesajı alan ABD, aynı kelimeleri kullanarak cevap verdi:
BİN YILIN MEYDAN OKUMASI: MILLENIUM CHALLENGE 2002

Ve bu isim altında 24 Temmuz 2002'de Nevada Çölü'nde

Türkiye'yi işgal tatbikatı yaptı.
Bu, ABD tarihinin en büyük askeri tatbikatı idi.

ABD'nin en önemli yarı resmi ajansı ASSOCIATED PRESS,
tatbikatın Türkiye'yi işgal senaryosu üzerine kurulu olduğunu yazdı.

Deprem (bir karışıklık kastediliyor!) sonrası ordu yönetime el koyuyordu.


( bakınız:
SOSYAL ve SİYASAL ÇÖZÜLMENİN İŞARET FİŞEĞİ DEPREM !http://sudakiates.blogspot.com/2008/08/sosyal-ve-siyasal-zlmenin-iaret-fiei.html )

Bunun üzerine ABD Deniz Kuvvetleri

ülkenin güneyindeki adayı (Kıbrıs) kuşatıyor ve
96 saat içinde hedef ülkeyi işgal ediyordu.

Türk ordusunun saldırıya karşı hazırlanma müddeti olan 96 saat seçilerek,
hedef ülkenin Türkiye olduğu adeta gözlere batırılıyordu.

ABDULLAH GÜL, AMERİKA İLE GİZLİ HİZMET SÖZLEŞMESİ YAPIYOR
Dışışleri Bakanlığı Koltuğunu işgal eden A. Gül,
2 Nisan 2003 günü ABD Dışişleri Bakanı Powell ile
Ankara'da 2 sayfa 9 maddelik bir gizli anlaşma yaptığını itiraf etti,
haber Vatan Gazetesi'nde yayımlandı.

Bu haberde Gül, anlaşma içeriğini açıklayamayacağını, gizli olduğunu söyledi.

13 Temmuz 2003 günü, Doğu Perinçek,
bu gizli anlaşmanın maddelerini açıkladı.
Birinci madde:
"Türk askeri ve Özel Kuvvetler 4 ay içinde aşamalı olarak Kuzey Irak'tan çekilecek"
şeklindeydi.

ÇUVAL OLAYI

A. Gül'ün yaptığı bu gizli anlaşmadan 3 ay sonra,
ABD ordusu, Türk askerinin başına çuval geçirdi.

Çuval geçirme eylemi, gizli anlaşmanın uygulanması için bir ihtardı.


(bakınız: PAUL WOLFOWITZ’İ ANLAMAK !
http://sudakiates.blogspot.com/2008/07/tesev-abd-trkiye-ilikileri-konferansi.html)

Tayyip'in "Müzik notası" vecizesi, anlaşmanın uygulanması gerektiğine ilişkin orduya yönelik bir açıklamaydı.
"Biz anlaşma yaptık, Kuzey Irak'tan çık artık" diyordu Tayyip Türk Ordusuna.

ABD Savunma Bakanı Rumsfeld'in, Çuval Olayından sonra, Başbakanlık koltuğunu işgal eden Tayyip'e gönderdiği mektupta şöyle deniyordu:
"TSK (ÖKK kastediliyor) Kuzey Irak'ta sizin bilginiz haricinde eylemler yapmaktadır"


Rumsfeld, çuvalı Tayyip'in değil, Türk Ordusunun başına geçirdiklerini böyle veciz bir şekilde anlatmış oluyordu.

Milli devlet ve Kemalizm karşıtı pervasız açıklamalar yapan,
"Milli Egemenlik ve Milli Güvenlik kavramlarının artık geçersiz olduğu" açıklamaları yaparak Orduyu zehirleyen Org. Hilmi Özkök,
böylece, tarihe "başına çuval geçirilen komutan" olarak kaydedildi.
Ve böylece, Ergenekoncu olarak suçlanmaktan kurtuldu.

ERGENEKON TERTİBİ AÇIĞA ÇIKIYOR

Başına çuval geçirilmesine ve

Kuzey Irak'tan çıkarılmasına rağmen
akıllanmayarak sınır ötesi harekatta ısrar eden Türk Ordusu'na karşı,
Org. Torumtay zamanından beri hazırlanagelmekte olan tertip artık açığa çıkarılmalıydı.

ABD'ye direnen 5 Genelkurmay Başkanı ve milli kuvvetler
"Ergenekon çetesi" olarak suçlanacaktı.

Suçlama belgeleri esasında çoktan hazırdı,

ama Org. Özkök "Ergenekoncu" olmadığından,
onun görev süresince tertip uykuya yatırılmıştı.!

Hatırlayalım:
(Fehmi Koru, "Taha Kıvanç" imzasıyla,
Yeni Şafak gazetesinde yayımlanan 30 Nisan 2001 ve 1 Mayıs 2001 tarihli yazılarında "
'Yeniden kurulsun diye hakkında rapor hazırlanan Ergenekon,
çok kapsamlı, bir partiyle irtibatı bulunmayan, 'devleti yapılandırma' amaçlı bir örgüt" demektedir.
Koru yazısında, 24 sayfa olduğunu söylediği bu dokümanın sonunda yazanın adının bulunduğunu da belirtmekteydi.)

Tertibin uykudan uyandırılmasının ilk işareti
Org. Büyükanıt'a karşı Şemdinli tertibi idi.
O tertipte Org. Büyükanıt çete kurmakla suçlanmış
ancak tertip bozguna uğramıştı.

Şimdi daha büyük ve kapsamlı bir tertip yapılmalıydı.
İşte o tertip, günümüzde devam eden Ergenekon / Agarta Davasıdır.

ABD'nin hazırladığı sivil darbe ile iktidara gelen AKP,
Büyük Ortadoğu Projesi kapsamında ABD'ye sorunsuz olarak eşbaşkanlık yapabilmek için, başta ABD'ye direnen Türk Ordusu olmak üzere milli kuvvetleri safdışı etmeliydi.

Plana göre, bu dava sürecinde komutanlar yıldırılacak ve 1991 öncesinde olduğu gibi ABD ile uyumlu olarak görev yapmaları sağlanacaktı.

Yani, AB kriteri olarak dayatıldığı gibi,
ordu "sivil otoriteye" tabi olacak,
kendisine Atatürk tarafında verilmiş olan
"ulusal bütünlüğü ve laik cumhuriyeti koruma" görevini unutacaktı.

+++++++++++++++++++++++++++++++++++++++++++
Not:
"AKP sivil darbe ile değil, seçimle geldi" itirazı yapacak olanlara bir açıklama:
1
CIA'nın yan kuruluşu Rand Corporation'un yayın organlarında ve ABD strateji merkezlerinin hazırladıkları raporlarda mealen şöyle deniyordu:
"ABD artık ANAP ve DYP gibi partilerle Türkiye'yi kontrol edemez, Fazilet Partisi'nin başına yenilikçi kanadın geçmesi, Tayyip Erdoğan'ın Başbakan, Abdullah Gül'ün de Dışişleri Bakanı olması halinde ABD Türkiye'yi kontrol altında tutmaya devam edebilir."

