21 Kasım 2008 Cuma

SOMALİ KORSANLARI !!!!

Somali'deki Türk ve Arap gemilerini NATO kaçırdı!
19.11.2008
Somali açıklarında bir Pentagon operasyonu uygulanıyor.

NATO gemilerinin dolaştığı sularda roketatarlı, otomatik tüfekli gruplar gemi kaçırıyor!

Korsan diye tanıtılan bu gruplar, iki Türk gemisinden sonra son olarak Suudi Arabistan’a ait dev bir petrol tankerine de el koydu!

Hangi çağda yaşıyoruz?

NATO gemilerinin cirit attığı sularda kim korsanlık yapabilir?

* * *

Akşam gazetesinin haberine göre, 12 Kasım’da Yemen’in 16 mil açıklarında korsanların saldırısına uğrayan YDC Denizcilik Şirketi’ne ait Türk bayraklı Karagöl isimli tankerin kaptanı Uğur Mümtaz Temeltaş, uydu telefonu kanalıyla açıklamalarda bulundu.

Temeltaş, korsanlarla 45 dakika mücadele ettiklerini, NATO gemilerinden yardım istediklerini, ancak hiçbir NATO gemisinin yardım çağrılarını dikkate almadığını açıkladı.

Temeltaş, korsanların toplandığı gemileri olduğunu ve bir gemiden ayrılan iki botun, saldırısına uğradıklarını söyledi.

Akşam’ın haberine göre Somali açıklarında ticari gemilere saldıran korsanlar bölgede seyir halinde bulunan iki ana gemide organize oluyor. Son teknoloji ile donatılmış teçhizat bulunan Burum Ocean ve Athena isimli bu ana gemiler, radar ve AIS kanalıyla bölgede seyir eden ticari gemileri belirledikten sonra botlarla bu ana gemiden ayrılıp, saldırılarını geçekleştiriyor.

* * *

Michel Chossudovsky, 10 yıl önce “Yoksulluğun Küreselleşmesi” adlı eserinde IMF programının uygulandığı ülkelerden örnekler verirken, Somali’de gıda tarımının imha edildiğini, hayvancılığa dayalı ekonominin çökertildiğini, devletin imha edildiğini yazmıştı.

2007 yılının Nisan ayında ise Amerikalı general Wesley Clark, Kanada Merkezli Düşünce Kuruluşu Democracy Now Global Research’dan Amy Goodman’a itiraflarda bulunmuştu.

Saliha Ziya’nın çevirisiyle Dünya Gündemi’nde yayımlanan röportajda Clark şöyle diyordu: “11 Eylül’den 10 gün sonra, Pentagon’a gittim. Generallerden biri beni içeri çağırdı. ‘Irak’la savaşa girmeye karar verdik’ dedi.

Birkaç hafta sonra onu tekrar görmek için gittim, o sıralar Afganistan’ı bombalıyorduk.

Hâlâ Irak’la savaşa girme durumunda mıyız?’ diye sordum.

Daha da kötüsü’ dedi; masasına uzandı, bir kâğıt aldı:

Bunu az önce yukarıdan (Savunma Bakanı’nın makamından) aldım! ‘Beş yıl içinde, Irak’la başlayan sonrasında Suriye, Lübnan, Libya, Somali ve Sudan’la devam edip İran’la bitecek yedi ülkeyi nasıl ele geçireceğimizi anlatan bir not vardı bu kâğıtta!”

* * *

Clark devam ediyordu:

Suudi Arabistan destekli Sünni İslamcı grupların güçlenmesi ve İran’ı arkasına alan Şiilerin zayıflatılması çabaları kapsamında, Bush yönetimi ve Suudi Arabistan; Ortadoğu’da Lübnan, Suriye, İran gibi pek çok bölgede gizli operasyonlar için para aktarıyor.

Bu örtülü para akışının bir kısmı Lübnan’da El-Kaide bağlantılı cihat yanlısı gruplara gidiyor.

Şiilerle mücadelenin finansmanı, Prens Bender ve -Kongre’den onay almadan- ABD nakit akışıyla sağlanıyor, böylece para El-Kaide bağlantılı Sünnilere ulaşmış oluyor.”

Clark, El Kaide örgütünün Bush yönetimi ve Suudi Arabistan tarafından finanse edildiğini açıklıyordu!

* * *

Anlaşılıyor ki “korsan” denilen teröristler,

Somali açıklarındaki gemileri,

Pentagon planlamasıyla ve NATO gemilerinin koruması altında kaçırıyor.

ABD, Somali’yi işgal edecek, bu sebeple kendi emrindeki teröristlerin gemi kaçırmasını planlayarak, Türkiye ve Suudi Arabistan kamuoyları nezdinde haklı gerekçe oluşturmaya çalışıyor!


Arslan BULUT

http://www.solbirlik.net/haber_detay.asp?haber_id=8735&yid=83

******************

Arslan BULUT


arslanbulut@yenicaggazetesi.com.tr
Yazı Tarihi: 20/11/2008


Somalili korsanlar değil, doğrudan Amerikan korsanları!

Merkezi Malezya’da bulunan

Uluslararası Denizcilik Bürosu,
Somalili korsanların kontrol edilemez hale geldiğini bildirdi.

Haber, bütün dünyaya bu başlıklarla bildiriliyor!

Somalili korsanlar!

Oysa, açık denizde üstelik okyanusta korsanlık yapabilmek, bir devlet desteği olmadan mümkün değildir.

Somali diye bir devlet bırakmadıklarına göre bunu kim yaptırıyor?

Uluslararası Denizcilik Bürosu’nun Korsanları İzleme Merkezi Müdürü Noel Choong “Durum şimdiden kontrol edilemez halde. ABD ve uluslararası toplum bu tehdidi sonlandırmalı” dedi.

Uluslararası Denizcilik Bürosu’na göre, Ocak ayından beri Somali açıklarında ve Aden Körfezi’nde aralarında Türk gemilerinin de bulunduğu 94 gemiye saldırıldı.

Şu anda ise 17 kadar gemi, 250 mürettebatla hâlâ korsanların elinde bulunuyor.

* * *

Uluslararası Denizcilik Bürosu, somut olarak kimi yardıma çağırıyor?

ABD’yi?

Somalili korsanlar” kavramını, konu ile ilgili haber veren Amerikan İngiliz haber ajansları bütün dünyaya kabul ettirdi.

Şimdi bütün dünya basınında “Somalili korsanlar” ifadesi kullanılıyor.

Oysa, korsanlar Somalili olsa bile iki büyük gemide üslenmiş durumda. Bu gemilerin etrafında da NATO
gemileri dolaşıyor
.

Korsan denilen grupların elinde en fazla roketatar var.

Yani korsanlığı Amerikan savaş gemileri himaye ediyor.

* * *

2003 yılında İngiltere‘nin en yetkili emniyet görevlisi olan

Metropolitan Polis Örgütü Genel Müdürü Sir John Stevens,

El Kaide’nin İngiltere içindeki pek çok terör örgütünü kendi amaçları için kullandığını ve en büyük tehlike olmayı sürdürdüğünü açıklamıştı.

İngiltere‘de faaliyet gösteren “İslami terör grupları” nın tümünün El Kaide ile ilişkili olup olmadığının sorulması üzerine, büyük bölümünün öyle olduğuna inandıklarını söyleyen Stevens, Kuzey Afrika orijinli diğer bazı grupların bağımsız faaliyetlerinin de sürdüğünü ifade etmişti.


Halbuki, gerçek şudur:

İslami denilen terör örgütlerinin çoğu İngiliz istihbarat servisi tarafından kurdurulmuştu veya kontrol edilmekteydi.

El Kaide örgütü de ABD, İngiltere, İsrail, Suudi Arabistan ve Pakistan ortak yapımıdır.

El Kaide’nin kuruluşunda beyin görevini İngiltere yapmıştır.

* * *

Türkiye’de halkın en çok tanıdığı istihbaratçı olan Mahir Kaynak’ın “İstihbarat olmadan terör olmaz” tespiti bu korsanlık olaylarını izah ediyor.

Kaynak,

El Kaide diye bir örgüt yok. Eğer bir örgütten bahsediyorsanız, bu örgütün siyasal bir hedefi olması gerekir.

Kimse El Kaide’nin hangi somut hedefe ulaşmak istediğini bilmiyor.

Oysa İRA, ETA gibi terör örgütlerinin somut hedefleri ve somut coğrafi alanları vardır.

Ayrıca bunların bir kadrosu ve bir örgüt yapısı da vardır.

El Kaide’de bu unsurların hiçbiri yok.

Ne kadrosu var, ne de coğrafi bir alanı.

Bütün dünya eylem alanları bunların.

El Kaide, bir istihbarat servisinin yaptığı operasyonun kod adıdır.

Bu yüzden de bizim önce yapılan bu operasyonu deşifre etmemiz gerekir.

Çünkü El Kaide operasyonuyla dünyada bir siyasi sonuç yaratılmak isteniyor.

El Kaide eylemlerinden çıkan tek siyasi sonuç,

Batı dünyasında bir İslam aleyhtarlığının doğuşudur ve İslam’ın terörle özdeşleşmesidir.

Böyle bir siyasi sonuç niçin isteniyor ve bunu kim istiyor sorusunun cevabını bulmalıyız” diyordu.

Şimdi de “Somalili korsanlar” kavramını bütün dünyaya kabul ettiren haber ajanslarının ABD ve İngiltere adına bir siyasi sonuca ulaşmaya çalıştığını görmeliyiz.

http://www.yenicaggazetesi.com.tr/a_haberdetay.php?hityaz=6043



****************

İbrahim Karagül

19 Kasım 2008 Çarşamba


Barbaros'un torunları ve “korsanlık ihalesi!”
ABD ile Irak arasında bir çeşit sömürge anlaşması imzalandı, değerlendiremedik.

İsrail ile Almanya, nükleer erken uyarı sistemi kurmak için anlaştı, değerlendiremedik.

G-20 zirvesi, krize karşı beklenen çözüm önerilerini belirleyemedi, değerlendiremedik.

Amerika ve Avrupa ekonomilerinden sonra Asya ekonomileri de resmen durgunluğa girdi, küresel ekonomik krizin yeni ürkütücü işaretleri belirginleşiyor, yeterince tartışamıyoruz.

Türkiye ile İran arasındaki meşhur doğalgaz işletme anlaşması onaylandı, ne anlama geldiğini tartışamadık.
Şu Somalili korsanlar, feci biçimde kafamı kurcalıyor, zamanımı alıyor.

Şaşkınım, son derece hayret verici bir durum söz konusu.

Dünya deniz trafiğinin en işlek bölgesinde, en ağır silahları, roketatarları olan bir takım silahlı adamlar, füzelerle ve ileri teknoloji silahlarla dolu çok sayıda savaş gemisinin burnunun dibinden dev ticaret gemilerine el koyuyor ve üslendikleri bölgelere naklediyor.
Bunlar yaşanmasa, birileri böyle olabileceğini anlatsa hepimiz o kişiyle dalga geçerdik.

