21 Şubat 2009 Cumartesi

68′i, 78′i kirletmeyin !!!

Rıza Zelyut - Güneş
Şubat 21, 2009

Dün Yeni Çağ Gazetesi’nde Selcan Taşçı’nın sayfasında görünce beynimden vurulmuşa döndüm.
68′liler Dayanışma Derneği ve Devrimci 78′liler Federasyonu, Ulaş Bardakçı kardeşimin 37. ölüm yıldönümü için bir ilan hazırlamışlar.
Buraya kadar gayet iyi…
Ulaş Bardakçı ile aynı fikirleri paylaşan birisi olarak; onu ananları selamlıyorum.
Lakin; beni kahreden şey; bu ilanın Taraf isimli gazetede yayımlanmış olmasıydı.
68′liler!
Devrimci 78′liler!
O tarihlerde taşıdığımız ruhu 2009 yılının şubat ayında da taşıyor muyuz?
Ben taşıyorum…
Mezara kadar da taşıyacağım…
Bu yazım da senedim olsun.
Ulaş Bardakçı’nın, Mahir Çayan’ın, Deniz Gezmiş’in adlarını her andığımda gözlerim dolar…
Ayrıca gururlanırım…
Lakin; halkımız için kendini çıra edip yakan bu dostlarımın yaptıklarını ve düşüncelerini doğru algılamak gerekiyor.

Bir: Bunların tümü antiemperyalisttiler. Yani Amerika’ya da Avrupa’ya da karşıydılar.

İki: Bunların tümü Kemalisttiler. Kemalizmin halkçı-devrimci kanadını temsil ediyorlardı.

Üç: bunların tümü; dünya genelinde de ezilen halklardan yana idiler; yani ABD’ye küresel anlamda da karşı idiler.

Dört: Bunların tümü; aklı temel alan, laik bir dünya görüşünü savunan, cumhuriyetçi gençlerdi.

Beş: Bunlar, Türk halkının ahlaki değerleri ile donanmışlardı.

Altı: Bunlar; kaynağı belirsiz bir kuruş yememişlerdir.

Peki; ilan verdikleri Taraf nedir?

Bir: Ahmet Altan denilen; ahlaksız bir adamın elindedir

İki: taraf; Fethullahçılar tarafından basılmakta ve desteklenmektedir. Yani tarikatçi, gerici güçlerin yayımladığı bir organdır.

Üç: Taraf; Amerikan güdümlü Gladyo’nun yayın organıdır. Oraya; hiç kimsenin ulaşamayacağı özel haberler sızdırılmaktadır.

Dört: Taraf; emperyalizme tek eleştiri getirmemektedir ve ora ile birlikte yürümektedir.

Beş:Taraf; modern yaşam biçimini bize armağan eden cumhuriyet rejiminin baş düşmanıdır.

Altı: Taraf’ta Türk halkının ahlaki değerleri değil sapık Ahmet’in ahlaki değerleri geçerlidir.

Yedi: taraf; ABD’nin; AB’nin ve alaturka faşizmin bir numaralı destekçisidir.

Sekiz: Taraf; devletimizin içine çöreklenmiş olan gerçek çetenin (Gladyo) gizlenmesi için görev yapmaktadır.

Ergenekon çetesi adı altında bazı döküntülerin öne çıkartılmasının sebebi budur.

Bu yüzden Taraf; Ulaş Bardakçı’yı katleden çetenin günümüzdeki sözcüsüdür.
Ey devrimci arkadaşlar; ne oluyor size?
Yoksa; Ufuk Uras’ın hayaleti sizleri de mi esir aldı?

***
Hedef Doğan değil, basınElimizi vicdanımıza koyup düşünelim:

Doğan Yayın Holding’in yüzde 25′lik hissesi o günkü parayla 700 milyon YTL’ye Alman Axel Springer Medya Grubu’na satılıyor.
Ülkemize iyi bir para giriyor.
Defter kayıtlarına göre para 2007′nin 2 Ocak günü alınıyor.
Maliye müfettişi ise siz bu parayı Aralık 2006′da aldınız, diyor.
Yoruma dayalı olarak Doğan Yayın Holding’e ceza kesiyor.
Kesilen ceza 826 milyon TL.
Yani, şirkete kesilen ceza, onun kasasına girenden daha fazla…
Eğer ortada suç varsa ceza olsun…
Lakin; böyle uluslararası bir şirketin vergi kaçırmaya kalkıştığına beni kimse inandıramaz.
Hele hele hükümet ile çatışma halinde iken…
Uzan örneği ortada dururken…
Tarihlere yeniden bakın…
Rakamlara yeniden bakın…
O zaman; bu cezanın mali ceza değil, siyasi ceza olduğunu anlarsınız…
Maliyenin bu cezasını AKP’li Nurettin Canikli’nin savunması, bunun göstergelerinden birisidir.
Unutmayın ki basını susturulmuş bir ülke; Hitler faşizmine teslim olmuş bir ülkeden farksızdır.
Bugün Doğan Holding’i batırırlar; yarın sıra başka birisine gelir.
Gerçeği görelim: Medya grupları teslim alındıktan sonra sıra sermaye gruplarına gelecektir.
Onun için kimse başını kuma gömerek bu fırtınayı geçiştireceğini de sanmasın…Alafranga faşizmin Alaturka taklitçilerini demokrasi üretim merkezi gibi gören veya göstermeye çabalayan Doğan Yayın Grub’ndaki o liberallere de bir çift sözüm var: Din üzerinden yürüyen hiçbir siyaset demokrasiyi geliştirmez, diye yazdım; inanmadınız.
Beslediniz; büyüttünüz; şimdi yavrunuz canınızı almaya kalkışıyor
Gerçek Ergenekon’un ne olduğunu acaba anlayabildiniz mi?