2
Bu raporları okuyan İşçi Partisi ve Aydınlık Dergisi, halkımıza bu planı haber verdi.
(Muhakkak ki diğer partiler de bu yayınları okumuşlardı, ama onların halkımızı bilinçlendirmek gibi bir sorunları yoktu)

3
Aydınlık Dergisi 20 Ekim 1996 tarihli sayısında kapaktan haberi verdi:
"Merak edilen gizli mesajı açıklıyoruz:
Abramowitz, Tayyip'i Erbakan'ın yerine hazırlıyor
"
Yani, AKP'nin iktidara geldiği 3 Kasım 2002 seçimlerinden 6 yıl önce, Aydınlık Dergisi ve İşçi Partisi, Amerika'nın bu seçimi yaptığını halkımıza duyurdu.

4
Cumhuriyet Gazetesi 16 Şubat 1997
Leyla Tavşanoğlu'nun İşçi Partisi Genel Başkanı Doğu Perinçek ile söyleşisi:Perinçek:
"ABD, Tayyip Erdoğan'ı Başbakan, Abdullah Gül'ü de Dışişleri Bakanı yapacak. CIA'nın yan kuruluşlarından Rand Corporation'un yayın organında da bu yazıldı."
Yani, AKP'nin iktidara geldiği 3 Kasım 2002 seçimlerinden 5 yıl 8 ay önce, Perinçek, Cumhuriyet Gazetesi kanalıyla da, bu gerçeği halkımıza duyurdu
5
Görülüyor ki, ABD seçmiş, hazırlamış, önümüze koymuş, seçtirmiş.
Şimdi kim "Bunları ben seçtim" diyebilir?
Menderes'in "Odunu aday göstersem milletvekili seçtiririm" sözlerini ABD iyice not etmiş olmalı ki, istediğini elhak seçtiriyor.

Konuyla İlgili Diğer Alıntılar:
YENİ DÜNYA DÜZENİ
http://menkibeler.blogspot.com/2008/04/derin-dnya-devleti-30-mays-1919da-paris.html
AMPUL
http://turkcutoplumcu.org/index.php?option=com_content&task=view&id=176&Itemid=31
3.DÜNYA SAVAŞI VE TEOLOJİSİ http://menkibeler.blogspot.com/2008/05/3dnya-savai-ve-teolojisi.html
GİZLİ DÜNYA DEVLETİ VE SİYONİZM http://menkibeler.blogspot.com/2008/04/eski-hesaplar.html
RiO TinTO Munzur'da Ne yapıyor?
http://www.munzurhayattir.org/index.php?a=16
Finans baronlarinin Dunya imparatorlugu http://www.metalurji.org.tr/dergi/dergi141/d141_1217.pdf
TÜRKİYEDE AMERİKAN MISYONERLERİ VE ARMAGEDDON http://menkibeler.blogspot.com/2008/04/trkiyede-amerikan-misyonerleri-ve.html
ATATURKU NICIN OLDURDULER http://sudakiates.blogspot.com/2008/08/atatrk-niin-ldrdler.html
33 DERECELI MASONUN ITIRAFI_ ATATURKU SILAHLA ORTADAN KALDIRMAYI DUSUNDUK http://sudakiates.blogspot.com/2008/08/33-dereceli-masonun-itiraf-
Tektonik Silahlar ve Deprem http://sudakiates.blogspot.com/search/label/Tektonik%20Silahlar%20ve%20Deprem
TESEV-ABD-TÜRKİYE İLİŞKİLERİ KONFERANSI-PAUL WOLFOWITZ'İ ANLAMAK http://sudakiates.blogspot.com/2008/07/tesev-abd-trkiye-ilikileri-konferansi.html
MASONLAR
http://sudakiates.blogspot.com/search/label/Masonlar
Postmodern Bir Bilderberg Toplantısı - İstanbul 2007
http://www.acikistihbarat.com/Haberler.asp?haber=6702




-Alıntıdır.-

10 Eylül 2008 Çarşamba

Bugün 9 Eylül


Bugün 9 Eylül
1922’den bu yana 86 yıl geçmiş…
O gün,

bütün oyunları
Ege'nin sularına gömülen emperyal düşmanın
işgalinden kurtarılan
İzmir’imiz,
80 küsur yıl sonra,
ülkeyi idare etme yetkisini eline almış zat tarafından
Gavur İzmir olarak nitelendirilmiştir…

Yazık...
Ne gaflet...
Söz söyleyenin aynasıymış!…
Geçelim…
Bilen bilinmesi gerekeni biliyor zaten!
86 yıl sonra bakıyoruz;
o günlerdeki gibi
aynı hainlikler,
aynı işbirlikçi düzenbazlıklar,

aynı hırsızlıklar,
aynı peşkeşler,
aynı namussuzluklar,

dışarıyla aynı aşna fişneler,
hepsi fazlasıyla mevcut değil mi?

Ama 9 eylül 1922,
musibetlerden hayırların doğduğu gündür…

Gazi Mustafa Kemal,
o gün İzmir’e girdiğinde, etrafındakiler,
Başardık paşam, derler….’Bitti’…
Gazi, ‘Hayır’der…’Şimdi başladık’





Gazi Mustafa Kemal'in,
9 Eylül’den sonra katıldığı ilk toplantı,

22 Eylül Bursa Muallimler yani Öğretmenler Kongresi’dir.
Öğretmeler, gelecek nesil sizlerin eseri olacaktır.’

ünlü cümlesini,
işte bu kongrede dile getirir…



Demek ki,
yılmadan yola devam edeceğiz…


Hepimiz için,

11 kasım 1938 sonrasının
hesabını yapmak ve sormak,
ATA'mızın ışığında onurumuzla birlikte yürümek,
Emperyale baş eğmeyen
Türkiye Cumhuriyet'i için
varolmak ve çalışmak,
gerektiğinde de savaşmak
boynumuzun borcudur…

Biline…

-Alıntıdır.-

9 Eylül 2008 Salı

Uygur Türklerine Tarihi Uyarı


- Erdoğan ILGAZ-
Çin’in, Doğu Türkistan’da Uygur Türklerine yönelik politikalarını konjonktüre göre değiştirdiği, uluslararası arenada destek sağlamak amacıyla yükselen/alçalan değerlere göre yeni kavramlar/tanımlar geliştirdiği bilinmektedir.

Çin, 1980-1990’lı yıllarda meydana gelen olayları dünya kamuoyuna, “Uygur milliyetçi gruplara” atfederek duyurmuş ve bölgedeki insan hakları ihlali niteliğindeki uygulamalarıTerörle Mücadelebahanesiyle meşrulaştırmaya çalışmıştır.

Terör konusunda milat olarak kabul edilen ABD’deki 11 Eylül saldırılarının ardından Çin, ülkesinin de “Terörizm Kurbanı” olduğunu ileri sürerek Doğu Türkistan’daki grupları “Radikal İslami Terör Örgütleri” ile ilişkilendirmiştir.
Sonuçta Çin, “Ayrılıkçı Uygur Milliyetçi Gruplar” olarak tanımlanan oluşumları, 2001’den itibaren konjonktüre uygun şekilde “Radikal İslamcı Terörist” kalıbına oturtmuştur.