İnanılması son derece güç bir durum ama görüyorsunuz gerçekleşiyor.

Üstelik saldırıya uğrayan gemiler, bölgede seyir halindeki NATO ve çok uluslu donanmaya bağlı savaş gemilerinden yardım istiyor, hiç biri yerinden kımıldamıyor, cevap vermeye bile tenezzül etmiyor.
Nedir bu?

Dünyanın en kanlı örgütü, ABD'nin kirli işlerini yapan paralı asker şirketi o bölgeye naklediliyor, neden?

Korsanlara engel olmak için mi yoksa yeni bir kirli savaş başlatmak için mi?
Yasa Neslihan ve Karagöl gemisini kaçırdılar.

Kendi limanlarında bekletiyorlar.

Dün, dünya denizcilik tarihinin en büyük eylemini gerçekleştirdiler. Kenya'nın yüzlerce kilometre açığında seyreden dev bir Suudi petrol tankerini ele geçirdi.

Üç uçak gemisi büyüklüğünde, yüz milyon dolarlık petrol yüklü Sirius Star adlı gemi, çokuluslu savaş gemilerinin önünden kaçırıldı.

Belki yardım istedi, cevap bile alamadı.

Tıpkı Karagöl gemisinin 45 dakika boyunca NATO gemilerinden yardım istemesi gibi.
Deniz Kuvvetleri Komutanı Oramiral Metin Ataç;

Yepyeni bir problemle karşı karşıyayız, deniz haydutluğu

Bizi muazzam meşgul ediyor bu konu.

Türkiye Cumhuriyeti'nin menfaatlerinin korunması açısından birçok girişimimiz var.

Somali'de otorite boşluğu var. Karşımızda kimseyi bulamıyoruz” diyor.
Elbette konu çok önemli, büyük bir sorun.

Ama teşhis yanlış.

Gidilen yol yanlış.

Somali'de otorite yok, olamaz da.

Çünkü Başkent Mogadişu ve oradaki hükümet ABD ile Etiyopya ordusunun kontrolünde.

Ülkenin geri kalanı ise İslamcı ya da milliyetçi grupların elinde.

Ve çok yakında bu ülkede sürpriz gelişmeler yaşanacak.

Eğer otorite arıyorsanız, o ABD'dir, NATO güçleridir.

Somali sahili, Kenya sahili, Kızıldeniz, Hint Okyanusu bu uluslararası gücün kontrolünde.

Pakistan'ın kontrolsüz bölgesi Veziristan'da bir telefon çalsa, anında tespit edilip insansız uçaklarla saldırıya girişenlerin, kendi savaş gemisinin hemen yanından bir geminin kaçırılmasına sessiz kalması

Asıl sorun bu.
Konuyla ilgili dünkü
yazıya yorum yazan bir okuyucu,
“Sanırım korsanlığın amacı Avrupa-Çin arasındaki deniz ticaret yolunun önünü kesmek ve ham madde fiyatları üzerindeki risk primini arttırarak sigorta şirketlerinin karlarını arttırmak.

Tıpkı İngilizlerin meşhur Kraliçe onaylı korsanı Drake vasıtası ile 16.yy. İspanya Amerika ticaretinde uyguladığı politika gibi…” diyor.
Neden olmasın! Ama sadece bu kadar değil.
· Suveyş Kanalı'ndan Hint Okyanusu'na kadar bütün bölge ABD ve NATO denetiminde. Yıllardır o bölgede “terörle mücadele” savaşı veriyorlar!

Çünkü bu bölge, Basra Körfezi'nden sonra dünyanın en önemli enerji koridoru.

Çünkü bu bölge, Malaka Boğazı gibi dünya deniz ticaretinin en yoğun olduğu yer.
· Orada terörle mücadele yapmıyorlardı.

Orta ve Doğu Afrika'nın enerji kaynaklarına hakim olmaya çalışıyorlardı.

Bu müthiş enerji koridorunu denetim altında tutuyorlardı.

Orta Afrika ve Ortadoğu'nun zenginlikleri üzerinde hisse dağıtıyorlardı.

Çünkü orada, Irak ve Afganistan'da yaptıklarının benzerini yapıyorlardı.
· Onlar oraya yerleştikten sonra Darfur çıktı ortaya.

Sudan bölündü.

Somali yeniden iç savaşa sürüklendi.

Orta Afrika'dan Somali sahiline uzanan boru hattı projeleri geliştirildi.

Bu güzergahlarda çatışmalar yoğunlaştı.

Nijer deltasından Darfur'a, Güney Sudan'dan Somali'ye kadar bütün bölgede çok zengin enerji kaynakları keşfedildi.

Şimdi bunların üzerinde şiddetli bir paylaşım savaşı veriliyor.
· Onlar, deniz korsanlarının çok yakınındaki Cibuti'de dev bir donanma üssü kurdu.

Bu ülke şu an tam anlamıyla bir Amerikan askeri üssü oldu.

Katar'daki Amerikan üssü neyse, Cibuti'deki üs de odur.
· Korsanların gemilere al koyduktan sonra götürdükleri liman bu Amerikan üssüne o kadar uzak değil.

ABD gemileri Cibuti'deki üsten hareket edip şu an denetim yaptıkları bölgeye gelirken korsanların karargahlarının yanından geçiyor.
· Peki bu çokuluslu donanma korsanlara bir şey yapmayacaksa, her gün izledikleri korsan üslerine bir şey yapmayacaklarsa, kendilerinden yardım isteyen ticaret gemilerine yardım yapmayacaksa bu bölgede ne arıyor?

Neyin peşinde?
· Bütün bunlar olurken, Somalili milliyetçi gruplar da karadan başkente ilerliyor.

Dün yazdığım gibi ABD bu durumu “El Kaide Somali'yi ele geçiriyor” şeklinde pazarlıyor.

Peki bundan sonra ne olacak? Benim kanaatim şu:
· Korsanlar özellikle korunuyor.

Hepsinin Somalili olduğunu sanmıyorum.

Muhtemelen çokuluslu bir korsan gücü söz konusu.

Tahmin edilenin aksine bunların El Kaide ile ilgisi yok.

Aksine, belki bazı devletlerin belki de güvenlik şirketlerinin desteğine sahipler.

Bu bölgede “korsanlık ihale edilmiş” olabilir.

Bölgeye gönderilen kiralık katiller ordusu Blackwater'ın bu olayla bir şekilde bağlantısı ortaya çıkarsa şaşırmayalım.
· Somali içindeki gelişmelerle birlikte değerlendirildiğinde şu sonuca ulaşıyoruz: Yakında büyük bir Somali operasyonu başlayabilir.

Şu ana kadar gemisi kaçırılan her ülkeden asker istenebilir.

Şu sıralar böyle bir operasyonun psikolojik alt yapısı hazırlanıyor.

Bazıları korsanları “Barbarosu'un torunları” gibi görse de, bazen içimizden “aferin bu adamlara” demek gelse de, ben böyle olduğuna inanıyorum.

http://yenisafak.com.tr/Yazarlar/?i=13908&y=IbrahimKaragul


***************************


BİR KORSAN HİKAYEM VAR...
13 Kasım 2008 Perşembe
KORSANLIK MI YOKSA MOSSAD-CIA KONSORSiYUMU MU?

Genellikle Aden Körfezi’nde güya SOMALİLİ korsanlar gemi kaçırıyorlar.

Sanırım o bölgede bugüne kadar meydana gelen olay sayısı 34’ü buldu. Farkında mısınız?
Yeryüzünde Saddam’ın burnunu karıştırırken görüntüleyen UYDULAR sanki sustu;

SUSMADI SADECE GÖRÜLMEK İSTENMİYOR.
Aden Körfezi civarında GPS değerleri sürekli değişiyor,
gemiler son bulundukların yerin koordinatlarını bu şaşkın GPS değerleri ile veriyor.

ÇÜNKÜ DÜNYADA GPS TEKELİ KÜRESEL EŞKIYA ABD’NİN ELİNDE.
ABD daha önce de GPS değerleri ile oynadı,

i. Ronald BROWN’u Hırvatistan da KAZA süsü ile öldürtürken,

ii. İngiliz Deniz Piyadelerini İran Karasularına sokmak için,

iii. Isparta’da içinde Türk Bilim adamlarının bulunduğu uçağı kaza süsü ile sabote ederken. (http://sudakiates.blogspot.com/2008/08/isparta-uanda-ehit-olan-prof-dr-engin.html)
NATO’YA bağlı savaş gemileri Türk Deniz Kuvvetleri’nin ki de dâhil kaçırılan hiçbir gemiyi ve KORSAN ekibini bulamıyor.

Neden?
Gemilerin kaçırıldıkları ve depolandıkları alanlar bulunamıyor…

Yok, daha neler….

Peki neden?
Kırma OBAMA’nın, yani yeni KÜRESEL ZÜBÜK’ün

ilk hedefi AFRİKA ve özellikle KIZILDENİZ VE ADEN KÖRFEZİ

İkinci hedefi ise İran Körfezi ve HÜRMÜZ Boğazı
Lütfen bu gerçeği artık görelim…

Operasyonların ardında, alanda MOSSAD,

planlama ve karargâhta CIA var

yorumLAR:
Adsız dedi ki...
Selam Sn. Yaren,Ben de bu konuyu ne zaman yazacaksiniz diye bekliyordum... Bir de Hurmuz Bogazi demişsiniz. Ondan once Irak'ın guneyindeki "Neutral Zone"a deginseniz? Hani İsrail'in elinde 1000 ucak var ve bunlari hangi petrolle, nasil ucurabiliyor?

Ha bu arada "Kainat"a hayirli olsun, Son Zulu'nun Genel Sekreteri olarak Rahim Emanuel'i takdir etmiş Lordlar...

Sanırsam "Lucifer"da yakında teşrif eder...
*****
Adsız dedi ki...
selamlar sayın cem yaren sizin gps konusunda eğitiminizi nereden aldığınızı öğrenebilir miyim?Sakın prof dr hans von aiberg olmasın??? Uçak ve gemilerde sadece GPS ile mi yol bulunuyor sizce ?? DGPS diye birşey duydunuz mu??? Radyo kerterizin ne olduğunu biliyor musnuz ??? Glonass,GALİLEO diye birşeyler hakkında fikriniz nedir ??Saygılarımla. selçuk

*****


Cem YAREN dedi ki...
Adsız,Biliyorsunuzdur ya da bilmiyorsunuzdur. Ben CAHİL'im... Sizin dediklerinizi bencileyin nereden bileyim...Saygılar...



commandatore dedi ki...
Kıta Afrikasının tek hakimi İSRAİL'dir.

Herşey onun kontrolündedir.

Bütün Diktatörler onların güdümündedir.(Mobuto vb.)

Orada onlar ne isterse o olur.

Kendilerine ait ülkeleri bile vardır.

Eski Rodezya onlarındır. Sesil RODHES tarafından kurulmuş,ROTHSHİELD'lerin adamıdır.

Irkçı Güney Afrika Cumhuriyeti onların direktifleriyle hareket eder.