-Alıntıdır.-
http://www.ilk-kursun.com/2009/02/21/68i-78i-kirletmeyin-riza-zelyut-gunes/

Amerikan Elçisi, Dışişleri’nde Türk diplomatlara ders veriyor!

ARSLAN BULUT, YENİÇAĞ, Şubat 21, 2009
Abant Platformu, diyalog diye diye sonunda “Kürdistan” devletinin tanınması için kamuoyu oluşturmak görevini de üstlendi.
Erbil’deki toplantıya götürülen gazeteciler de Kürdistan kelimesinin kullanımını normalleştirmeye çalışıyor.
Sonuç bildirisinde, Ankara ve Erbil’de karşılıklı elçi bulundurmanın faydalı olacağı maddesi vardı.
CIA’ya fikir üreten Henry Barkey de son olarak Obama’ya sunduğu rapordaTürkiye’nin Kürdistan’ı tanımasıiçin baskı yapmak gerektiğini belirtmişti.
Ve İngiltere’nin Ekonomist dergisi, Erbil’deki Abant toplantısını, “Alışılmışın dışında yeni bir dostlukbaşlığı ile değerlendirdi.
Haberde, toplantıda Türkiye’nin Musul Başkonsolosu Hüseyin Avni Botsalı’nın da bulunduğu hatırlatıldı ve Botsalı’nın Kürt bayrağı önünde konuşma yapmasının Türkiye’nin Iraklı Kürtlere olan yaklaşımında bir değişime işaret ettiği belirtildi.
* * *
Haberde bir de uydurmaya yer veriliyor.
Kerkük’teki Türklerin bölgeye Osmanlı döneminde yerleştirildiği iddia ediliyor. Halbuki, Erbil’deki atabeylikler Osmanlı’dan öncedir.
Hatta İslam toplumlarındaki mevlid geleneğini Erbil’e muhteşem bir dönem yaşatan Türk atabeyi Muzafferüddin Gökbörü başlatmıştır.
Gökbörü’nün ölüm tarihi 1232’dir.
Gökbörü’nün çok büyük masraflarla tertip ettirdiği mevlid şenlikleri, bütün Müslüman ülkeler için bir başlangıç kabul edilmiştir.
Bu merasimlerden sonra, İslâm dünyasında mevlid yazma geleneği başlamıştır. Bursa Ulu Camii imamı Süleyman Çelebi, bugün mevlidlerde dinlediğimiz mevlidi 200 yıl sonra yazmıştır.
* * *
Türkiye bir taraftan Rusya ile Ruble-TL üzerinden ticaret yapmak için anlaşma yapıyor, diğer taraftan ABD’nin yeni büyükelçisi Jeffrey, Dışişleri Bakanlığı’nda genç diplomatların eğitimine katılıyor!
Haberin kaynağı, Türk Dışişleri Bakanlığı değil, doğrudan Amerikan Büyükelçiliği’dir.
Büyükelçiliğin internet sitesinde halen yayında olan habere bakınız:
Büyükelçi Jeffrey Türk Dışişleri Bakanlığı’nda Yeni Diplomatlarla Konuştu.Büyükelçi Jeffrey, Türk Dışişleri Bakanlığı’nda yeni diplomat kadrosuna hitaben yaptığı konuşmada, Türkiye ile ABD arasındaki yakın ikili ilişkilere vurgu yaptı. Büyükelçi Jeffrey, yabancı dil öğrenmenin kritik önemini, ve hassas ama elzem olan uzlaşma ve müzakere yeteneklerini geliştirmenin önemi gibi konuların altını çizerek, uluslararası ilişkiler alanındaki 40 yıllık kariyeri boyunca yaşadığı bazı deneyimleri paylaştı. Görüşmede, Büyükelçi Jeffrey ve yeni Türk diplomatlar, Irak’taki iyileşen durumu, Türkiye ve Ermenistan arasındaki gelişme gösteren temasları, NATO’nun Afganistan’da aşması gereken zorlukları, ve Obama yönetiminin İran ve Rusya gibi ülkelerle yeni diyalog yaklaşımı gibi geniş bir yelpazedeki ikili ve küresel konulara değindiler.”
* * *
Haberde, Amerikan Büyükelçisi’nin Türkiye’nin Dışişleri Bakanlığı’nda yeni diplomatlara eğitim verdiği anlatılıyor.
Bu arada “Irak’ta iyileşen durum” da öğretiliyor!
Yani Büyükelçi, Obama’nın telefonda anlatamadığı ayrıntıları, Türk diplomatlara ezberletiyor.
“Monşer” diye Türk diplomatları küçümseyen Tayyip Erdoğan’ın başbakan olduğu bir dönemde Amerikan Büyükelçisi, Türk Dışişleri Bakanlığı’nda ders veriyor!
Herhalde bu kriz ortamında genç diplomatların hepsini birden Amerika’ya gönderemediler!
Jeffrey’i davet ederek ders verdirmek daha ucuza mal oluyor!
Bu durumda monşer kim?