Başlangıçta uluslararası kamuoyunu yanıltmayı ve Uygur kültürünü yok etme çalışmalarını kamufle etmeyi planlayan Çin, betimlediği “Terörist Prototip” ile stratejik hamlesinde başarılı olması halinde, tahmin edemeyeceği ölçülede avantajlar sağlayacaktır.
Bu nedenle, Çin’in uygulamaya koyduğu “Radikal İslami Örgüt” tezgâhının öncelikle Uygurlar tarafından bilinmesi, bu çirkin oyunun bozulması için Uygurların kendilerine biçilen rolü oynamaması, kabul etmemesi ve bizzat Çin yönetimince istenen/beklenen tutum ve davranışlardan uzak durmaları gerekmektedir.

Göçebeliği terk ederek yerleşik düzene geçen ilk Türk boyu olan Uygur Türkleri, Kentleşme süreci ile medenileşme yönünde büyük aşamalar kaydetmiştir.
Türkçede medeni/çağdaş karşılığında “Uygar” kelimesinin kullanılması da, Uygurların medenileşme konusunda elde ettikleri başarıların bir sonucudur.

Ancak bugün Uygurlar, “dini kimlikleri” üzerinden kurgulanan bir senaryo ile “El-Kaide”, “Taliban” gibi karanlık olduğu kadar İslam dininin özüne/ruhuna tamamen aykırı eylemler gerçekleştiren örgütlenmelerle aynı kefeye konularak “Radikal İslamcı Terörist” yapılmak istenmektedir.
Din gibi ulvi bir konunun istismarı elbette yanlış.
Ancak, ne yazık ki dinin sömürülmesi anlamına gelen bu fesatlığı yapan ülke, grup ve şahıslar fazlasıyla mevcuttur.
Sıradan insanlar birey olarak dini kimlikleri üzerindeki spekülasyonlara karşı hassas/duyarlı veya kaygısız davranabilirler.
Bunu kişisel bir tercih olarak da değerlendirebilirler.
Ancak, bir Uygur için bu kadar basit değil.
Bütün yönleriyle analiz edildiğinde Uygurlar için meselenin bireyselliği aşarak ulusal boyuta ulaştığı görülmektedir.
Zira Çin, Suudi Arabistan, İran vs. gibi ülkelerin yanı sıra El-Kaide, Taliban gibi terör örgütlerinin Uygurlar üzerindeki emelleri Uygurların yok edilmesine yol açacaktır.

Çin Hükümetinin baskı politikasının, terörizmle mücadele boyutunu çoktan aştığı bütün dünya kamuoyunca bilinmektedir.
Çin’de meydana gelen insanlık dışı uygulamalara ilelebet göz yumulması beklenemez.
Ancak, mevcut baskı politikalarının devam etmesi sonucu gelişen “haksızlığa isyan psikolojisi”, Çin dışında faaliyet gösteren Uygur kökenli bazı gruplar ve onları “maşa” olarak kullanan ülkeler tarafından bulunmaz fırsat olarak değerlendirilmektedir.
Dilini, dinini ve kültürünü insanca yaşamaktan başka bir arzusu olmayan Uygur Türklerinin bu doğrultudaki talepleri “Şeriat mücadelesi” şeklinde yapılandırılarak istismar edilmektedir.
Bu kapsamda, Olimpiyatlar öncesi “Doğu Türkistan İslam Partisi/Hareketi” adıyla Kaşgar’da gerçekleştirilen eylemlerin de, Çin’in Doğu Türkistan’da otoritesini sağlamlaştırmasına ve asimilasyon politikalarına hizmet ettiği düşünülmektedir. ,

Üzüntüyle belirtmek gerekirse; Uygur Türkleri üzerinden hain planlar tasarlayan grup ve ülkelerle irtibatlı şahıslar, Türkiye’de de çalışmalar yürütmeye başladılar. Kurdukları veya bir şekilde ele geçirdikleri dernekler vasıtasıyla çalışmalar yürüten bu şahıslar, Kayseri ve İstanbul/Zeytinburnu’nda toplu halde yaşayan Uygur Türkleri arasında nifak yaratmaktadırlar.

Gündelik yaşamlarındaki tutum/davranışlarıyla, Türkiye’ye geldikleri ülkelerle mevcut irtibatlarıyla, yürüttükleri çalışmalar için gereken maddi kaynakların kimler tarafından ve nasıl finanse edildiğinin dikkate alınmasıyla amaçları ve kim oldukları rahatlıkla anlaşılan bu şahısların, bir an evvel Uygur cemaatinden soyutlanması elzemdir.
Aksi halde Uygur Türkleri, tıpkı Çeçen örneğinde olduğu gibi; Batılı ülkeler de dahil tüm dünyanın sempatisi/desteğini kaybedecekler ve mücadelenin “Dini Motif” ile şekillendirilmesi halinde birden bire yapayalnız kalacaklardır.

Tüm Uygur kardeşlerimize bu tarihi uyarıda bulunmayı bir borç biliyor, Uygur halkına en büyük kötülüğü yapan/yapacak kişi/kurum/ülke kısacası ne varsa hepsine karşı ihtiyatlı ve dikkatli olmalarını gönülden arzu ediyoruz.

http://www.hakimiyetimilliye.org/index.php?news=2993

-Alıntıdır.-

4 Eylül 2008 Perşembe

TÜRK TELEKOM YOK, SHALOM TELEKOM!

Shalom Telekom...

Çar, Eyl 3, 2008
A.Çağlayan Bingöl

Simdi yazacaklarim ‘taraf’li yaklasimi olanlari ayaga firlatacak bunu tahmin etmek zor degil, ancak dikkatimi ceken bir seyi de dile getirmek zorunda hissediyorum kendimi.

Her ne kadar cep telefonu ile gorusmelerimiz artmissa da, her gun hepimiz
Turk (?) Telekom’un
nimetlerinden faydalaniyoruz.

Ozellestirmeden sonra, televizyon reklamlari daha da bir neseli oldu.

Ozellikle Jem Bey’li
(Biz kendisini Cem Yilmaz diye bilirdik ama, demek kurum yabancilasinca isimler de bir degisIk oluyor)
reklam kusagi su ara cok populer,
genclerin cok sevdigi bu komedyenin her soyledigi genclerin diline persenk oluyor.

Turk (?) Telekom’un en son Jem Bey’li kusakta kullanilan fon muzigi dikkatinizi cekti mi?
Cekmediyse soyleyeyim: HAVA NAGILA..
Bir sey mi olmus, hayir hic bir sey olmamis.

Elbette muzik evrenseldir ve herkes her muzigi dinler, ancak istedigi muzigi dinler.

Durmadan kanal degistirmek istemiyorsaniz reklam cingillarinda size sunulani dinlemek zorunda kalirsiniz.

Dinlerseniz ne olur, hic bir sey olmaz sadece kulaginiz alisir.