RUANDA'daki katliamda da onların izlerine rastlayabilirsiniz.

Kıta Afrikasının bütün sınırlarını onlar çizmişlerdir.

Bütün GPS uydularıda onların emrindedir.

Petrolün fiyatını arttırmak için şimdi Petrol taşıyan gemilere saldırtmaktadırlar.

Bunlar Dünya üzerinden yok olmadıkları sürece İnsanlığa rahat yüzü yoktur.

Ama artık sonları yavaş yavaş geliyor.

Şu an dünyayı yönetmenin şarhoşluğundalar, ama az bir zamanları kaldı.



*****************************************************
Sömürge sınırlarına sıkışmış durumda…

Devletsiz ülke: Somali

Sömürgecilikten kurtulmasına karşın devlet kuramayan insanların ülkesi Somali, yabancı güçlerin istediği her şeyi yapabildiği bir bölge.

ABD, El Kaide gerekçesiyle ülkenin güneyini bombalıyor.


D. Burcu ŞENAY

TUSAM Afrika Araştırmaları Masası


Somali, bir Türk firmanın mallarını taşıyan geminin korsanlar tarafından kaçırılmasıyla Türkiye’nin gündemine geldi.

Ne var ki, kaçırma olaylarının sık yaşandığı bilgisini veren Türk medyasının yaklaşımı “Neden Somali?” sorusuna açıklık getirmiyordu.

Uluslararası diplomaside çökmüş devlet olarak tanımlanan Somali’de, yaklaşık 18 yıldır bir devlet yapısı bulunmuyor, ülke çapında güvenliği sağlayacak bir devlet yapılanmasından söz etmek de mümkün değil.

İç savaş, açlık ve salgın hastalıklar da düşünüldüğünde Somali’nin durumu daha kolay anlaşılıyor.

SÖMÜRGE DÖNEMİ VE İÇ SAVAŞ

Sömürgeciliğin uygulanmasında sömürme, tüketme ve yok etme yöntemlerinden fazlasıyla nasibini almış bir ülke Somali.

Ekonomik ve siyasal alanlarda olduğu kadar toplumsal alanda da sömürgeciliğin tahrip ettiği bir ülke.

Somali’de halk aynı din, dil, ırk ve kültürü paylaşıyor ve oldukça homojen bir yapıda.

Ancak Afrika’nın 19. yüzyılın sonlarında Avrupalılarca paylaşılması üzerine İngiltere, İtalya ve Fransa’nın Somali topraklarına girmesi, Somali halkının farklı sömürge sınırlarında sıkışmasına neden olur.

Sömürge döneminin Somali halkına bıraktığı bir diğer miras ise İngiltere’nin Etiyopya’ya bağışladığı Ogaden bölgesi.

Bu bölgede yaşayan Somalili nüfus göz ardı edilerek uygulanan bu politika, Somali bağımsızlığını ilan ettikten sonra iki ülke arasında savaş nedeni oldu.

Bu bölünmelerle halkın en önemli özelliği olan homojenitesi dış tehdit ve sömürgeci güçlere karşı bazı toplumsal hareketleri tetikledi.

Ancak Somali halkına kendi kaderini tayin hakkı verilmedi ve Somali devletinin kurulması sömürgeci güçlerin istenci ile gerçekleşti.

Sömürge sonrasında kurulan bağımsız devlet, “devlet” düşüncesinin Somali’ye Batı tarafından dayatıldığı tezini kanıtlar niteliktedir.

Zira ilk hükümet oldukça tecrübesiz, yetersiz ve bir siyasi kültürün yaratılması düşüncesinden oldukça uzaktı.

Bu sayede Somali’de siyasi sistem çok kısa zamanda kabileler arasındaki uyuşmazlıkların ve çıkar çatışmalarının yaşandığı bir zemine taşındı. General Siyad Barre 1969 yılında bir darbeyle devlet başkanlığı koltuğuna oturdu.

Önceleri Somali halkının büyük desteğini alan ikinci hükümet, kısa süre sonra oldukça baskıcı, muhalefete tahammül edemeyen, yolsuzluğun yaygınlaştığı bir rejime dönüştü.

Somali devlet gelirinin önemli kısmını oluşturan ABD ve SSCB’nin insani ve maddi yardımlarının, Devlet Başkanı Barre ve kabilesine gittiği anlaşılınca ülkede tansiyon iyice arttı, Barre’nin 20 yıl süren dikta rejimi 1991 yılında muhalif güçlerce yıkıldı.

Barre hükümetini devirerek Başkent Mogadişu’yu ele geçiren muhalif grup yeni bir hükümetin kurulduğunu ilan etti.

Ancak Barre’ye karşı tek bir paydada birleşen gruplar sıra iktidar paylaşımına gelince karşılıklı saflarını aldılar.

Somali için sonun başlangıcı sayılan bu gelişmeler ülkede 18 yıldır dinmek bilmeyen iç savaşın nedeni olarak nitelendirilebilir.

ABD SOMALİ’DE NE ARADI?

Somali’de patlak veren iç savaş ve savaşın oluşturduğu trajik koşullar çok geçmeden uluslararası toplumda yankı buldu.

Mart 1992’de insani yardım amacıyla Somali’ye asker çıkartan BM, kısa süre sonra savaş ağalarıyla baş edemez hale geldi.

Somali insanının çaresizliği Amerikan medyasına da yansıdı.

Pek çok gazetecinin vicdan propagandası, Amerikan halkının bilinçaltını Somali’ye yapılacak bir askeri müdahale için adeta hazırladı.

Nihayet, Kasım 1992’de ABD ülkeye 36.000 asker çıkardı.

ABD’nin Somali operasyonun değerlendirilmesinden önce, ülkenin stratejik açıdan öneminin kısaca aktarılmasında yarar var.

Somali, Batı’nın hammadde ve petrol trafiğinin bağımlı olduğu su geçidi olan Süveyş Kanalı’na açılan bir kapı niteliğinde.

Bu açıdan Somali’de askeri güç bulunduran ülke kanalın ‘güvenliğini’ de sağlamış oluyor.

Ayrıca oldukça uzun kıyı şeridi dikkate alındığında Somali’yi kontrol altına almak, Hint Okyanusu’nda ve Doğu Afrika’da kontrolü sağlamak anlamına geliyor.

Somali’yi çekici kılan bir diğer unsur ise ülkenin İran körfezine yakınlığı. ABD-İran arasında süregelen gerilim Somali’nin stratejik önemini tartışılmaz kılıyor.

Bu bilgiler ışığında, ABD’nin uğruna askerini tehlikeye atarak kamuoyunu karşısına almak pahasına gerçekleştirdiği Somali müdahalesinin, ‘insani’ kaygılarla gerçekleştiği yargısı fazlasıyla iyimser olacaktır.

Birleşik Devletler’in pragmatik hedefinin Soğuk Savaş sonrası dönemde ortaya çıkan ‘Yeni dünya düzeni’nin devamını sağlamak olduğu dikkate alınırsa Somali operasyonu daha çok anlam kazanacaktır.

Elbette ki ABD birlikleri Somali’de çiçeklerle karşılanmadı.

Dış güçlerin ülkede bulunmasına karşı çıkan ve Somali’ye kendi geleceğini tayin hakkının verilmesi gerektiğini söyleyen fraksiyon lideri General Aidid ve yanlıları Amerikan askerlerinin varlığına silahı direniş ve saldırılarla karşılık verdi.

Somali’ye gelmeden önce ülkenin içinde olduğu durumdan hiç haberi olmayan ve operasyonu yetersiz şekilde planlayan ABD, çok geçmeden ülkede batağa saplandığı gerçeğiyle yüzleşti.

3–4 Ekim 1993’te Aidid’e bağlı güçlerin 18 Amerikan askerini öldürmesi ve cesetleri sokaklarda sürüklemesi üzerine, Amerikan birlikleri ülkeden apar topar çekildi.

Zamanında umutsuz Somalilere umut götürmek gerektiği propagandası yapan medya aniden saf değiştirdi.

Onlara göre Somali halkı böyle bir yardımı hak etmiyordu.

OBAMA NEYİ DEĞİŞTİRİR?

11 Eylül saldırılarına kadar Somali’den elini ayağını çeken ABD, 2001 yılından bu yana El Kaide militanlarının mevzilerinin bulunduğu iddiasıyla ülkenin güney kesimlerini bombalıyor.

Son saldırılarda sivillerin de öldürüldüğü iddiasını değerlendiren BM Genel Sekreteri Ban Ki Moon, ABD’ye tepkisini “bölgedeki çatışmaların gerginliği daha da tırmandırabileceği” açıklamalarıyla dile getiriyor.

Ban Ki Moon’un bu sözleri BM’nin işlevsizlik tartışmalarını tekrar gündeme getirmesi açısından önemli.

Zira geçmişte Somali halkını kabileler arasındaki iç savaştan korumak için ülkeye asker çıkaran BM, sıra Somalileri ABD’den korumaya gelince ancak eleştirmekle kalıyor.

ABD’nin son yıllarda yalnızca hava saldırılarıyla yetinmesi hiç kuşkusuz 1993’teki kötü tecrübesinden kaynaklanmakta.

Zaten Irak işgali ve Afganistan müdahalesinin sonuçlarını en ağır şekilde ekonomisinde gören ABD’nin kısa vadede Somali’ye asker çıkarması mümkün görünmüyor.

Somali’nin kendi haline bırakılması elbette ki söz konusu değil.

Beyaz Saray’ın desteklediği Cumhurbaşkanı Abdullahi Yusuf ve geçici hükümet, ABD’nin Somali’nin güvenliği için vazgeçilmez olduğu açıklamalarını her fırsatta yineliyor.

Washington’un maşa olarak kullandığı Etiyopya birlikleri de, ABD’nin mimarlığını üstlendiği geçici ‘düzenin’ bekçileri olarak başkent Mogadişu sokaklarında kol geziyor.

Başkan seçilmeden önce Somali için tutarlı bir strateji izleneceğini müjdeleyen Obama, adeta önceki hükümetlerin ‘tutarsız’ olduğu itirafında bulundu.

Ne var ki, her dönem Amerikan çıkarlarının belirlediği ABD dış politikasının yeni hükümetle farklı bir zemine taşınmasını beklemek fazlasıyla iyimser bir yaklaşım.

Bu tezi destekleyen en önemli kanıt, küresel çapta terörizmle savaşı ‘Amerika’nın kazanması gereken savaş’ olarak nitelendiren Obama’nın açıklamalarında karşımıza çıkıyor.

Obama, El Kaide’nin Amerika için ‘ısrarlı ve genişleyen’ bir tehdit olduğu ve başkan seçilmesi halinde yok edilmesi için dünyanın neresinde olursa olsun askeri güç kullanmakta tereddüt etmeyeceğini açıklamıştı.

Çiçeği burnunda ABD Başkanı’nın bu söylemleri, ‘değişim’ sloganıyla yola çıkan yeni hükümetin dış siyasette öncekilerden farklı olmayacağı sinyallerini veriyor.