-Alıntıdır.-
http://www.ilk-kursun.com/2009/02/21/amerikan-elcisi-disislerinde-turk-diplomatlara-ders-veriyor/

16 Şubat 2009 Pazartesi

Yeni Osmanlıcılık Tuzağı (1) ! İZMİR'den Türkiye'ye!

ESKİ TAPU KADASTRO GN. MD. YRD.SI
ORHAN ÖZKAYA'NIN
ÖNEMLİ 2 UYARISI‏

UZUNADA…
Ege Körfezi'nin girişinde, sanki bir şişenin ağzındaki tıpa gibi körfezi kapatan ve koruyan Uzunada (Kösten), İngiliz Büyükelçiliği'nin de çabalarıyla iki İngiliz mirasçı tarafından Türk Hükümeti aleyhi ne açılan dava ile istenmektedir.


Urla Asliye Hukuk Mahkemesi' nde yıllardır görülmekte olan dava, sonuçlanmak üzeredir.

Bu davayı, ilgililer kaybettikleri taktirde Lahey'e götürmek üzere işi sıkı tutuyorlar.

Bu dava, Lahey'de kazanıldığı taktirde arkasının geleceği kesindir.

İzmir'deki İngiltere Konsolosluğu'nun 30 Temmuz 2002 tarihli belgesine göre; İngiliz tebaasından Anthony Edvards oğlu Ed vard'ın mirasçısı Bayan Gwynneth Antoniette Giraud (İzmir çevresinde Jirolar olarak bilinen Levanten aile), içinde Deniz Kuvvetleri'nin üssü bulunan Uzunada ile birlikte 6 983 dekarlık 1896 tarihli İzmir Urla ilçesine ait tapu kaydını, Milli Savunma Bakanlığı, Milli Emlak Genel Müdürlüğü ve Tapu Ka dastro Genel Müdürlüğü tarafından işleme koydurmuştur.
Şimdilik olumsuz yanıt almalarına karşın işin takibini, Urla Asliye Hukuk Mahkemesi'nde açtıkları dava ile sürdürmektedirler.


Bu durum devletin üst birimleri tarafından derhal geri çevrilip gerekli cevap verilmesi gerekirken, yerel birimlere kadar intikal etmesi, ilgili tapu kaydının uygulanıp uygulanmayacağının soru konusu yapılması ve mahkeme yollarının aranması son derece düşündürücüdür.

Kaybetmeleri halinde davayı Avrupa İnsan Hak ları Mahkemesi'ne taşıyacakları kesindir.

1867 tarihinde çıkartılan "Ecnebilerin Toprak Edinmeleri"ne ilişkin yasayla, Ege Bölgesinde toprak satın alan yabancılar sıraya gireceklerdir.

1896-1897 tarihlerin de, Osmanlı döneminde Rum reayaya ait olan arazinin, satış yoluyla, İngiliz tebaasından olan Anthony Edvards' a geçtiği ve adı geçenin oğlu olduğunu iddia eden Edvard'ın, mirasçı olarak yetkili mercilere yaptığı talebi hâlâ gündemdeki yerini korumaya devam ediyor.

06.11. 2003 tarihinde Milli Savunma Bakanlığı'na yapmış olduğu başvuru,Tapu-Kadastro Genel Müdürlüğü'ne intikal ettirilmiş, konu ilgili yerel birime aktarılmış.

Yapılan inceleme sonucunda ilgili talebe, hiçbir yasal dayanağının olmadığı belirtilerek ret yanıtı verilmiştir.

Gerek Milli Savunma Bakanlığı ve gerekse Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğü, Rumlardan satış yoluyla Haziran 1313 tarih ve 12-32 nolu tapu kayıtlarıyla Anthony Edvards oğlu Edvard'ın 6/10 hisse ile sahip bulunduğu kayıt toplamının 6983 dekar olduğunun araştırılmasını ilgili mahalli biriminden istemiştir.