Ne demisti kisa boylu tombul adam: “alisirsiniz…alisirsiniz…”
Hava Nagila guzel bir sarki ancak neden yazilip soylendigini bilir misiniz?

Wikipedia’ya gore:
Hava Nagila, “Bizi mutlu kil.” anlamina gelen bir Ibrani halk sarkisidir.

Genellikle kutlamalarda soylenir.
Musevilik ile kaliplasmis olan bu melodinin kokeni,
ilk Ibranilere kadar uzanmasina ragmen
en genel kullanilan ve sonradan soz eklenen kismi
muhtemelen 1918 yilinda,
I.Dunya Savasi’ nda
Ingiltere’ nin Filistin’ deki zaferini
kutlamak icin bestelenmistir.
.’
Hava nagila
Mutlu olalim
Hava nagila
Mutlu olalim
Hava nagila venismechah
Mutlu ve neseli olalim
Hava naranenah
Sarki soyleyelim
Hava naranenah
Sarki soyleyelim
Hava naranenah venismechah
Sarki soyleyip neseli olalim.
Uru, uru achim!!

Uyanin biraderlerim
Uru achim b’lev sameach
Uyanin biraderlerim, mutlu bir yurekle
Uru achim, uru achim!!

B’lev sameach
Uyanin biraderlerim,Mutlu bir yurekle
uyanin!
Mutlu bir yurekle uyuyun biraderlerim


Saygilarimla

Caglayan
http://www.akilcagi.com/?p=2184

***********************


İlave;

SİYON TARİKATI ; 'KABALA' FELSEFESİNDE,

SESLİ HARFLER değersiz olduğundan KULLANILMAZMIŞ!

BU BİZE HEMEN NEYİ HATIRLATTI ?!

...'CMYLMZ'...

NE TESADÜF, değil mi!


**********************

BİZ KİMSENİN DÜŞMANI DEĞİLİZ
BİZ, İNSANLIĞIN DÜŞMANLARININ DÜŞMANIYIZ
!
GAZİ MUSTAFA KEMAL ATATÜRK

1 Eylül 2008 Pazartesi

Uçak Düşürerek Türkiye'yi Kurtaracak Enerji Beyinlerini Yok Ettiler!

Isparta Uçağında Şehit Olan Prof. Dr. Engin Arık'ın Kurtarıcı Toryum Projesi


Isparta’daki uçak kazasında şehit olan vatandaşlarımızdan
Prof. Dr. Engin Arık’ın 5 Kasım 2002 tarihinde Ekonomik Varlıklarımızı Değerlendirme Derneği’ne yaptığı açıklamalar var.
Röportajı bana Yavuz Selim Mert gönderdi.
Arık’ın sözlerinden,
Türkiye’nin toryum rezervlerinden faydalanarak
radyasyon tehlikesi olmayan ve
trilyonlarca varil petrole eş değerde
nükleer enerji üretebileceği anlaşılıyor.
* * *
Kaybolan Nükleer Fizik - Beyin Takımımız

Arık, toryumu “kurtarıcı” olarak nitelendiriyor ve özetle şöylediyordu:
-Toryum, saflaştırıldığında alüminyum, çelik görünümünde bir element. Toprakta toryum oksit halinde bulunuyor.
Dünya rezervlerinin yarıdan fazlası Türkiye’de, Batı Anadolu’da bulunuyor. Eskişehir, Sivrihisar, Beypazarı ve Kızılcaören yörelerinde.
-Dünyada ise Avustralya’da 300 bin ton, Hindistan’da 290 bin ton, Norveç’te 170 bin ton, ABD’de 160 bin ton, Kanada’da 100 bin ton, Güney Afrika’da 35 bin ton, Brezilya’da 16 bin ton toryum var.
Neredeyse bütün dünyada toplam 1071 bin ton, Türkiye’de ise 800 bin ton.
-Toryum 21. yüzyılın en stratejik maddesi olacak.
Çünkü yeni tip reaktörlerde yakıt olarak kullanılacak.
Eğer biz toryum ile elektrik enerjisi üretebilmek imkanına kavuşursak, bu trilyonlarca varil petrole eş değerde bir enerji kaynağı olacak.
- Şu anda planlanan yeni tip reaktörlerin prototipinden söz edecek olursak:
Yerin yaklaşık 30 metre altında, kurşun bir hedefin içinde bulunacak toryum.
Bu hedefe dışarıdan, yeryüzünden hızlı protonlar gönderiyorsunuz.
Bu protonlar kurşundan nötron üretiyor.
Bu nötronlar da gidip toryumla birleşerek enerji üretiyor.
Bu tip reaktörlerin eskileriyle mukayese edilmesi mümkün değil.
Kesinlikle patlama tehlikesi yok.
Çernobil benzeri bir felaketin tekrarlanması mümkün değil.
Radyoaktif kalıntı minimum nispetinde.
Bu da nötronlarla yok edilebiliyor.
Reaktörün fişini çektiğinizde her türlü işlem duruyor.
Doğa kirlenmiyor, minimum atıklar da uzun ömürlü değil.
Toryumun, uranyumun yerini alabileceği kanıtlandı.
Dokuz yıl öncesine kadar toryumun bu tip bir reaktörde yakıt olarak kullanılabileceği bilinmiyordu.- CERN araştırması ile Avrupa, ilk prototip toryumlu nükleer santralini yapmaya çalışıyor.
Ayrıca Japonya ve ABD de kendi santrallerini kurmak istiyor.
Araştırmaların içinde olursak, biz kendimiz daha iyisini de üretebiliriz.
Bu yeni reaktör, mevcut reaktörlerin sorunlarını da çözümleyecek.- Hızlandırıcı üzerinde çalışan bir tek araştırma grubumuz var Ankara’da. Hızlandırıcı proton ve elektron gibi temel parçacıkların ve atom çekirdeklerinin hızını çoğaltan alet.
Tıpta, sanayide, savunma sanayiinde de kullanılıyor.
Fakat araştırmayla ilgili hızlandırıcı yok.
- Türkiye’de, 2010 yılında hızlandırıcı, deneysel yüksek enerji fiziği ve nükleer fizik konularında 1200 bilim adamının çalışıyor olması gerek.
Şu anda sadece 80 kişi var.
Önce bilime ve bilim adamına yatırım yapmak lazım.
-Üniversitelerin fizik bölümlerinin bu alanda çalışmasını sağlamak, çalışma yapacak olanları yüreklendirmek lazım.
Büyük bir servetin üzerinde oturuyoruz, küçük bir bilimsel yatırımla toryumla enerji üretme alanının dünya devleri arasına girebiliriz.
290 bin tonluk rezervi bulunan Hindistan, enerji geleceğini toryumda arıyor. Türkiye’nin elindeki toryum rezervleri ise sonsuza kadar yeter!
* * *
Prof. Dr. Engin Arık, Isparta’daki Süleyman Demirel Üniversitesi’ndeki bilim adamlarına bilgilerini aktarmaya gidiyordu. Allah rahmet eylesin.