Somali’nin sorunları El Kaide’ye indirgendikçe, çözüm için umutlar zayıflıyor.

Sömürge döneminden beri kendi kaderini tayin hakkı engellenen Somali’nin geleceği yine dış güçlerin elinde şekilleneceğe benziyor.


Bu link'i takip ederek duyurunun tamamını görebilirsiniz:

http://www.toplumsalbilinc.org/forum/index.php?topic=3811.0


***********************

Uluslararası hukuka göre,
uluslararası sularda deniz taşımacılığı yapan gemilerin,
kendilerini savunmak amacıyla bile olsa
silah taşıması kanunen yasaktır.
Bu sularda silah taşıyan gemiler sadece askeri gemilerdir!!!
Ne ilginç değil mi?
Bunun altını çizdikten sonra,
lütfen sorar mısınız kendinize;
Dışişlerimizden (!),
‘Gemilerimizin’ kaçırılma olayları ve alınacak önlem yada çözüm yollarına dair tek bir resmî beyanat ve/veya açıklamaya rastladınız mı?
Yoktur ki…
Peki, genel olarak kıta Afrikası rotalarını birbir izleyin bakalım;
son yıllarda,
tam da buralarda,
İngilizce eğitim veren (!) okulları
harıl harıl kimler açmaktadır acaba !?

Anlayacakları dilden yazalım;
The great hoax of all time is to kill for Democracy!!!!
Killing and torturing by ‘the Servants of Imperialist – Global Elite Money Kingdom of Lucifer’ continues throughout the world.
Every day like a doomday for good, poor and innocent peoples caused by Lucifer’s Killers!
God damn all an all of tools, servatnts and killers of Global Elite Imperialism of Lucifer-Satan,
throughout of our world,
forever and ever!
-alıntıdır.-

4 Kasım 2008 Salı

Doğal Gaz ve Doğal KAZlar

Cumhuriyet 04.11.2008
GÜNDEM
MUSTAFA BALBAY
Halk Doğal Kaz mı?
Ekonomik kriz Türkiye’yi vurur mu vurmaz mı derken, doğal bir kazık geldi!

BOTAŞ, “Dünyadaki doğalgaz fiyatlarında artış var” dedi, faturayı ikiye katlayıp tüketiciye kesti...

Aslında BOTAŞ bağlamında yaşanan; hükümetin ülkeyi nasıl yönettiğinin resmi...

Konunun tutulacak yanı yok ama, bir yerinden tutup sökmeye başlayalım... Deniyor ki:

“Efendim biz de zam yapmak istemiyoruz. Zammın tek nedeni dışarıya bağımlı olmamız. Doğalgazı biz üretsek eleştiriler haklı olabilirdi...”

Eğer tek gerekçe buysa işte rakam:

Bir yılda dünyada fiyatlar yüzde 40 arttı, Türkiye’de yüzde 82!

Deniyor ki:
“Doğalgaz fiyatları petrol fiyatlarının 7, 8 ay gerisinden gelir. Önümüzdeki aylarda, doğalgaz fiyatlarında indirim yapılabilir, şimdilik idare edin!”

Buna inanmak da çok güç...
Akaryakıttan örnek verelim.
Aylarca dünya petrol fiyatları sürekli 100 doların üzerinde seyretti. 200’ü bulur mu diye soranlar oldu.
O dönemde Türkiye’de benzinin fiyatı neyse, bugün de o...
Bugün petrol fiyatları nasıl?
Varili 60 dolara kadar geriledi.

Dünya petrol fiyatlarındaki gerileme Türk tüketicisine neden yansıtılmıyor?
***
Doğalgazın yanı sıra elektrik ve kömür fiyatları da son bir yıl içinde olağanüstü arttı.
Elektrik yüzde 60’a, kömür de yüzde 70’e yakın zam gördü.

Bir insanın ilk iki temel gereksinimi; barınma ve beslenmedir.
Kış koşullarında barınma demek, sıcak bir ev demek.
Beslenme de ocağın yanması ve üzerinde tencerenin kaynaması demek. Doğalgaz ve elektriğe yapılan zam ilk iki temel gereksinimin özünü oluşturuyor. Artık elektrik faturaları da birkaç aydır 3 haneli olarak gelmeye başladı...
Bütün bunlardan sonra hükümet tutup da enflasyon tek haneli rakamlara indi derse; insanlar elektrik çarpmış gibi gülmeye başlar.

Enflasyonun doğrusu şu:
Tek haneye değil, her haneye indi!

Ülkemizde elektrik üretiminin yarıdan fazlası doğalgazla yapılıyor. Doğalgaza yapılan zam, doğal olarak elektriği de etkileyecek...
***
Yazının başlığını açarsak...
Pazar olanakları, ürünün seçeneksizliği dikkate alındığında BOTAŞ’ın Türkiye’nin en kârlı kuruluşlarından biri olması gerekiyor.
Gelin görün ki durum tam tersi...
Neden?
Çünkü devlet kurumları, büyük alıcılar BOTAŞ’a borç takmış durumda. Hal böyle olunca, BOTAŞ da Bataş olmamak için tüketicinin üstüne çullanıyor.
İki büyük elektrik şirketi EÜAŞ ve HEAŞ’ın BOTAŞ’a olan borcu 6 milyar dolar.
Enerji Bakanlığı’na bağlı bu iki şirketin yöneticileri borcunuzu neden ödemiyorsunuz, sorusuna şu yanıtı veriyorlar:
Biz de TEDAŞ’tan alamıyoruz...”
TEDAŞ neden ödemiyor?
“Biz de tahsilat yapamıyoruz...”



Tersinden okuyunca durum şu:
BOTAŞ doğalgazı alıp, EÜAŞ ve HEAŞ’a satıyor.
Onlar doğalgazdan elektrik üretip tüketiciye satıyor.



TEDAŞ tüketiciden paraları topluyor.
En uçtan yukarı doğru da borcun ödenmesi gerekiyor, ödenmiyor...
Üçüncü büyük borçlu kim?
Ankara Anakent Belediyesi.
Başkan Melih Gökçek, tüketiciye doğalgazı peşin satıyor, daha tüketmeden parayı topluyor.
O da BOTAŞ’a vermeden tüketiyor!
Gökçek’in BOTAŞ’a 500 milyon dolar borcu var.
(Eski Türk Lirası 1 katrilyondan fazla!)
Gecikme faizi eklense rakam ikiye katlanıyor ama, faizi sildirdi.
Sonuçta fatura kime çıkıyor?
Halka...
Halkımız da sağ olsun; makarna paketlerini görünce kazığın büyüğünü unutuyor!
Ne diyelim?
Bir tencere azık, bir kazan kazık!
Bu durumla yöneticilerimiz halka ne gözle bakmış oluyor?
Doğal kaz!
ankcum@cumhuriyet.com.tr
*******

Yurttaş doğalgaz faturalarını ödüyor, belediyeler el koyuyor; BOTAŞ ise zam üstüne zam yapıyor
Gazda vurgun zinciri
Hükümetin 2007 programında gerek fiyat ayarlamalarının yapılmaması, gerekse KİT’ler ve belediyelerden tahsilatta sorun yaşanmasının BOTAŞ’ı zora soktuğu kabul edildi, ancak buna karşın BOTAŞ fiyatlarına 2007 yılında hiç zam yapılmadı.
BOTAŞ’ın doğalgaz sattığı kamu ve özel sektörden alacakları 30 Haziran 2008 itibarıyla toplam 6 milyar 648 milyon YTL’yi buluyor.
BOTAŞ’ın alacaklarını tahsil edememesi ve Rusya’ya bağımlılık, yurttaşın yüksek oranlı zamlara katlanmasına neden oluyor.
Dünyada bu yıl doğalgaz fiyatı yüzde 40, Türkiye’de ise yüzde 80’in üzerinde arttı.
BOTAŞ’ın verilerine göre doğalgaza yapılan zamlar elektriğe iki haneli yansıyacak, dar gelirli maaşını enerjiye yatıracak.
MURAT KIŞLALI’nın haberi
Faturasını ödeyenin parası BOTAŞ’a gitmiyor.
Tıkanan sistemin cezası yurttaşa kesiliyor
Doğalgazda vurgun zinciri
Dünyada yılbaşından bu yana doğalgaz fiyatı yüzde 40 artmasına karşın Türkiye’de bu oran yüzde 80’i aştı.
BOTAŞ’ın verilerine göre doğalgaza yapılan zamlar elektriğe iki haneli yansıyacak, yurttaşın harcaması maaşının yarısını geçecek.
MURAT KIŞLALI
ANKARA -
Yapılan son doğalgaz zammının ardında, hükümetin partizanca uygulamaları, Rusya ile yürütülen yanlış politikaların yatmasına karşın, hükümet faturayı zamlarla dar gelirli vatandaşa çıkardı.
Doğalgaza yılbaşından bu yana yüzde 82 zam yapılmasına neden olan süreç şöyle gelişti:
Hükümetin partizanca uygulamaları:
Hükümetin 2007 Yılı Programı Kamu İktisadi Teşebbüsleri bölümünde BOTAŞ’ın zam gerekliliği belirtildi ancak BOTAŞ fiyatlarına 2007 yılında hiç zam yapılmadı.

Alacaklar birikti:
BOTAŞ’ın doğalgaz sattığı kamu ve özel sektörden alacakları 30 Haziran 2008 itibarıyla toplam 6 milyar 648 milyon YTL. En çok borcu olan kamu kurumlarının başında Elektrik Üretim AŞ ve Hamitabat Elektrik Üretim ve Ticaret AŞ (HEAŞ) geliyor.
Bu iki kurumun borcu 5 milyar 8 milyon 601 bin YTL.
Borçlu listesinde 3 numara Ankara Belediyesi’nin EGO’su.
Sonradan adı Başkent Doğalgaz olarak değişen şirketin sadece 2008 için borcu 105 milyon YTL.
BOTAŞ daha önce 677 milyon YTL’lik haciz koydurmuştu.

Rusya anlaşması fiyatı arttırdı: Hükümetin, 2004 yılında Mavi Akım’da Rusların istediği formül değişikliğini yapması karşılığında Rusya ile mevcut üç doğalgaz alım anlaşmasını birleştirilerek doğalgazda “tek fiyat” uygulamasına geçildi.
Önceden 130 dolar civarına gelen ortalama doğalgaz alım fiyatının bu anlaşma ile olması gerekenden daha yüksek seviyelere çıktığı iddia edildi.
YALNIZ BOTAŞ’A DEĞİL
Gökçek’in borcu çok

AKP’li Gökçek’in başında olduğu Ankara Anakent Belediyesi ve bağlı kuruluşları, BOTAŞ’a değil, Hazine’ye de en fazla “borç takan” yerel yönetim oldu.
Gökçek’in BOTAŞ’a 573 milyon dolar, Hazine’ye de yüzde 90’ı vadesi geçmiş, toplam 4.4 milyar YTL borcu bulunuyor.
MURAT KIŞLALI’nın haberi
Hazine’yi de vurdu
BOTAŞ’a 573 milyon dolar ödemesi gereken Ankara Anakent Belediyesi’nin, Hazine’ye de toplam 4.4 milyar YTL borcu var
MURAT KIŞLALI
ANKARA -
AKP’li Melih Gökçek’in başında olduğu Ankara Anakent Belediyesi ve bağlı kuruluşları, sadece son zamlarla yeniden gündeme gelen BOTAŞ’a değil, Hazine’ye de en fazla “borç takan” yerel yönetim oldu.
BOTAŞ’a 573 milyon dolar borcu olan Gökçek’in, Hazine’ye de yüzde 90’ı vadesi geçmiş, toplam 4.4 milyar YTL borcu bulunuyor.