Yine, 4/10 hissesinin akıbetinin tespit edilemediği, geldi kütük kayıtlarının 950 dekar olduğu halde 6983 dekara nasıl çıktığının anlaşılamadığı belirtilerek, kayıt kapsamı yerlerin kadastro çalışmaları esnasında hangi işleme tabi tutulduğunu sormuşlardır.

Tapu kayıt maliklerinin veya mirasçılarının Lozan Anlaşması yürürlüğe girdiği tarihinden önce firari ve mü tegayyip (kayıp) eşhastan olup olmadığını da soru konusu yapmışlardır.

Bütün bu hususlar ayrıntılı olarak ilgili birim tarafından, ayrıntılı bir şekilde araştırılıp, incelenmiş ve ret yanıtı verilmiştir.

İzmir' in Urla ilçesinde tüm kadastro çalışmaları 1977 tarihinde sona ermiş ve dilekçe konusu yapılan Uzun ada, Hazineye yazılmıştır.

Yazı konusu yapılan ve Edvard tarafından kendisine atası Anthony Edvards tarafından kaldığını iddia ettiği 6983 dekarlık arazinin içinde kalan, üzerinde Deniz Kuvvetleri mizin üssünün bulunduğu Uzunada,
1957 yılında Milli Savunma Bakanlığı'na tahsis edilmiş ve Mali ye Hazinesi adına 292.500 m2 olarak tapuya tescillidir.

DAVANIN LAHEY'E TAŞINMASI GÜNDEME GELEBİLİR
AB sürecinde, son yıllarda ısıtılıp ısıtılıp önümüze konan bütün bu iddialar, "Kurtuluş Savaşı"yla çözülmüştür.

Tarihte," Düyun-u Umumiye" nedeniyle 1867 yılında çıkartılmış olan "Yabancıların Mülk Edinmesi" ne dair Kanun, sadece Ege Bölgesi'nde İngilizlerin 1 milyon dekar arazi almalarına olanak sağlamıştır.
Yunanlılar ve diğer yabancılar hariç.
Onlarla birlikte bu rakam tüm Anadolu topraklarında 6-7 bin km2'yi bulmaktadır.

Tüm bu emperyalist talanı "Kurtuluş Savaşı" yla yırtıp attık.

Yeniden, bunların pilot uygulama amacıyla gündeme getirilmesi ve açılan davanın,Urla Asliye Hukuk Mahke mesi'nde kaybedilmesiyle birlikte Lahey Adalet Divanına taşınması gündeme gelebilir.

Böylece, ilerde yeni Loizidou davalarının doğmasına zemin hazırlanmış olur.

Görülmekte olan dava, sürekli ertelenmekte ve İzmir Sulh Hukuk Mahkemesi'nde açılmış olan "veraset" davası sonuçlanmış ve bir mi rasçı daha davaya eklenmiştir.
Bu da, Olivia Johns'dur...

Bu dava, mahkeme tarafından Ankara Üniver sitesi'nde görevli 3 profesöre bilirkişi olarak gönderilmiş sonuç olarak; 2 frofesör Türkiye aleyhine ve bir profesör de lehine rapor vermiştir.
Dava halen sürüyor.
Önümüzdeki günlerde,
Uzunada'da fitili sessizce yanan bir bombanın patlaması kaçınılmaz görünmektedir.

Orhan Özkaya
--------------

*** SHELL ***

Doğu ve Güneydoğu'da
"feodal toprak mülkiyeti"ne karşı topraksız köylülerin geliştirmekte oldukları, "Topraksızlar Hareketi",
AB normları bahane edilerek kesilmekte

Diyarbakır'ın Bismil ilçesi nin Aslanoğlu köyünün 12 bin 257 dekar arazisi ile komşu dört köyün toplam 74 bin de kar arazisi ağa Nevaf Kahraman'ın işgali altında…

Sadece Cumhuriyet (Aslanoğlu) köyü arazisi üzerinde
Shell' in 18 adet petrol kuyusu ve 101 adet de arama ruhsatı bulunduğu
yine köylüler, muhtar tarafından belirtiliyor.

Dev tankerlerle, köyün eteklerinden uzanan boru hatlarıyla petrolü çekiyor.

Tıpkı kan damarlarımızdan kanımızı iğneyle çeker gibi…

99 yıllığına ruhsat almış.
Ağaya ödediği kira bedeli sır

Bütün bölgede petrol olduğu bilinen bir gerçek...

"Shell, düşük rezervli yataklara yatırım yapmayacak kadar akıllıdır" diyor, köylüler.

Kuyuların 3 adedi köyün 980 dekarlık merası üzerinde;
mera da ağanın işgali altında.

Bismil Kaymakamlığı "El Atmanın Önlenmesi (Meni Müdahale)" hükümlerine göre teknik bilirkişiye yerinde resmi ölçü yaptırarak durumu harita ve rapora bağlamış.