-Alıntıdır.-


Atlas Jet Uçak Sabotajı - Kaan Turhan

Ülkemizde faaliyet gösteren madencilik şirketleri ağırlıklı olarak Kanada/Toronto borsasında işlem görmektedir.
Bu şirketlerin hisse senetleri, Türkiye topraklarının azımsanmayacak bir yüzdesi üzerinde maden hakkı sahibi olması ve bu hakların Orta Karadeniz’den, Doğu Karadeniz’e, Güneydoğu’dan Doğu Anadolu’ya uzanan coğrafyada yoğunlaşması Ermeni ve Rum diasporasının ilgisini çekmektedir.

Türkiye’nin kalkınması,
yer altı ve yer üstü kaynaklarını kullanmasının engellenmesinin
gündeme getirilmesi açısından önemli yer tutuyor.
Sürekli gizli gündemi meşgul eden ve kabul edilebilir ölçülerde dahi gelişme kaydedilemeyen Güneydoğu Anadolu Projesi, Bor, Toryum, Neptunyum madenlerinin varlığı Türkiye’yi daha da güçlü kılarken;
bu güç, kaynaklarımıza göz diken emperyalist ülkelerin karşı projeleriyle tükeniyor.
Yitirdiğimiz bu güce ilişkin ve Isparta’da meydana gelen uçak kazasında yitirdiğimiz değerler üzerine yine “gerçeklerle” ilgili bazı saptamalar yapmak gerekiyor.

Isparta’da düşen Atlasjet uçağının yolcuları arasında,
Türkiye'nin ilk kadın nükleer fizikçisi Boğaziçi Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Engin Arık, Araştırma Görevlisi Özgen Berkol Doğan, Yüksek Lisans Öğrencisi Engin Abat ile Doğuş Üniversitesinden Prof. Dr. Şenel Fatma Boydağ, Doç. Dr. İskender Hikmet ve Araştırma Görevlisi Mustafa Fidan da bulunuyordu.
Avrupa ülkelerinin ortak girişimleri ile kurulan bir nükleer araştırma merkezi olan CERN'de yürütülen 'Atlas' deneyine Ankara ve Boğaziçi üniversiteleri gözlemci statüde katılıyor.
Boğaziçi Üniversitesi grubunun başında ise Isparta Süleyman Demirel Üniversitesi'nde düzenlenen çalıştaya katılmak üzere Isparta'ya giderken uçağın düşmesi sonucu hayatını kaybeden yolculardan Prof. Dr. Engin Arık bulunuyordu.
Arık başkanlığındaki grup, aynı zamanda 'karanlık madde' arayan 'CAST deneyi'nde de çalışıyorlardı.

Bu değerli bilim insanlarımızı yitirdiğimiz uçak kazasının ardından, “sabotaj” olduğu gerçeğine yönelik bir makale kaleme alan Kemal Sallı şunları dile getirmişti:
"Türkiye nükleer hafızasını kaybetti" diyebileceğimiz bir hüzün savrulması yaşamaktayız..
Prof. Dr. Engin Arık başkanlığındaki çok kıymetli bir nükleer fizik 'ordusu' kaybettik.
Hüznümüzü bastıracak bir teselli bulabilmek mümkün değil..
Pilot'un 5 dakika kazanmak amacıyla rotayı değiştirdiği iddiasına inanmak için çok, ama çok saf olmak gerekir.
Gece görüş sistematiği olmayan, haklarında "Uçamaz" raporu bulunan uçaklarla Türkiye'nin en kıymetli bilim ekibini uçurmak hangi akla hizmettir?
Böyle bir hatanın yaşanabilmesi için, Türkiye Cumhuriyeti'nin devlet olma vasfını önemli ölçüde yitirmiş olması gerekmez mi? "
Akıllı köylü yumurtalarının hepsini aynı sepete koymaz" özdeyişi, bizim nesillerden nesillere aktara geldiğimiz bir öğüt değil midir?
Bu ülke, böylesine bir gaflet ve dalalet girdabına kapılacak kadar sahipsiz mi kaldı?
Prof. Dr. Engin Arık, İsviçre'nin Cern kentindeki dünyanın en büyük fizik laboratuarında, evrenin sırrını çözecek "Atlas Deneyi"ne çağrılmış iki Türk bilim insanından biriydi.
CERN'deki muazzam laboratuarda, evreni oluşturan büyük patlamanın (Big Bang) küçük bir modelini oluşturan deneye gözlemci olarak katılmıştı.
Prof. Arık, daha önce, evrenin oluşumu ile ilgili "karanlık madde"yi arayan "CAST DENEYİ"ne de katılmıştı.
Prof. Dr. Arık, bu önemli deneylere, geleceğin enerji kaynağı olarak kabul edilen toryum konusundaki bilgilerinden ve araştırmalarından dolayı çağrılmıştı.
Prof. Arık, insanlığa, bilime bir şeyler kazandırmak adına canını tehlikeye atan çalışmalar yaparken, ekipler oluştururken dilinde hep "Türkiye'm" türküsü vardı.
Kadın ruhunun duyarlılığı ile, enerji konusunda dışa bağımlı olan, nükleer teknolojinin 'ürünlerini' başucuna koyamayan bir Türkiye'nin bu coğrafya'da rahat bırakılmayacağını biliyordu, görüyordu..
Prof. Dr. Engin Arık, askeri, sanayi, tıp, elektronik ve enerji üretimi gibi alanlarda devrim yaratacak bir ekibin başındaydı.
Ekip, Türkiye'nin en iyi yetişmiş nükleer fizikçilerinden oluşuyordu.
Kalpleri bu ülkenin mutluluğu için çarpıyordu.
Toryuma bağlı olarak geliştirdikleri projenin başarıya ulaşacağını ve pek çok konuda Türkiye'yi söz sahibi yapacağını biliyorlardı, inanıyorlardı.
Ekonomik yönden daha baş edilemez zorluklara sokulmadan, eli kolu bağlanmadan, madenlerine, yer altı ve yer üstü zenginliklerine el konulmadan, Türkiye'nin toryum gibi dünyanın en zengin rezervlerine sahip olduğu bir enerji kaynağını harekete geçirmesi, küresel enerji savaşlarına bambaşka bir boyut getirebilirdi.
Sözün özü: şu aşamada, Türkiye'nin bora ya da toryuma dayalı bir enerji üretim teknolojisi geliştirmesi asla istenmiyor.
Petrol ve doğalgaz rezervleri mümkün olan en iyi fiyatlarla pazarlanırken, bunlara alternatif enerji kaynaklarının ortaya çıkması dengeleri biranda altüst edebileceğinden, gelişmeler çok yakından izleniyor ve 'gereken önlemler' alınıyor!
Prof. Dr. Engin Arık ve ekibinin projesi, acımasız bir sabotajla engellendi.
Anımsatmak isteriz: "Hindistan karşısında varlığımızı koruyabilmemiz için nükleer silah üretmek zorundayız" diye inat eden Pakistan Devlet Başkanı Ziya ül Hak'ın uçağı da, 42 Amerikalıyla birlikte uçarken patlayıvermişti...
Benzer bir uçak kazası (!) Prof. Dr. Arık ve ekibini elimizden alıverdi.
İnsanın isyan edesi, "Bu ülke bu kadar sahipsiz mi kaldı?" diye haykırası geliyor.
Böylesine seçkin, böylesine zor yetişen, ülkenin kaderini değiştirebilecek bir ekibi aynı 'kiralık uçağa' bindirmek ne gaflettir, ne de dalalet; düpedüz hıyanettir, hiyanet!..
Uçak Priştine'den geliyor.
Geldikten sonra, kokpitte uçağın arızalı olduğu konusunda yaşanan münakaşa, bugün hayatta olmayan bir yolcu tarafından not ediliyor.
Bu notlar, kazayı inceleyen teknik ekibin elinde..
Doğru mu bütün bunlar?
Doğruysa, böyle bir tedbirsizliğin akla yatkın bir açıklaması olabilir mi?
Bu avlanmaya hala 'kaza' diyebilenler olursa, önce şu sorulara yanıt vermelidirler:
Cenevre'de yapılan ve evrenin sırrını çözmeye yönelik deneylerde gözlenen 'karanlık madde', geleceğin enerjisi olarak görülen toryumla ilişkili değil miydi?
Kazada yitirdiğimiz ekip, Türkiye'de ilk kez kurulacak "Türk Hızlandırıcıları Merkezinin Teknik Tasarımı ve Test Laboratuarı Projesi"ni gerçekleştirmek için kurulmamış mıydı?
Prof. Engin Arık'ın yaptığı en önemli araştırmalarından biri de, nükleer enerji santrallerinde, uranyum yerine toryumun kullanılması değil miydi?
Prof. Arık, 21. yüzyılda en stratejik maddenin toryum olacağını söylemiş miydi? "Japonya, toryumu yokken, toryumla çalışacak santraller kurmaya çalışırken, Türkiye'de bu konudaki çalışmalar engelleniyor. Eğer toryum kullanıma sokulursa, Türkiye'nin elektrik üretiminde petrol ve doğalgaza ihtiyacı kalmayacaktır. Isınma için de topraklarımızın altındaki 900 bin tonluk toryumu kullanabiliriz. Bugün, dünyada savaşlara neden olan petrolün 1 milyon varilinden elde edilen enerji, yalnızca 1 ton toryumdan elde edilebilir" dememiş miydi?
Toryum rezervleri konusunda en zengin ikinci ülke Türkiye değil mi?
Manisa'nın Soma ilçesinde bol bol çıkarılmıyor mu?”