AKP’li Melih Gökçek’in yönlendirmesi sonucu 22 Temmuz 2007 genel seçimlerinden hemen önce çıkan 5669 sayılı yasa ile EGO’nun BOTAŞ’a olan toplam 903.3 milyon YTL’lik borcunun 236.3 milyon YTL’lik gecikme zammı silindi.
Aynı yasaya göre kurumun kalan 677 milyon YTL’lik borcunun (573 milyon dolar) EGO’nun satışından sağlanacak gelirle karşılanması kararlaştırıldı.
Ancak EGO’nun satışı gerçekleşmeyince, BOTAŞ içine girdiği darboğaz nedeniyle zam yapmak zorunda kaldı.
Toplam borcun üçte biri
Hazine Müsteşarlığı’nın 30 Eylül 2008 tarihli “Alacak Stoku” raporuna göre de yerel yönetimlerin Hazine’ye olan borçları 13.6 milyar YTL’ye ulaştı.
Bunun 6.5 milyar YTL’sini vadesi geçmiş alacaklar oluşturdu.
Hazine rakamlarına göre bu borcun yüzde 62’sini, yani yaklaşık üçte ikisini Melih Gökçek’in başında bulunduğu Ankara Anakent Belediyesi ile bağlı kuruluşu EGO’nun vadesi geçmiş borçları oluşturdu.
Gökçek’in başında bulunduğu kurumların Hazine’ye olan vadesi geçmiş borçları 4 milyar 31 milyon YTL’ye ulaştı.
Vadesi gelecek 387 milyon YTL’lik borcu da eklendiğinde, Gökçek’in toplam 4.4 milyar YTL’ye ulaşan borçları, tüm yerel yönetim borçlarının yüzde 32.5’unu oluşturarak ilk sırada yer aldı.
Gökçek’in Hazine’ye olan toplam borcu, hükümetin 2009 bütçesine göre 1 milyar YTL’lik Kültür ve Turizm Bakanlığı, 1.2 milyar YTL’lik Ulaştırma Bakanlığı bütçelerini dörde, 1.9 milyar YTL’lik Başbakanlık, 2.5 milyar YTL’lik Diyanet İşleri Başkanlığı bütçelerini ikiye katlarken, 3.5 milyar YTL’lik Adalet Bakanlığı, 3.7 milyar YTL’lik İçişleri Bakanlığı bütçelerini aştı.
Gökçek’in borçları, Kültür ve Turizm, Ulaştırma ve Başbakanlık bütçelerinin toplamını geride bıraktı.
YOKSUL SAHİPSİZ
Unakıtan ‘şaka’ yaptı
Kış ayına girerken yapılan yüksek oranlı zamla beraber yurttaş geçen yıla göre doğalgaza yüzde 82 daha yüksek fatura ödeyecek.
Asgari ücretlinin maaşından toplam enerji tüketimine ayırdığı pay yüzde 37.1’den yüzde 55.7’ye çıkmış olacak.
Unakıtan ise şaka yapar gibi “Memur bütün maaşıyla doğalgaz kullanıyor diye bir şey yok” dedi.
HARCAMA KATLANDI
Unakıtan’dan şaka gibi savunma
Kış ayına girerken yapılan yüksek oranlı zamla beraber yurttaş geçen yıla göre doğalgaza yüzde 82 daha yüksek fatura ödeyecek.
Belediyeler başta BOTAŞ’a doğalgaz parasını ödemeyen kamu kurumlarının parası faturasını zaten ödeyen yurttaşa zam yoluyla yıkılıyor.
Bağımsız Kamu Görevlileri Sendikaları Konfederasyonu (BASK) hesabına göre geçen yıl kasım ayında ısınmak için 124 YTL’ye ihtiyaç duyan bir aile bu yıl ısınmak için 196 YTL para ayırmak zorunda kalacak.
Yine 300 kilovat elektrik tüketen ortalama bir ailenin elektrik faturasının yıl başından bu yana 37,2 YTL’den 58,7 YTL’ye çıktığı dikkate alındığında, bir asgari ücretlinin maaşından toplam enerji tüketimine ayırdığı pay yüzde 37,1’den yüzde 55,7’ye çıkmış olacak.
Maaşın tümü gaza harcanmaz
Bu tabloyu yorumlayan Maliye Bakanı Kemal Unakıtan, doğalgaz zammının sorumluluğunu “dış bağımlılığa” attı.
Unakıtan, memurun yüzde 22.5’lik doğalgaz zammının altından nasıl kalkacağını soran gazetecilere, şaka gibi bir yanıt verdi.
Unakıtan, “Memur oturup da bütün maaşıyla doğalgaz kullanıyor diye bir şey yok, söz konusu değil. Harcamaların içinde belli bir kalemdir” dedi.
Cumhuriyet Gazetesi 04.11.2008

Kimler için 'MUSTAFA' Filmi

Yaşar BÜYÜKANIT 'lı
Bir Can Dündar Manipulasyon Belgeseli
"MUSTAFA"

Öncelikle Turkcell'in başta Genel Müdürü Süreyya Ciliv olmak üzere bütün yönetici ve çalışanlarını Mustafa, filmine maddi destek olmadıkları için kutluyorum.



Turkcell'in genel müdürü dâhil hiç kimse ile bir dostluğum, bir arkadaşlığım yok.

Ama Can Dündar'dan daha vatansever ve
Mustafa Kemal Atatürk'ün
"Ne mutlu Türküm diyene" düsturuna bağlı olduklarını yaptıkları hizmetlerden anlayabiliyorum.

Neyse kıydık paraya bir AVM'deki sinemada filmi seyrettik.
Seyrettikçe Akşam'dan Serdar Turgut'un "Türkiye'de pek çok megaloman vardır ama benim gördüğüm ender ve gerçek miniloman Can Dündar'dır" (Akşam gazetesi, 30 Ekim 2008) sözüne fazlasıyla hak verdik.
Can Dündar, öyle bir psikolojik operasyon çalışması yapmış ki. Bu beceri ile Yahudi anneden doğma "Müslüman Obama"yı Mehdi olarak bütün dünyaya sunabilir.

Atatürk'le ilgili bırakınız bir akademik çalışmayı, Türk İnkılâp Tarihi Kronolojisi'ni okuyan biri bile böyle bir "Mustafa" ithal edemez. Böyle bir "Mustafa" tırıvırısına imza atamaz.

"Mustafa"da kesinlikle Gazi Mustafa Kemal Atatürk olmadığı gibi "insan Mustafa" da yok.
Hollywood yapımı ucuz zombi filmlerinin özentisi içinde "belgesel çakma" ile karşı karşıyayız.

En acı olanı da filmin İlker Başbuğ'dan önceki Genelkurmay Başkanı Yaşar Büyükanıt'ın manevi hikâyesinde kotarılmış olması.

İki yıl kadar önceydi. Bir general dostum Can Dündar'a, Yaşar Büyükanıt'ın bir nevi TSK'nın "imajmaker"lık görevini verdiğinin söylendiğini, bir kısım Genelkurmay arşiv belgelerinin Dündar'a açıldığını söylediğinde' Çok eski yıllara dayanan arkadaşlığımızın verdiği samimiyetle de arkadaşıma sertçe yüklenmiştim.

Ama general arkadaşımın dediği çıktı.

Üstelik Yaşar Büyükanıt "Mustafa"yı çok beğenmiş.

Yaşar Büyükanıt Atatürk'ü yetiştiren Türk ordusunun en üst makamına, Allah'ın pek az insana nasip edeceği, 3000 yıldan fazla bir tarihi olan muhteşem Türk ordusunun "Baş Komutanlık" koltuğuna oturmuş bir kişi ve "romantik Marksist, miniloman kapitalist" müstakbel Saidi Nursi filminin yapımcısı Can Dündar'ın Mustafa'sına destek oluyor ve o çakmayı seviyor.

Demek ki Büyükanıt'ın "sözde değil özde Atatürk"ü böyle bir şey.


Büyükanıt ile Dündar'ın Mustafa'sı bizim bildiğimiz "milli, laik, üniter sistem, artı Müslüman Türk milleti eşittir Türkiye Cumhuriyeti"ni kuran Atatürk değil.


"İslam düşmanı" günde bir büyük rakı, üç paket sigara ile Çankaya'da avare avare oturan, yalnızlıktan canı sıkılan "garip bir Mustafa'cık".

Neler oluyor böyle?
Yaşar Büyükanıt'ı yazdık.
Can Dündar eski bir MİT çalışanının oğlu.

MİT'ten Nuri Gündeş başka bir "bozuk akort" sesler çıkarıyor.
Gündeş için MİT'i "Tapu Kadstro"ya çevirenlerden deniyor.

MİT'ten Mehmet Eymür'ü anlayan varsa beri gelsin.
Eski MİT müsteşarlarından birinin oğlu İlter Türkmen ABD'nin ve İsrail'in sesi gibi döktürüyor.

Eski Deniz Kuvvetleri Komutanı Özden Örnek'in oğlu Tolga Örnek tam bir ucube "Çanakkale filmi" yapmıştı.

Sonra da neredeyse millete bedava DVD'si dağıtıldı.
Bu değirmenin suyu nereden geliyor?

Yukarıda "Mustafa"da Gazi'nin olmadığını yazmıştık.

İşte olanlar:
1- PKK/DTP cephesi ile Halidi Tarikatı üzerinden tezgâhlanan, Halidi Barzani-Halidi AKP'li Kürtçü milletvekillerinin gönlünde yatan aslanı "Mustafa" İzmit'te gazetecilere söylüyor:

"Şışşşt kimseler duymasın, yazmayın, Kürtlere özerklik vereceğim."


2- İslam konusunda, şöyle ucundan bir inançlı "Mustafa" gösterilir gibi yapılıyor. Cumhuriyet Cuma namazından sonra 29 Ekim 1923 günü ilan ediliyor. Amma bu varla yok arası. O da ne? "Mustafa" Hocası Kaymak Hafız'dan yediği dayağın "intikamını" alırcasına dinin, imanın tozunu attırıyor. İslam düşmanı ve ateist bir Mustafa peydahlanıyor.