Bu rapora göre ağanın meraya tecavüz ettiği kesinleşmiş durumda.

Meranın tamamını işgal etmiş ve Shell'e bu araziyi kiralamış.

Yapılması gereken bu tecavüzün kaldırılarak meranın köy muhtarlığına teslim edilmesidir.

Shell ile köy muhtarlığı muhatap durumdadır.

Bundan sonraki kira bedelinin muhtarlığa ödenmesi;
bugüne kadar ağanın aldığı kira bedelini de muhtarlığa geri vermesi gerekir.

Köylüler ağanın böyle bir duruma rıza göstereceğini ifade ettiğini belirtiyorlar.

Başka bir anlaşmazlık konusu da;
köyün 12.257 dekarlık arazisinin ağa tarafından işgalidir.

Ağanın, 20 yıldan beri çekişmesiz ve aralıksız (nizasız ve fasılasız)
bu arazileri kullandığını iddia etmektedir.

Köylüler de atalarından bu yana 100-150 yıldır kullandıklarını belirtiyorlar.

Ancak Bismil Tapu Sicil Müdürlüğü'ndeki tapu kayıtlarına göre ise ağanın tapulu arazisi 4.900 dekar, köylülerin 868 dekar geri kalan 5.743 dekar arazi ise Maliye Hazinesi adına kayıtlı durumda.

Köylüler ağanın tapulu arazilerine itiraz etmemekte,
hazineye ait araziyi atalarından bu yana kendilerinin kullandığını bunu devam etmesini ve Maliye Hazinesi'ne de kira (ecri misil) ödemeye razılar.
Ağa, bu arazilerde bulunan petrol kuyularının da kirasını alıyor.

Yapılacak iş; bütün bu somutlaşmış durumun uygulanması, köylülere kendi lerine ait 868 dekarlık arazinin yetmediği ortada duran bir gerçek olduğuna göre, yüz yıllardır kullandıkları arazilerin kendilerine verilmesidir.

Yakındaki Sinan köyü ile çevredeki tüm köylerin arazisi ağaların işgali altında.

Köylülerin,
Anayasa'nın 44. maddesi hükümlerine karşın hâlâ topraksız bırakılması açıklanabilir bir durum değildir.

Bu köylerin ölülerini gömecek mezarlıkları dahi ağanın mülkü.

Aslanoğlu köylüleri Lozan'a, Cumhuriyet'e, Devlet'e ve ülkenin bölünmez bütünlüğüne sahip çıkıyorlar.

Teröre geçit vermiyorlar.

İsimlerini de "Cumhuriyet Köyü "olarak 29 Ekim Cumhuriyet bayramın da değiştirdiler.

Köylülerin toprak reformu talepleri genelgelerle,
AB dayatmalarıyla bastırılmak isteniyor.

Halkın kurduğu ve kendi varlık nedeni olan "Devlet"inden destek istiyor.

Bölgede bir an önce "toprak reformu" yapmak şarttır; bu terörün de belini kıracaktır.

Şemdinli, Yüksekova ve diğer tezgâh lanan olaylar bu bölgenin Barzanileştirilme tuzaklarına açık hale getirilmek istendiğini gösteriyor.

Bu oyunlar, TSK ve Devlet'e yönelik kışkırtmalardır.

Ülkemiz ancak "Atatürk"ün çizdiği "devletçi", "devrimci" ve "karma ekonomik" yapıyla çıkış bulabilir.

Yoksa halkın, ne bayrağı dikecek ve ne de "…en büyük asker, bizim asker!.." diye vatan için gönderdiği biricik "Mehmet" ini yatıracak toprağı kalacak!..
Orhan Özkaya

------
Ek Not: Biliyorsunuzdur da tekrarda fayda var,kucuk bir kac not... Sozu edilen Izmir'deki Levanten aile at yarışlarında da kupalı koşusu (WilliamGiraud Kupası) olan aile. Sozu gecen 1867 tarihli kanun ise -Hicri 7 Safer 1284 tarihli olduğu icin- 7 Safer Kanunu olarak bilinen kanun... (kisayolu http://www.mevzuat.adalet.gov.tr/html/1063.html ) Izmir'e nicin "Gavur Izmir" denildiginin sirri da bu kanunda sakli... (belki daha once okudugunuz ekteki kitabin ilgili sayfalari -75-79- yine ekte) Bugunlerde tekrar revacta olan Yeni Osmanlinin ne oldugunu anlamak icin eger okumadiysaniz ekteki kitabi okumaniz dilegiyle...

Son Nokta Notu: yukarıdaki html sayfası, nedense, kullanılamaz oldu. Biz de, http://www.hukuki.net/kanun/20.01.frameset.asp adresinden edindiğimiz, sözü geçen kanunu buraya ekledik.