30 Kasım 2007, Atlas jet Hava Yolları’nın İstanbul-Isparta seferini yapan ve içinde 50 yolcu ile 7 mürettebatın bulunduğu MD83 tipi yolcu uçağı Isparta Hava alanına inişe geçmek üzere alçalmaya başlamışken, saat 01.45’te radardan kayboldu.
Sonrasında Isparta'nın Keçiborlu ilçesine bağlı Çukurca bölgesi yakınlarında düştüğü saptandı.
Kazada kurtulan olmadı.
Uçağın kule ile yaptığı son konuşmalara ve acil durum sinyali göndermediğinin belli olmasına bağlı olarak, uçakta her şeyin normal devam ettiği ve yolcuların iniş için bekleme durumuna geçtiği açıktır.
Öyleyse ne oldu da bu uçak aslında hiç olmaması gereken bir yere düştü?
Kazanın hemen ardından uçağın enkazı üzerinde helikopterle uçan Isparta Valisi Şemsettin Uzun’un yaptığı açıklamada oldukça anlamlıydı.
Vali Uzun: "O bölge, uçağın geçiş noktası değil, uçak oraya nasıl indi, anlamak mümkün değil” diyordu.
21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü’nden Doç. Dr. Yaşar Onay, 9 Aralık 2007’deki makalesinde konuya ilişkin yazısında, “elektronik harp”ten söz etmekteydi:
“bugün “elektronik harp sistemleri”,
ülkelerin silahlı kuvvetleri tarafından;
pasif veya aktif, koruyucu veya elektronik saldırı amaçları ile kullanılabilen;
kara, hava ve deniz platformlarındaki saldırı ve savunma silah sistemlerinin etkinliğini artıran en önemli sistemler olarak görülür.
ABD’nin Körfez Savaşı sırasında, Irak'ın silah sistemlerini elektronik olarak dinleyerek, elde ettikleri istihbarata göre kendi sistemlerinde gerekli program değişikliklerine gittiği ve böylelikle Irak'ın silah sistemlerini elektronik harp sistemleri ile (elektronik karıştırma uygulayarak) bastırdığı bilinmektedir.
Bunun sonucunda muazzam bir silah gücüne sahip Irak, bu sistemlerini kullanamamış, ABD sıcak savaş esnasında birbirleriyle görüşüp, emir ve raporlarını gönderirlerken, Irak kendi kuvvetleri üzerinde komuta kontrolü kaybetmiş ve yenilmiştir.
Irak silah sistemleri hakkında elektronik istihbarat yapmak ve bu istihbarata dayanarak ABD sistemlerinde gerekli program düzeltmelerini gerçekleştirmek amacıyla ABD'den 4.000'den fazla şirket mühendisi Körfez bölgesine giderek destek verdiği bilinmektedir.
Unutulmamalıdır ki, 19.–21. yüzyıl arası uluslararası sistemi derinden etkileyen her savaşın ve her cinayetin arkasında enerji kaynakları ve onların denetimi arzusu ve gücü yatmaktadır.
Yüzyılımızın ve sonrasının en önemli enerji kaynağının da Toryum olacağı konusunda bilim adamlarının hemen hepsinin hemfikir olduğu değerlendirildiğinde bazı gelişmeleri önceden tahmin etmek mümkündür.”
Türkiye Atom Enerjisi Kurumu’na göre, Toryum:
yüksek sıcaklıklarda magnezyumun direncini artırmak amacıyla alaşımlarda, elektronik cihazlarda ve aydınlatmada tungsten filamanların kaplanmasında, yüksek ısıya dayanıklı potaların yapımında, yüksek kaliteli kamera merceklerinde, nükleer teknolojide kullanılmaktadır.
1959 yılı sonlarına doğru MTA tarafından havadan prospeksiyonla bulunan radyoaktif anomali üzerinde uranyum ve toryum için etütler yapılmış ve Sivrihisar ilçesinin kuzey batısında Kızılcaören, Karkın ve Okçu Köyleri arasında 15 km2'lik bir sahanın toryumun yanı sıra Nadir Toprak Elementleri (NTE) de içerdiği saptanmıştır.
MTA tarafından yapılan çalışmalar sonunda 1977 yılında, "Eskişehir-Sivrihisar-Kızılcaören Köyü Yakın Güneyi Bastnazit-Barit-Florit Kompleks Cevher Yatağı"Nihai Etüt Raporu hazırlanmıştır. Bu rapor sonuçlarına göre bölgedeki cevherin ortalama tenörü %0,2 ThO2 olup, toplam rezerv yaklaşık 380.000 ton civarındadır.