3- "Ya istiklal ya ölüm", "Size ölmeyi emrediyorum" der demez, "Allahu ekber" nidalarıyla Çanakkale'de, Sakarya'da düşmanın üzerine atlayan Türk çocuklarının komutanı Atatürk "Mustafa"da, "Cahillerin seviyesine inmem" diyerek mensubu olmaktan övündüğü Türk halkını aşağılıyor.

4- "Mustafa" yalnız ve diktatör. Canı sıkıldığı için Babil Kralı Nabukadnazar gibi kendi heykellerini diktiriyor.

5- Can Dündar'ın, bırakınız İsmet Bozdağ'ın "Atatürk'ün sofrası"nı okumayı, Atatürk'ün sofrasından bihaber olduğu anlaşılıyor. Cumhuriyetin kurulduğu, Cumhuriyetin kurumlarının dantel gibi oluşturulduğu Gazi'nin sofrası "Mustafa"da yok. "Mustafa"nın sofrası rakı içilen, -herhalde tepkiden çekinmeseler bir iki çengi de koyarlardı- ud çalınan, coşkusuz bir miskinler sofrası.

6- "Mustafa"da Atatürk'ün manevi oğlu için öz oğluydu havası pompalanarak, gayrimeşru ilişkileri ve bundan bir oğlu olduğu ima ediliyor.

Elbette Atatürk bir insandır.
Günahlardan, kusurlardan müstesna değildir.
Elbette tenkit de edilebilir.

Ama onu "İslam düşmanı", "Kürtlere federasyon sözü veren lider", "diktatör, yalnız, zavallı ve başarısız" göstermek, ''bir kısım gayrimeşru ilişkilerden çocuğu olduğunu ima etmek'' Türkiye'nin bıçak sırtında olduğu bir dönemde 29 Ekim günü çakma bir Mustafa belgeselini gösterime sokmak iyi niyetli bir gayret değildir.

Bilmeyerek yapılmış bir cahillik ucubesi de değildir.

Bu CIA ajanı
Graham E. Fuller patentli
Atatürk operasyonunun bir parçasıdır.

Bu çakma belgesel "Mustafa"da Atatürk'ün hiçbir şeyi olmadığı gibi insan Atatürk de yok.

Türkiye bir yanda etnisite, şöhret, servet ve şehvet bataklığına saplanmış "İslamcılar", bir yanda işgüzar "Atatürkçüler"in işbirliği ile ithal bir "Mustafa"ya sahip oldu.

Yaşar Büyükanıt'a, siyasal "İslamcı" Kürtçülere, PKK/DTP'lilere, Can Dündar'a ve Rokoko entel dantellere "yarasın"...


Ramazan K. Kurt

7 Ekim 2008 Salı

'Ergenekon Savcısını tanıyor muyuz?

Maskeleri Düşüyor
'Ergenekon Savcısını tanıyor muyuz?


5 Ekim 2008 günü sabahın erken saatlerinde bir dostum kapımızı çalıyor.


'Ergenekon Savası Zekeriya Öz, tam tah­min ettiğim gibi bir kişi, bugün çıkan Aydın­lık Dergisi'ni al ve acele oku' diyor.


Dergi'yi alıp okuyunca dehşet içerisinde kalıyorum. İşte verilen bilgilerden bazı satır­lar:


'... Teyze oğlu Seyfullah Vatansever, Zeke­riya Öz'ün İmam Hatip'te (İHL) okuduğu yıl­larda Fethullah tarikatı tarafından 'devşirildiğini' anlatıyor. Zekeriya Öz, o yıllarda Fethullah Gülenin finanse ettiği Yeşilırmak Dershanesinde eğitim gördü. Kurban Bayramı'nda vatandaşlardan kurban derilerini top­lar Fethullahçıların vakfına verirdi.
... Zekeriya Öz'ün savcılık görevine başla­ma tarihi 1994. Bursa Barosu'ndaki kaydı ise 18.12.1997 tarihinde siliniyor. Buna gö­re Öz, üç yıl boyunca hem savcı hem de avukat. Yasalarımıza göre, bir Cumhuriyet Savcısı'nın iki kimliği olamaz.
Ergenekon savcısı, attığı her adımda bir skandal yaratmış!
'


İktidar yanlısı medya, Zekeriya Öz'ün ilk görev yeri olarak Mutki İlçesi'ni gösteriyorlar.


Aydınlık Dergisi'nde yayımlanan 2 Temmuz 1998 tarihli Resmi Gazete'nin fotokopisin­den açıkça anlaşıldığı gibi; Zekeriya Öz'ün ilk* görev yeri Çine İlçesi.


Söz konusu dergide, 'Ergenekon Savcısı'nın gizlenen 4 yılı başlı­ğıyla yazılanlar çok ilginç:


Yıl 1994, Aydın ilimizin Çine İlçesi.
... Yeni Savcı, önce, eşinin kara çarşafıyla Çinelilerin dikkatini çekti. Savcı Öz'ün evine gelen misafirler ise haremlik-selamlık olarak ayrılan odalarda konuk ediliyordu. Kadınlar haremlikte, erkekler selamlıkta... Savcı Zeke­riya Öz halktan gelen tepkiler üzerine kara çarşafı çıkarttırıp eşine türban ve pardösü giydirdi.
Eşi kara çarşafı çıkardı ama Sava Öz'ün adı Çine'de hiç gündemden düşmedi. Zira Savcı'nın adının karıştığı skandalın biri bitme­den diğeri başlıyordu.


Yıl 1995, Çine Adliyesi.


Bütün adliyelerde olduğu gibi, faks ve adli sicil kaydı yaptıran yurttaşların ödediği para­lar, Çine Adliyesi'nde de Adaleti Güçlendir­me Vakfı'na aktarılıyordu.
Zekeriya Öz, bir gün; dönemin kıdemli savcısı Ayhan Uğurdan'ın kapısını çaldı.


Savcı Öz, Vakfa aktarılan paranın bir bölü­münü 'paylaşma' teklifinde bulunuyordu!


Kıdemli Savcı, çirkin teklife büyük tepki gösterdi.


Kıdemli Sava Ayhan Uğurdan, Ze­keriya Öz'ü Hakimler ve Savalar Yüksek Kurulu'na şikayet etmeyi de ihmal etmedi.


So­nunda...


Zekeriya Öz, Çine'den Bitlis Mut­ki'ye sürüldü.


... Zekeriya Öz'ün vukuatları bununla bit­miyor.


... Yıl 1998, Çine girişindeki Türkiye Şo­förler ve Otomobilciler Odası Kıraathanesi'nin önü.


Savcı Öz, oğlu ve babasıyla birlikte oradan geçiyordu.


Mehmet Ocak adlı bir işadamı, silahını çe­kip Savcı Öz'ün ensesine dayadı!


İşadamı Ocak, Savcı Öz'ü kolundan tutup sürükleye­rek kıraathaneye soktu.


İşadamı Mehmet Ocak, kıraathanede bulunan Çinelileri dışarı çıkarırken, Savcı Öz'ü rehin aldığını bildirdi.


Çineliler eylemi hayretler içinde izliyorlardı.


Zira Mehmet Ocak, aynı yıl Çine vergi re­kortmeni olmuş, Çinelilerin yakından tanıdığı bir işadamıydı!


Yirmi kadar polis kıraathanenin etrafını çe­virdi, Ocak'a Sava'yı bırakmasını söylediler, bırakmadı...


Daha sonra dönemin kaymaka­mı, savcısı ve komiseri araya girdiler.


İşadamı Mehmet Ocak yatıştırıldı.


Mehmet Ocak, tam ikibuçuk saat Zekeriya Öz'ü rehin tutmuştu...


Olaya tanık olan Çineliler, ertesi gün gazetelerde bu olayı bulamadılar.


Ne işadamı Ocak hakkında ne de Savcı Zekeriya Öz hakkında Soruşturma açılmıştı.


Bu durum Çi­nelilerin merakını daha da artardı.


Neden sonra öğrendiler ki; Savcı Zekeriya Öz, işadamı Mehmet Ocak'ı haraç vermeye zorluyordu.


Savcı Öz, arabasının benzinini de, yine Ocak'ın benzin istasyonundan beda­va doldurtuyordu...


Savcı Zekeriya Öz'ün, kendisini ikibuçuk saat rehin tutan işadamı Mehmet Ocak hakkında neden şikâyetçi ol­madığı da böylece anlaşılıyordu!..'


Çinelilerin, Savcı Zekeriya Öz hakkında kullandıkları iddia edilen sıfatlan yazmak dahi istemiyorum.


Adalet Bakanı Mehmet Ali ŞAHİNin izin vermediği için hakkında soruşturma yapılmayan Savcı Zekeriya Özün Aydınlık Dergisinde yazılanların doğru olup olmadığını derhal açıklığa kavuşturması gerekiyor.


İddialar çok vahim ve Zekeriya Öz'ün bu iddialara karşı ne diyeceğini gerçekten merak ediyorum.

-Alıntıdır._


23 Eylül 2008 Salı

5 Genelkurmay Başkanı niçin Ergenekonla suçlanıyor?

Her şey 1991 yılı başında ABD'nin Körfez saldırısı ile başladı.
ABD, Bağdat'a yürümedi,

Irak'ın kuzeyinde bir Kürt isyanı kışkırttı.
Arkasından,

Irak Ordusunun 36. enlemin kuzeyine geçmesini önleyerek buradaki Kürt oluşumunu güvence altına aldı.
ABD'nin planı şuydu:

Önce Kuzey Irak'ta bir Kukla Kürt Devleti kurmak
ve sağlamlaştırmak,
sonra Irak'ı tümüyle işgal etmek.

Kukla Devleti

Türkiye'nin güneydoğusu,
Suriye'nin doğusu ve
İran'ın batısından

koparacağı parçalarla birleştirerek
Büyük Kürdistan 'ı, yani İkinci İsrail'i kurmak.


(Bakınız; AMPUL http://turkcutoplumcu.org/index.php?option=com_content&task=view&id=176&Itemid=31 )

Yani :
Büyük Ortadoğu Projesi
(Tayyip ve Gül'ün eşbaşkanları olduğu proje;
Buş'un deyimiyle "Haçlı Seferi")

Türkiye'deki bütün hükümetler, İncirlik'e yerleşen Çekiç Güç'ün görev süresini uzatarak ABD'nin Kuzey Irak'taki Kürt oluşumunu desteklemesine yardımcı oldular. ("ABD Ordusu ile mükemmel işbirliği !!!)

İşte Türk Ordusu

bu süreçte
Kuzey Irak'taki oluşum üzerinden
Türkiye'nin bölünmesi tehlikesini ve tehdidini algılayınca,
ABD ile cephe cepheye geldiğini anladı.

İLK OLAY: TORUMTAY'IN İSTİFASI

Özal'ın kuzeyden Irak'a girme emrini uygulamamak için

Genelkurmay Başkanı Org. Necip Torumtay istifa etti.
Böylece, Türk Ordusu,
Amerikancı planlarda rol almayacağının ve direneceğinin
ilk işaretini vermiş oldu.

O andan itibaren Türk Ordusuna karşı Ergenekon tertibi planlanmaya başlandı.