***

126-7
ECANİBİN HAKKI İSTİMLAKİ KANUNUNUN BİRİNCİ
MADDESİNDE İSTİSNA OLUNAN EŞHASIN EMLAK
VE ARAZİSİNE MAHSUS KANUN (1)
Kabul Tarihi : 21 Şubat 1298; 25 Rebiülahır 1300
Yayımlandığı Takvimi Vakayi : Tarih: - Sayı: -
Yayımlandığı Düstur : Tertip: 1 Cilt:3 (Zeyl) Sayfa: 96

Madde 1 - Anasıl tebaayı Osmaniyeden iken Tabiiyeti Osmaniye Kanununun
neşrinden mukaddem tebdili tabiyet etmiş olupta senedatı ahdiye mucibince
tarafı Devleti Aliyyeden tabiiyeti ecnebiyeye duhulleri kabul ve tasdik
olunmuş olanlar ve kanunu mezkurun neşrinden sonra ahkamına muvafık surette
tebdili tabiyet edenler, Ecanibin istimlakine dair, 7 Safer sene 1284 tarihli
kanunun vezaifi mahsusa tahtında tayin eylediği kaffei hukuktan müstefit
olurlar. Ancak tabiiyetine girdikleri Devletin zikrolunan İstimlak Kanununa
merbut mazbatayı imza etmiş olmaları şarttır.

Madde 2 - Devleti Aliyyeden mezuniyeti resmiye istihsal etmeksizin tebdili
tabiiyet edipte tarafı Devleti Aliyyeden tabiyeti ıskat olunan eşhas Memaliki
Osmaniyede istimlak ve tevarüs hakkından mahrum olurlar.

Madde 3 - Maddei sabıkada gösterildiği üzere hakkı istimlak ve tevarüsten
mahrum olacak eşhasın akaratı memlükesi tebeayı Devleti Aliyyeden bulunan
veresesi beyninde emvali menkule gibi taksim olunur. Ancak Arazi Kanununun 110
uncu ve 111 inici maddeleri ahkamınca o makulelerin arazii emriye ve mevkufede
hakkı tapuları kalmaz. Ve tebdili tabiiyetlerinden mukaddem uhdelerine geçmiş
olan arazii emiriye ve mevkufe dahi varislerine intikal etmeyip mahlül olur
ve bu muamele icareteynli musakkafat ve müştegalatı vakfiye hakkında da
ayniyle caridir.

Madde 4 - Adliye ve Maliye Nezaretleri işbu kanunun icrasına memurdur.
-------------------
Bu Kanun;
(1) Yargıtay 14. Hukuk Dairesinin 20.9.1990 tarih ve Esas 1991/1666, Karar
1991/4726 Sayılı Kararı ile yürürlükte olduğu doğrultusunda karar
verilmesi üzerine külliyata alınmıştır.
KANUNLAR, MAYIS 1993 (Ek-16)
126-8
***


-Alıntıdır.-

14 Şubat 2009 Cumartesi

Amerika'ya Gidenler!

Çizen: Nuri Kurtcebe
Yayın: Cumhuriyet, 13.02.2009

24 Ocak 2009 Cumartesi

Uğur Mumcu’yu anıyoruz





Ocak 24, 2009 - CUMHURİYET
Aracına konulan bombanın patlaması sonucu
24 Ocak 1993’te yaşamını yitiren
Araştırmacı-Gazeteci
Uğur Mumcu,
bugünden itibaren
hafta boyunca düzenlenecek
çeşitli etkinliklerle anılacak.
Uğur Mumcu’yu
katledilişinin 16. yılında
özlemle, sevgi ile anıyoruz.

*********


Atatürkçülük ne demektir?
Atatürkçülük, kısaca ulusal bağımsızlık ve ulusal onur demektir.
Atatürkçülük, özetle antiemperyalist bir kurtuluş savaşını başlatan ve sürdüren bir eylem ve öğretidir.
- Amacımız , ulusal sınırlarımız içinde toprak bütünlüğümüzü ve ulusal tam bağımsızlığımızı sağlamaktır.
Buna engel olmak üzere karşımıza çıkacak kuvvet,
kim ve ne olursa olsun
hiç duraksamadan çarpışırız ve başarı kazanırız.
Bu konuda karar ve inancımız kesindir.
Atatürkçülüğü, "tam bağımsızlık" inancından ayırmanın ve çok yönlü uluslararası ipotekleri "Atatürkçülük" adına savunmanın hiç olanağı yoktur.
Kurtuluş Savaşı'nın başlarında Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin bütün programlarına dayanağı, şu iki temeldir:

Tam bağımsızlık, kayıtsız koşulsuz ulusal egemenlik!..

- Tam bağımsızlık demek, elbette, siyaset, maliye, iktisat, adalet, askerlik, kültür gibi her alanda tam bağımsızlık ve özgürlük demektir.
Bu saydıklarımın herhangi birinde bağımsızlıktan yoksunluk, ulusun ve ülkenin gerçek anlamı ile bütün bağımsızlığından yoksunluğu demektir.