Eskişehir Osmangazi Üniversitesi (OGÜ) Teknoloji Araştırma Merkezi'nin (TEKAM) toryum madeni üzerine yaptığı araştırma tamamlandı.
Araştırmayla ilgili bilgi veren TEKAM Müdürü Prof. Dr. Muammer Kaya, Türkiye'deki toryum rezervinin, ülkenin 230 milyar dolar olan borçlarını 500 kere ödeyebilecek zenginlikte olduğunu, sonsuz enerji kaynağı olan toryumun Türkiye'ye bir servet kazandırabilecek ve Türkiye'nin 230 milyar doları bulan borçları toryum sayesinde 500 kere ödenebileceğini söylemektedir.

Türkiye’de Maden Rezervleri şekil 1’de gördüğümüz gibiyken,
1985’ten günümüze IMF, Dünya Bankası, AB, sömürgeci madencilik şirketleri ve onların yerli ortaklarının birlikte yürüttüğü baskılar sonucunda yenilenen ve daha sonra değiştirilen maden yasasıyla Türkiye sömürgeci madencilik şirketleri açısından tam anlamıyla bir ‘çöpsüz üzüm bağı’ haline getirilmiştir.
Bu süreçte ulusal kalkınma planları ve bunlara ilişkin ihtisas komisyonlarında bu şirketlerin yer alması sağlanmış ayrıca yabancı madencilik şirketleriyle çıkar birliği yapan yerli dernek, vakıf ve şahıslarla birlikte kalkınma planları ve hedefler, sömürgeci madencilik şirketleri çıkarları doğrultusunda yapılarak belirlenmiştir.
Dolayısıyla mevzuata sömürgeci madencilik şirketlerinin sömürü mekanizmaları üzerinde hiçbir denetim öngörülmemiştir.
Oysa sömürgeci madencilik şirketleri şu önemli sömürü mekanizmalarını girdikleri her ülkede uygularlar:
Bu sömürü mekanizmalarından ilki metalik madenlerde cevherin metal içeriği üzerinde yapılan görünürde küçük ancak parasal olarak inanılmaz boyutlara varabilen oynamalar üzerinden yapılanıdır
Ülkemizde faaliyet gösteren madencilik şirketleri ağırlıklı olarak Kanada/Toronto borsasında işlem görmektedir.
Bu şirketlerin hisse senetleri, Türkiye topraklarının azımsanmayacak bir yüzdesi üzerinde maden hakkı sahibi olması ve bu hakların Orta Karadeniz’den, Doğu Karadeniz’e, Güneydoğu’dan Doğu Anadolu’ya uzanan coğrafyada yoğunlaşması Ermeni ve Rum diasporasının ilgisini çekmektedir.
Nitekim, Türkiye Cumhuriyeti’nin tanımadığı Kıbrıs merkezli bazı şirketlerin Doğu Karadeniz’de sahip olduğu maden haklarının yüzölçümünün yüzlerce km2 civarında olması ve maden haklarını aldığı toprakların mülkiyetini üzerinde toplamaya başlaması, üzerinde önemle düşünülmesi gereken konudur.
Diğer yandan bu ilgi sadece diasporayla sınırlı değildir.
Irak’ın kuzeyinde oluşturulan off-shore bölgesinde PKK/Kadek, IKYB, KDP kontrolündeki uyuşturucu, insan ticareti ve sair ticaret ve yolsuzluklarla yaratılan ve önemli bir kısmı Kanada’da toplanan fonların da bu şirketlere, ülkemizin üniter yapısı aleyhine ilgisini ilave etmek yerinde olacaktır.

Şekil 1.
TÜRKİYE MADEN REZERVLERİ (TAEK 2008 Verileri)
CİNSİ REZERV (Gör+Muh)(Ton) AÇIKLAMALAR
ALTIN 338 Metal Au
ALÜNİT 4.000.000 % 7,54 K2O
ANTİMUAN 106.306 Metal Sb
ASBEST 29.646.379 Değişik Lif Boylarında, Lif Yüzdesi %4' ün Üzerinde
ASFALTİT 82.000.000
AID: 2876-5536 Kcal/kg
BAKIR 1.697.204 Metal Cu
BARİT 35.001.304 %71-99 BaSO4
BENTONİT 250.543.000 Sondaj+Döküm+Ağartma
BİTÜMLÜ ŞİST 1.641.381.000 Orj.AID 541-1390 Kcal/kg
BOKSİT 87.375.000 % 55 Al2O3 (25.667.000 Metal Al)
BOR 1.805.709.953 % 24,4-35 B2O3
CİVA 3.820 Metal Hg
ÇİNKO 2.294.479 Metal Zn
DEMİR 132.100.000 % 55 Fe (82 458 750 Ton Metal Fe)
DİATOMİT 44.224.029 İyi Kalite
DİSTEN 3.840.000 % 21-52 Al2O3
DOLOMİT 15.887.160.000 % 15 MgO ve Üzeri
FELSPAT 239.305.500 Albit ve Ortoklaz
FOSFAT 70.500.000 % 19 P2O5
FLUORİT 2.538.000 % 40-80 CaF2
GRAFİT 90.000 2-17 C
GÜMÜŞ 6.062 Metal Ag
KAOLEN 89.063.770 % 15-37 Al2O3
KAYA TUZU 5.733.708.017 % 88,5 Üzeri NaCl İçerikli
(200.000.000 Tonu Göl Rezervi)
KİL (Ser+Ref) 354.362.650 Seramik+Refrakter Kili
KROM 25.931.373 % 20 Üzeri Cr2O3
KURŞUN 860.387 Metal Pb
KUVARS KUMU 1.307.414.250 % 90 Üzeri SiO2
KUVARSİT 2.270.287.821 % 90 Üzeri SiO2
KÜKÜRT 626.000 % 32 S
LİNYİT 8.300.000.000 AID: 868-5000 kcal/kg
LÜLETAŞI (Sandık)1.483.000 İyi, Orta Kalite
MANGANEZ 4.560.000 % 34,54 Mn (Metal Mn içeriği 1.576.000)
MANYEZİT 111.368.020 % 41-48 MgO
MERMER 5.161 Milyon m3 (13.933 Mil.Ton) Toplam Potansiyel Rezerv
PERLİT 5.690.027.600 Değişik Genleşme Oranlarında
POMZA (m3) 1.479.556.876 İyi Kalite
PROFİLLİT 6.644.000 Seramik+Refrakter+Çimento
SEPİYOLİT 13.546.450 % 50 Üzeri Sepiyolit İçerikli
SODYUM SÜLFAT 16.536.000 % 81 NaSO4 (13.040.000 Tonu Göl Rezervi )
STRONSİYUM 665.082 % 72 Üzeri SrSO4
TALK 482.736 İyi Kalite
TAŞKÖMÜRÜ 1.126.548.000 İyi Kalite
TORYUM 380.000 ThO2
TRONA 233.317.680 % 56 Üzeri Trona
URANYUM 9.137 U3O8
VOLFRAM 36.719 Metal W
ZEOLİT 345.148.875 Klinopitilolit+Höylandit (Gör+Muh)
ZIMPARA 3.725.082 İyi Kalite