Amerikan planlarına engel olan komutanlar,

Ergenekon çeteciliği ile suçlanacaktı.

ÖZEL HARP DAİRESİ SORGULANIYOR

Sovyet tehdidine karşı kurulmuş olan
Özel Harp Dairesi ABD güdümünde idi,
ama Sovyetler yıkıldığı için oradan gelen tehlike ortadan kalkmıştı.

Şimdi ise tehdit,
Kuzey Irak'taki ABD varlığından geliyordu.

Dolayısıyla,
ABD güdümünde olan Özel Harp Dairesi,
ABD'den gelen bir tehdide karşı durmak için kullanılamazdı.

Geçmişteki Kontrgerilla eleştirileri de Ordu'da rahatsızlık yaratmıştı.

Genelkurmay Başkanı Org. Doğan Güreş,
Özel Harp Dairesi'ni yeniden örgütleme ve adını
Özel Kuvvetler Komutanlığı (ÖKK) olarak değiştirme çözümünü uyguladı.
Yıl 1991.

ÖKK'nın bölücü terörü hedef alması ve
Kuzey Irak'taki Kukla Devlete karşı tavır alması,
ABD denetiminden kurtulma sürecinin başlangıcıydı.

Tugay düzeyindeki birlik, tümen düzeyine çıkarıldı.

ÖKK, Kuzey Irak'ta ABD ile karşı karşıya geldi ve ABD tehdidine karşı uyanışın öncüsü oldu.

Ankara'da ÖKK için yeni bir yerleşim yerinde yönetim ve eğitim tesisi yapımına başlandı.

ABD bundan son derece rahatsız oldu,
ajanları vasıtasıyla Askeri Savcılığa ÖKK tesis inşaatında yolsuzluk yapıldığı iddiasıyla dava açtırdı ve
ÖKK'nın yapılandırılmasını uzun süre felce uğrattı.


ORG. EŞREF BİTLİS'İN ŞEHİT EDİLMESİ

ABD'nin Kuzey Irak'taki Kukla Devleti pekiştirme planlarını bozan bir planı uygulamakta olan Org. Bitlis, Amerikan Çekiç Güç Helikopterlerinin PKK'ye silah ve malzeme attığını saptadı ve raporlarında bunu belirtti.


Orgeneral Eşref Bitlis işte, Jandarma Genel Komutanı olarak, Amerika'nın Türkiye'nin toprak bütünlüğünü ve güvenliğini hedef aldığını gördüğü; bu tehlikeyi önlemek için tedbirler aldığı ve ülke savunmasına yönelik bir strateji geliştirdiği için Amerika tarafından hedefe konuldu.

Org. Bitlis, helikopterle Kuzey Irak'a giderken, bu seyahat Amerika'ya haber verilmiş olduğu halde, iki Amerikan jeti yakın uçuş yaparak saldıkları yoğun egzost gazı ile helikoperi oksijensiz bırakıp motorunu durdurarak düşürme denemesi yapmışlarsa da, usta pilotumuz ani dalış manevrası ile bu suikasti boşa çıkarmıştı.


Bu suikasttan hemen sonra Amerikalılara saldırdıkları helikopterde orgeneralimiz olduğu tekrar bildirilmesine rağmen iki Amerikan jeti saldırıyı tekrarlamışlar fakat usta pilotumuz olaya tekrar hakim olabilmişti.

İkinci teşebbüs başarılı oldu.
C.IA tarihinin en önemli suikasti
17 Şubat 1993 günü gerçekleşti.
Uçağına yapılan sabotaj sonucunda

Org. Bitlis şehit edildi.

ÇELİK HAREKATI

Ağustos 1994'de
Genelkurmay Başkanı olan Org. İsmail Hakkı Karadayı döneminde
Eşref Bitlis Planı uygulandı,
Kuzey Irak'a Çelik Harekatı yapıldı.
35 bin Mehmetçik Mart 1995'de Kuzey Irak'a girdi.

Kuzey Irak'a giren ordumuz,
ABD'nin egemenlik alanına girmiş oldu.
Çünkü o bölge ABD ordusunun işgali altındaydı.

ABD'nin Foreign Affairs, Foreign Reports, Mediterranean Quarterly ve Joint Forces Quarterly gibi yarı resmi organları;
"Türk komutanları hizadan çıktı", "Türk Ordusu ABD-Türkiye ilişkilerini bozuyor" gibi görüşlere yer vermeye başladılar.

GAZİ OLAYLARI

Çelik Harekatı öncesinde

CIA'nın Moskova İstasyon Şefi,
CNN televizyonundan,
"Türkiye'nin karışacağını",
daha doğrusu
Amerika'nın Türkiye'yi karıştıracağını
tüm dünyaya şöyle ilan etti:
"Önümüzdeki dönemde

dünyanın en çok karışacak ülkesi Türkiye'dir...
Şu anda Türkiye,
gizli servislerin gündeminde
ilk sıraya yerleşmiştir."

Gazi Mahallesi tertibinden

birkaç gün önce de,
ABD Dışişleri Bakan Yardımcısı Holbruk (Holbrooke),
Türkiye'nin
Kuzey Irak sınırında yaptığı yığınağa dur
demek için tertip yapacaklarını şöyle ilan etti:
"Kuzey Irak sınırına asker yığıyorsunuz.

Önümüzdeki günlerde terör olaylarının artma ihtimali var.
Oraya yapacağınız bir harekatta dikkatli olmanızı tavsiye ederim."

CIA Şefinin ve Holbruk'un haber verdiği gibi,

12 Mart 1995 gecesi
İstanbul'da Gazi Mahallesi tertibi düzenlendi.
Ancak Türk Ordusu bu tehdidi önemsemedi ve

Çelik Harekatı yapıldı.

KONTRGERİLLA (GLADYO) POLİS İÇİNE KAYDIRILIYOR

NATO tarafından

NATO üyesi ülkelerde o ülkeleri komünizmden korumak için kurulan Kontrgerilla (diğer adları Gladyo ve SüperNATO) örgütleri,
İtalyan Savcının tesbit ettiği gibi,
esasında CIA tarafından yönetiliyordu ve esas görevleri bu ülkelerdeki hükümetlerin ABD kontrolünden çıkmalarını önlemekti.

Türkiye'de Özel Harp Dairesi işte bu kontrgerilla ile irtibatlı idi ama
artık Sovyetler yıkıldığı için komünizm tehdidi kalmamış,
aksine tehdit Kuzey Irak'taki ABD varlığından gelmeye başlamıştı.

Dolayısıyla, ABD güdümünde olan Özel Harp Dairesi,
ABD'den gelen bir tehdide karşı durmak için kullanılamazdı.

Bu açmazdan kurtulmak için 1991 yılında Özel Harp Dairesi'nin
Özel Kuvvetler Komutanlığı (ÖKK)'ye dönüştürülmesi aslında bir millileştirmeydi.

ABD bu kuruluştan dışlanıyor ve kuruluş,
hedefini komünizme karşı mücadele yerine
Kuzey Irak'tan yöneltilen tehdide karşı mücadele olarak belirliyordu.

Bunun üzerine,

ABD,
"Kontrgerilla yapılanmasında Türk ordusunun yerine polisi koyabilir miyiz" denemesine girişti ve Türkiye'deki operasyon merkezini polisin içine kaydırdı.

1973'den beri İçişleri Bakanlığı içinde örgütlenen "İslamcı Cunta", artık "Fethullahçı Gladyo" olarak Kontrgerilla içinde ordudan boşalan yeri alıyordu. Fethullahçı Gladyonun ilk büyük tertibi, işte bu 1995 Gazi Olaylarıdır.

1996 EYLÜL HAREKATI

ABD ordusu,
özellikle Çekiç Güç,
Irak'ın kuzeyinde 7,500 "CIA peşmergesi"nden oluşan bir askeri güç örgütlemişti.

Eylül 1996'da,
Eşref Bitlis Planı gereğince,
Barzani, Türk Genelkurmayının yönlendirmesi ile Saddam yönetimi ile işbirliği yaparak CIA peşmergelerini dağıttı.

200'e yakın ölü veren CIA peşmergeleri,
ABD tarafından Guam Adası'na taşındı.

ABD kaynakları, bu harekatı "ABD'nin Vietnam'dan sonraki en büyük yenilgisi" olarak değerlendirdiler.

Bu harekattan 20 gün önce,
bir Tuğgeneral, iki Albayın önünde,
Aydınlık Dergisi'ne bir demeç vererek,
Eşref Bitlis'in uçağının

ABD'ye bağlı
"Çiller Özel Örgütü"ndeki
Gladyo görevlilerinin
düşürdüğünü açıkladı.

Aydınlık, 25 Ağustos 1996 günkü sayısında bu haberi yayımladı.

Türk Ordusu,
Çelik Harekatı'nı Başbakan Çiller'e haber vermeden gerçekleştirmişti.

Çünkü ABD vatandaşı Çiller'in ABD'ye örgütsel bağlılığı İşçi Partisi tarafından açıklanmıştı ve TSK tarafından biliniyordu.

28 ŞUBAT

28 Şubat harekatının en önemli başarısı, Fethullah Hoca'ya indirdiği darbe oldu.

Fethullah Hoca kaçıp ABD'ye yerleşti.

Mayıs 1977 YAŞ toplantısında 160 subayın irtica bağlantısı nedeniyle ordudan atılması başbakan Erbakan'a dayatıldı.


Bu uygulama, ordu içindeki Gladyo'yu, yani ABD görevlilerini temizlemek anlamına geliyordu.

Çünkü artık Kontrgerilla, Fethullahçı Gladyo idi.

28 Şubat kadrosu içinde
ABD'nin Truva Atı olan Çevik Bir de,
1998 sonrasında tasfiye edildi.

Bu sayede Haçlı İrtica,
2002 yılı sonuna kadar iktidara el koyamadı.

KONTRGERİLLA, GENELKURMAY KARARGAHINDAN ÇIKARILDI

1994-1998 arasında

Genelkurmay Başkanı olan Org. Karadayı,
ABD ve NATO yuvalanmasını,
yani Kontrgerillayı Genelkurmay Karargahından çıkardı.

Özel Kuvvetler'in milli amaçlar için kullanılmasına yönelik önlemleri geliştirdi.

Özel Harp subaylarımızın Çin'in Uygur bölgesinde ve Çeçenistan'da kullanılmasına engel oldu.

ABD ORDUSU TÜRKİYE'Yİ İŞGAL TATBİKATI YAPIYOR:
MILLENIUM CHALLENGE 2002


1998 yılında Genelkurmay Başkanı olan Org. Kıvrıkoğlu,

ABD'nin bölge ülkeleri için tehdit oluşturduğunu açık bir dille belirtti.

Kıvrıkoğlu, Vaşington ziyaretini iptal etti ve NATO döneminde ABD'yi ziyaret etmeyen ilk Genelkurmay Başkanı olarak tarihe geçti.

Kıvrıkoğlu,
"28 Şubat'ı BİN YILLIK MÜCADELE AZMİYLE sürdürmeye kararlıyız" dedi.
Yani ABD tehdidine karşı bin yıl da sürse direnilecekti.