Biz, bunu sağlamadan ve elde etmeden başarıya ve esenliğe erişeceğimiz kanısında değiliz...

İşte Atatürk budur, işte "Atatürkçülük" budur...

Kurtuluş Savaşı, kökeninde "antiemperyalist" ve "antikapitalist" düşüncelerin kutsal harcını taşır:

- Biz bu hakkımızı saklı tutmak, bağımsızlığımızı emin bulundurmak için genel kurulumuzca, ulusal kurulumuzca bizi mahvetmek isteyen emperyalizme karşı ve bizi yutmak isteyen kapitalizme karşı kavga vermeyi uygun gören bir yolu izleyen insanlarız.

Bu sözleri söyleyen ve her adımında ulusal bağımsızlığı, devrimci ve ilerici bir dünya görüşü ile sağlayıp pekiştiren Atatürkbugün içine itildiğimiz ekonomik tutsaklığın temeli ve adı gibi görmek, Atatürk'e ve Atatürkçülüğe karşı yapılabilecek en ağır ve de en sinsi saldırıdır.

Atatürkçülük bağımsızlık demektir,
Atatürkçülük ulusal onur demektir,
Atatürkçülük devrimcilik demektir.

Kurtuluş Savaşımızın ve ulusal devrimlerimizin önderi Mustafa Kemal, bugünkü emperyalist ilişkileri daha o günden görmekteydi:

- Karşılıklı güvenlik ve esenlik, bütün dünya uluslarının üzerinde titremesi gereken bir mutluluk ilkesidir.

Ancak bu ilke bütün uluslar için gerçekleşmedikçe, genel bir barışma sağlamaktan çok, sömürülmek istenen birtakım uluslara karşı, bir takım güçlü ulusların yeni davranış ve ayrıcalıklar kazanmasını sağlamak niteliğinde görülse yeridir.

Hele uluslararası silah alışverişinin, birtakım ulusların denetimi altında tutulmasını sağlayacak önlemlerin alınması bu kuşkuyu artırmaktadır...

Unutturulan, unutturulmak istenen Atatürk ve Atatürkçülük budur!

Televizyon ekranlarında Türk halkına tanıtılmayan, anımsatılmayan sözler de işte bu sözlerdir:

- Biz Batı emperyalistlerine karşı yalnız kurtuluş ve bağımsızlığımızı korumakla yetinmiyoruz.
Aynı zamanda Batı emperyalistlerin güçleri ve bilinen her aracı ile Türk ulusunu emperyalizme araç yapmak istemelerine engel oluyoruz.

Böylece bütün insanlığa hizmet ettiğimiz kanısındayız...

"Ezilen uluslar bir gün ezen ulusları yok edeceklerdir" diyen
Gazi Mustafa Kemal Atatürk'ü, yeniden
ezilen ulusların,
Asya ve Afrika halklarının bayrağı yapmak,
biz Atatürkçülerin, biz devrimcilerin
namus borçlarıdır.

- Bütün dünya bilsin ki benim için tek yanlılık vardır.
Cumhuriyet yanlılığı, düşünsel ve sosyal devrim yanlılığı...

Atatürk'ün bütün dünyaya duyurduğu bu ilerici ve devrimci düşünceleri ne yazık ki, ülkeyi Atatürk'ten sonra yöneten, yönettiğini sanan politikacılar eliyle hançerlendi ve Atatürk, gerçek nitelikleri ile değil, beylik anma törenlerinin donmuş kalıpları olarak tanıtılmak ve benzetilmek istendi.

Atatürk'ü hiç olmazsa bu yıl, gerçek nitelikleri ile tanıtabilirsek, geçmiş dönemlerin ihanetleri bir ölçüde unutulmuş olur.
Kurtuluş Savaşı'nın yüce önderini "Atatürk Yılı"nda inançla selamlıyoruz:

Hoş gelişler ola Mustafa Kemal Paşa...

Uğur MUMCU
Cumhuriyet, 6 Ocak 1981
****



24 Ocak 2009 itibarıyle kolayca girip izlediğimiz bu filmi, bu tarihten itibaren karşımıza çıkan, aşağıda görünen pencerede de görüldüğü üzere, konulan yasak nedeniyle, siteye, ulaşım ve OZELLİKLE Ugur Mımcu'nun 'Köy Enstiitülerine ilişkin ' konusmasının belge filmini izleme hakkı engellenmiş bulunmaktadır.

26.01.2009


-Alıntıdır.-

Uğur Mumcu’lar Yeniden Öldürülmek İsteniyor!

Ocak 24, 2009 - CUMHURİYET, MUSTAFA BALBAY

Uğur Mumcu’nun katledilişinin üzerinden 16 yıl geçti. Yıllarca süren derin soruşturmaların ardından açılan Umut Davası, henüz sonuçlanmadı!

Türkiye’nin 90’lı yılları için şöyle bir tanım yapsak sanırım abartmış olmayız:
Kemalist aydın kıyımı!