Ülkemizde var olan enerji talebinde,
üretiminde ve dış alımında artışlar gözlenirken,
enerji talebinin yerli üretimle karşılanmasında azalış gözlenmektedir.
Yerli üretimle karşılanan enerji ihtiyacı 1990 da %47.7 iken 2000 yılında %33 olmuş ve 2023 de %23.6 ya düşmesi belenmektedir.
Bu ne sürdürülebilir kalkınma ne de sürdürülebilir enerji politikasıdır.
Enerji üretiminin üç katı oranında enerji tüketen yani enerji ihtiyacının ¾ ünü ithal alan ülkemizde; toplam enerji tüketimine çok yakın miktarda, ekonomik olarak kullanılabilir ve yenilenebilir enerji kaynakları potansiyeli vardır.
Değil sadece Türkiye’de bor füzyon, borlu aküler ve NaBH4 ile enerji üretmeye çalışmak, mevcut olan güneş, rüzgar, jeotermal, hidrolik, biyokütle ve dalga enerjisinden faydalanıldığı zaman bile Türkiye enerji ihtiyacını dışa bağımsız bir şekilde karşılayabilmektedir.
Güneş Enerjisinden güneş termik santralleri ve güneş pilleri ile doğrudan elektrik elde edilmektedir.
Anadolu güneş enerjisi için önemli bir potansiyele sahiptir.
Ülkemiz üzerine yılda 80 Mtep güneş enerjisi düşmektedir.
Dünya da, gittikçe yaygınlaşan güneş evi ve sera uygulamalarından da yararlanılmaktadır.
Rüzgar Enerjisi bakımından Türkiye rüzgar gücü yüksek olan ülkeler arasında ilk %30 içindedir.
En uygun bölgeler Marmara, Ege ve Akdeniz kıyılarıdır.
Bugün Türkiye’de bilinen 3 büyük rüzgar santrali bulunmaktadır.
Bu santraller Çeşme Germiyan’da Delta Plastik, Çeşme Alaçatı’da ARES ve 17 adet türbinle Bozcaada ve Çanakkale’ye elektrik sağlayan kurulu en büyük tesis Bozcaada’daki BORES’tir.
30 tanede kurulmayı beklemekte olan aday projeler vardır.
Türkiye’deki mevcut ekonomik Hidrolik Enerji potansiyeli 125 milyar kWh/yıl ile Avrupa’da 2.sıradadır ve ne yazık ki bu potansiyelin %30 u değerlendirilebilmektedir.
Toplam 129 adet hidroelektrik santral bulunmaktadır.
Bilinen son değerlere göre dünyanın kullanılabilir 41 yıllık petrol, 62 yıllık doğalgaz, 230 yıllık kömür rezervi kalmıştır.
Birincil enerji kaynağı olarak geçen bu yakıtlar ülkemizin enerji ihtiyacının yarısından fazlasını karşılamaktadırlar.
Termik ve doğalgaz santralleriyle karşılaştırıldığında hidroelektrik santrallerinin avantajları görülmektedir.
Jeotermal Enerji bakımından ülkemiz 4500 MW ile dünyada 7.sıradadır.
170 jeotermal alan bulunmasına rağmen 105 kuyu açılmıştır.
Denizli_Kızıldere ve Aydın_Germencik’te jeotermal santraller bulunmaktadır.
3 yanı denizlerle kaplı olan ülkemizde Dalga Enerjisi kullanılmamaktadır.
Kıyılarımızın kullanıma uygun olan kısımlarında 18.5 TWh/yıl düzeyinde enerji bulunduğu hesaplanmıştır.
İngiltere, Norveç, İrlanda ve Portekiz’de dalga enerjisiyle ilgili pilot çalışmalar yapılmaktadır.
Biyokütle bakımından da ülkemizde odun, yağlı tohum bitkileri, elyaf bitkileri, bitkisel, hayvansal ve şehirsel atılar fazlasıyla mevcuttur.
Bu potansiyel enerji ihtiyacımızın %13 üne karşılık gelmektedir.
Son olarak ta hidrojenin yakıt olarak kullanılmasına baktığımızda karşımıza yakıt pilleri çıkmaktadır.
Hidrojen doğrudan yakıt olarak kullanılabildiği gibi yakıt pillerinde de elektriğe çevrilerek kullanılabilmektedir.
Bor varlığımız bunun için sadece yeterli değil, fazla biledir.
Bahsettiğimiz bu yeni, yenilenebilir, temiz ve yerli enerji kaynaklarının kullanımı için ülkemizde yeterli potansiyel, bilgi birikimi ve iş gücü mevcuttur.
Gereken sadece destek ve alt yapıların oluşturulmasıdır.
Burada da görev devlete düşmektedir.
Türkiye kendi borundan bor aküleri, bor fisyon reaktörleri ve NaBH4 den elde edilen hidrojeni yakıt pillerinde kullanabilecek ve Millenium Cell’in mühendisleri gibi teknolojiler yaratabilecek kapasitededir.
Bugün Amerikan Hammer ciplerini Ankara’da beşte bir fiyatına yaratabilen Türk Mühendisleri elbette gerekli desteği aldıkları zaman NaBH4 den elde edilecek hidrojeni kullanarak çalışabilen arabalar da tasarlayabilecek ve yaratabileceklerdir.
150 yılı aşkın bir süredir ülkemizden borumuzu yangından mal kaçırır gibi kaçıran uluslar arası şirketlerin yapmaya çalıştıkları bizim kalkınma ve ileri teknolojiler üretmemizin karşılarında olduğunun göstergesidir.
1968 de İsmet İnönü’nün dediği gibi bugün de memleketimizde boraks cevheri üzerinde yabancı bir oyun planlanmaktadır.
Aynı zamanda görüldüğü gibi Türkiye enerji ihtiyacının büyük bir çoğunluğunu dışardan aldığı çevre düşmanı petrol, doğalgaz ve kömür ile karşılamaktadır.
Oysa ülkemizde yenilenebilir ve temiz enerji potansiyelleri mevcuttur.
Asit yağmurlarına ve sera etkisine sebep olamayan yenilenebilir ve temiz enerji kaynaklarımız ve bor rezervimiz üzerinde ciddi ulusal politikalar geliştirmemiz gereklidir.
Uğur Mumcu’nun 7 Kasım 1981’de bor konusuyla ilgili Cumhuriyet’teki köşesinde yazdığı gibi Milliyetçilik budur efendiler, budur!

Ulusal Kanal, 30 Kasım 2007.
Kemal Sallı, Bu Ülke Bu kadar Sahipsiz mi?, Önce Vatan Gazetesi, Aralık 2007.
11.10.2002, Akşam Gazetesi.
Mustafa Çınkı, Yabancı Sermaye ve Yabancılaşan Doğal Kaynaklarımız, Jeopolitik, Mart – 2008.
Yıldırım Pehlivan, Bor, Toryum, Neptunyum Gerçeği Ve Türkiye’deki Enerji Sorununa Kısa Bir Bakış, Ayınlanma 1923, Yıl: 7, Sayı: 50, Ss. 43 – 48.
18.04.2008
http://www.acikistihbarat.com/Haberler.asp?haber=7584