Mesajı alan ABD, aynı kelimeleri kullanarak cevap verdi:
BİN YILIN MEYDAN OKUMASI: MILLENIUM CHALLENGE 2002

Ve bu isim altında 24 Temmuz 2002'de Nevada Çölü'nde

Türkiye'yi işgal tatbikatı yaptı.
Bu, ABD tarihinin en büyük askeri tatbikatı idi.

ABD'nin en önemli yarı resmi ajansı ASSOCIATED PRESS,
tatbikatın Türkiye'yi işgal senaryosu üzerine kurulu olduğunu yazdı.

Deprem (bir karışıklık kastediliyor!) sonrası ordu yönetime el koyuyordu.


( bakınız:
SOSYAL ve SİYASAL ÇÖZÜLMENİN İŞARET FİŞEĞİ DEPREM !http://sudakiates.blogspot.com/2008/08/sosyal-ve-siyasal-zlmenin-iaret-fiei.html )

Bunun üzerine ABD Deniz Kuvvetleri

ülkenin güneyindeki adayı (Kıbrıs) kuşatıyor ve
96 saat içinde hedef ülkeyi işgal ediyordu.

Türk ordusunun saldırıya karşı hazırlanma müddeti olan 96 saat seçilerek,
hedef ülkenin Türkiye olduğu adeta gözlere batırılıyordu.

ABDULLAH GÜL, AMERİKA İLE GİZLİ HİZMET SÖZLEŞMESİ YAPIYOR
Dışışleri Bakanlığı Koltuğunu işgal eden A. Gül,
2 Nisan 2003 günü ABD Dışişleri Bakanı Powell ile
Ankara'da 2 sayfa 9 maddelik bir gizli anlaşma yaptığını itiraf etti,
haber Vatan Gazetesi'nde yayımlandı.

Bu haberde Gül, anlaşma içeriğini açıklayamayacağını, gizli olduğunu söyledi.

13 Temmuz 2003 günü, Doğu Perinçek,
bu gizli anlaşmanın maddelerini açıkladı.
Birinci madde:
"Türk askeri ve Özel Kuvvetler 4 ay içinde aşamalı olarak Kuzey Irak'tan çekilecek"
şeklindeydi.

ÇUVAL OLAYI

A. Gül'ün yaptığı bu gizli anlaşmadan 3 ay sonra,
ABD ordusu, Türk askerinin başına çuval geçirdi.

Çuval geçirme eylemi, gizli anlaşmanın uygulanması için bir ihtardı.


(bakınız: PAUL WOLFOWITZ’İ ANLAMAK !
http://sudakiates.blogspot.com/2008/07/tesev-abd-trkiye-ilikileri-konferansi.html)

Tayyip'in "Müzik notası" vecizesi, anlaşmanın uygulanması gerektiğine ilişkin orduya yönelik bir açıklamaydı.
"Biz anlaşma yaptık, Kuzey Irak'tan çık artık" diyordu Tayyip Türk Ordusuna.

ABD Savunma Bakanı Rumsfeld'in, Çuval Olayından sonra, Başbakanlık koltuğunu işgal eden Tayyip'e gönderdiği mektupta şöyle deniyordu:
"TSK (ÖKK kastediliyor) Kuzey Irak'ta sizin bilginiz haricinde eylemler yapmaktadır"


Rumsfeld, çuvalı Tayyip'in değil, Türk Ordusunun başına geçirdiklerini böyle veciz bir şekilde anlatmış oluyordu.

Milli devlet ve Kemalizm karşıtı pervasız açıklamalar yapan,
"Milli Egemenlik ve Milli Güvenlik kavramlarının artık geçersiz olduğu" açıklamaları yaparak Orduyu zehirleyen Org. Hilmi Özkök,
böylece, tarihe "başına çuval geçirilen komutan" olarak kaydedildi.
Ve böylece, Ergenekoncu olarak suçlanmaktan kurtuldu.

ERGENEKON TERTİBİ AÇIĞA ÇIKIYOR

Başına çuval geçirilmesine ve

Kuzey Irak'tan çıkarılmasına rağmen
akıllanmayarak sınır ötesi harekatta ısrar eden Türk Ordusu'na karşı,
Org. Torumtay zamanından beri hazırlanagelmekte olan tertip artık açığa çıkarılmalıydı.

ABD'ye direnen 5 Genelkurmay Başkanı ve milli kuvvetler
"Ergenekon çetesi" olarak suçlanacaktı.

Suçlama belgeleri esasında çoktan hazırdı,

ama Org. Özkök "Ergenekoncu" olmadığından,
onun görev süresince tertip uykuya yatırılmıştı.!

Hatırlayalım:
(Fehmi Koru, "Taha Kıvanç" imzasıyla,
Yeni Şafak gazetesinde yayımlanan 30 Nisan 2001 ve 1 Mayıs 2001 tarihli yazılarında "
'Yeniden kurulsun diye hakkında rapor hazırlanan Ergenekon,
çok kapsamlı, bir partiyle irtibatı bulunmayan, 'devleti yapılandırma' amaçlı bir örgüt" demektedir.
Koru yazısında, 24 sayfa olduğunu söylediği bu dokümanın sonunda yazanın adının bulunduğunu da belirtmekteydi.)

Tertibin uykudan uyandırılmasının ilk işareti
Org. Büyükanıt'a karşı Şemdinli tertibi idi.
O tertipte Org. Büyükanıt çete kurmakla suçlanmış
ancak tertip bozguna uğramıştı.

Şimdi daha büyük ve kapsamlı bir tertip yapılmalıydı.
İşte o tertip, günümüzde devam eden Ergenekon / Agarta Davasıdır.

ABD'nin hazırladığı sivil darbe ile iktidara gelen AKP,
Büyük Ortadoğu Projesi kapsamında ABD'ye sorunsuz olarak eşbaşkanlık yapabilmek için, başta ABD'ye direnen Türk Ordusu olmak üzere milli kuvvetleri safdışı etmeliydi.

Plana göre, bu dava sürecinde komutanlar yıldırılacak ve 1991 öncesinde olduğu gibi ABD ile uyumlu olarak görev yapmaları sağlanacaktı.

Yani, AB kriteri olarak dayatıldığı gibi,
ordu "sivil otoriteye" tabi olacak,
kendisine Atatürk tarafında verilmiş olan
"ulusal bütünlüğü ve laik cumhuriyeti koruma" görevini unutacaktı.

+++++++++++++++++++++++++++++++++++++++++++
Not:
"AKP sivil darbe ile değil, seçimle geldi" itirazı yapacak olanlara bir açıklama:
1
CIA'nın yan kuruluşu Rand Corporation'un yayın organlarında ve ABD strateji merkezlerinin hazırladıkları raporlarda mealen şöyle deniyordu:
"ABD artık ANAP ve DYP gibi partilerle Türkiye'yi kontrol edemez, Fazilet Partisi'nin başına yenilikçi kanadın geçmesi, Tayyip Erdoğan'ın Başbakan, Abdullah Gül'ün de Dışişleri Bakanı olması halinde ABD Türkiye'yi kontrol altında tutmaya devam edebilir."

2
Bu raporları okuyan İşçi Partisi ve Aydınlık Dergisi, halkımıza bu planı haber verdi.
(Muhakkak ki diğer partiler de bu yayınları okumuşlardı, ama onların halkımızı bilinçlendirmek gibi bir sorunları yoktu)

3
Aydınlık Dergisi 20 Ekim 1996 tarihli sayısında kapaktan haberi verdi:
"Merak edilen gizli mesajı açıklıyoruz:
Abramowitz, Tayyip'i Erbakan'ın yerine hazırlıyor
"
Yani, AKP'nin iktidara geldiği 3 Kasım 2002 seçimlerinden 6 yıl önce, Aydınlık Dergisi ve İşçi Partisi, Amerika'nın bu seçimi yaptığını halkımıza duyurdu.

4
Cumhuriyet Gazetesi 16 Şubat 1997
Leyla Tavşanoğlu'nun İşçi Partisi Genel Başkanı Doğu Perinçek ile söyleşisi:Perinçek:
"ABD, Tayyip Erdoğan'ı Başbakan, Abdullah Gül'ü de Dışişleri Bakanı yapacak. CIA'nın yan kuruluşlarından Rand Corporation'un yayın organında da bu yazıldı."
Yani, AKP'nin iktidara geldiği 3 Kasım 2002 seçimlerinden 5 yıl 8 ay önce, Perinçek, Cumhuriyet Gazetesi kanalıyla da, bu gerçeği halkımıza duyurdu
5
Görülüyor ki, ABD seçmiş, hazırlamış, önümüze koymuş, seçtirmiş.
Şimdi kim "Bunları ben seçtim" diyebilir?
Menderes'in "Odunu aday göstersem milletvekili seçtiririm" sözlerini ABD iyice not etmiş olmalı ki, istediğini elhak seçtiriyor.

Konuyla İlgili Diğer Alıntılar:
YENİ DÜNYA DÜZENİ
http://menkibeler.blogspot.com/2008/04/derin-dnya-devleti-30-mays-1919da-paris.html
AMPUL
http://turkcutoplumcu.org/index.php?option=com_content&task=view&id=176&Itemid=31
3.DÜNYA SAVAŞI VE TEOLOJİSİ http://menkibeler.blogspot.com/2008/05/3dnya-savai-ve-teolojisi.html
GİZLİ DÜNYA DEVLETİ VE SİYONİZM http://menkibeler.blogspot.com/2008/04/eski-hesaplar.html
RiO TinTO Munzur'da Ne yapıyor?
http://www.munzurhayattir.org/index.php?a=16
Finans baronlarinin Dunya imparatorlugu http://www.metalurji.org.tr/dergi/dergi141/d141_1217.pdf
TÜRKİYEDE AMERİKAN MISYONERLERİ VE ARMAGEDDON http://menkibeler.blogspot.com/2008/04/trkiyede-amerikan-misyonerleri-ve.html
ATATURKU NICIN OLDURDULER http://sudakiates.blogspot.com/2008/08/atatrk-niin-ldrdler.html
33 DERECELI MASONUN ITIRAFI_ ATATURKU SILAHLA ORTADAN KALDIRMAYI DUSUNDUK http://sudakiates.blogspot.com/2008/08/33-dereceli-masonun-itiraf-
Tektonik Silahlar ve Deprem http://sudakiates.blogspot.com/search/label/Tektonik%20Silahlar%20ve%20Deprem
TESEV-ABD-TÜRKİYE İLİŞKİLERİ KONFERANSI-PAUL WOLFOWITZ'İ ANLAMAK http://sudakiates.blogspot.com/2008/07/tesev-abd-trkiye-ilikileri-konferansi.html
MASONLAR
http://sudakiates.blogspot.com/search/label/Masonlar
Postmodern Bir Bilderberg Toplantısı - İstanbul 2007
http://www.acikistihbarat.com/Haberler.asp?haber=6702




-Alıntıdır.-