31 Ocak 1990’da Prof. Muammer Aksoy, 7 Mart 1990’da Çetin Emeç, 4 Eylül 1990’da Turan Dursun, 6 Ekim 1990’da Doç. Bahriye Üçok, 24 Ocak 1993 ’te Uğur Mumcu, 21 Ekim 1999’da Ahmet Taner Kışlalı silahlı, bombalı saldırılar sonucu yaşamlarını yitirdiler. Listeye 18 Aralık 2002’de Dr. Necip Hablemitoğlu eklendi.

Katledilen aydınlarımızın başlıca özellikleri şöyle sıralanabilir:
- Hem devletle hem toplumla barışıktılar.
- Sadece aydın olarak makale-kitap üretmekle kalmayıp toplumla yüz yüze, iç içe olmayı da görev saydılar.
- Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş kökenlerini, Mustafa Kemal Atatürk’ ü çok bilinçli biçimde benimsediler, savundular. Bu nedenle onlara “kalpaksız kuvvacılar” dendi.
Dost-düşman biliyor ki; bu özelliklerin toplamı çok büyük bir güç!
***
Katledilen aydınlarımızın faillerinin bulunması için en çok çaba harcayan yayın organlarının başında doğal olarak Cumhuriyet gazetesi geliyordu.
Mumcu ve Kışlalı Cumhuriyet’in sürekli yazarlarıydı. Aksoy, Üçok, Dursun, Hablemitoğlu gazetenin ikinci sayfasında sık yer alan, konuk da denilmeyecek yazarlardandı.

Cumhuriyet, faillerin izini sürerken hiçbir zaman peşin hükümlü olmadı.
Daha ilk günden katilleri ilan etmedi! Kimi iddiaları elbette sayfalarına taşıdı ama, resmi makamların doğrulamadığı bilgileri, kesin gerçeklermiş gibi göstermedi.
Ancak bugün başını iktidar medyasının çektiği bir akım; bu cinayetlerin adeta, aydınlarımızın düşünceleri doğrultusunda hareket eden kesimlerin içinde oluşan gruplarca planlandığını işliyor.
Bunun en somut örneği, yıllarca yasadışı örgütlenmelere karşı mücadele etmiş Cumhuriyet gazetesinin, yasadışı örgütlenmelerle bağlantı içindeymiş gibi gösterilmesi…
Psikolojik savaş yöntemlerinin tümü kullanılarak, katledilen aydınların izindeki yığınlar da yine bu örgütlenmelerin içine konuyor.

Buna Uğur Mumcu’ları yeniden öldürmeye girişmek denir…
***
1990’lı yılların sonuydu. O dönem Yugoslavya’sının Ankara Büyükelçisi ile Türkiye’nin durumu ve geleceği üzerine konuşuyorduk. Türkçeyi de çok iyi konuşan, Türkiye araştırmalarını özel ilgi alanı olarak seçmiş büyükelçi şöyle demişti:
Türkiye’nin önündeki en büyük tehlike Kemalist aydınlarının azalıyor olmasıdır!”
O günden bugüne baktığımızda gerçekten de gerek medyada gerek üniversitede gerekse yazın-edebiyat dünyasında öne çıkarılanların büyükelçiyi doğruladığını görüyoruz.

Türkiye’de bugün ciddi bir düşünce parçalanması var.
Ülkenin ortak paydası olarak kabul edilen pek çok değer tam tersi işlevler görmeye başladı.
Bugün karşı karşıya olduğumuz dayatmalar, 1990’larda bedenleri ortadan kaldırılan aydınların neden hedef seçildiğini de gösteriyor.
Mumcu’lar, Aksoy’lar, Türkiye’deki beyin parçalanmasını hızlandırmak için ortadan kaldırıldı.
Kimilerinin iddia ettiği gibi laik-antilaik çatışması yaratmak için, laik temelleri sarsmak için öldürüldü.
Başarabildiler mi?
Elbette yol aldılar ama yürekten ve beyinden inancımız o ki; kazanan Mumcu’ların, Aksoy’ların, Kışlalı’ların çizgisi olacak!
-Alıntıdır.-

‘Belki de ölüm nedenini taşıdık’

TOLGA YENİGÜN
Ocak 24, 2009 - CUMHURİYET

Bekir Coşkun, Almanya’dan belgelerle dönen Mumcu’yla yaşadıklarını anlattı
Belki de ölüm nedenini taşıdık’


Gazeteci-yazar Bekir Coşkun, bombalı saldırıda katledilen gazetemiz yazarı Uğur Mumcu’yla son karşılaşmalarında, Mumcu’nun Almanya’dan belge dolusu çantayla döndüğünü ve kendisine çantanın içinde “bomba etkisi yapacak” belgeler bulunduğunu söylediğini açıkladı.
Suikastın aydınlatılamamasını “oyunu satan” seçmenin işbaşına getirdiği iktidarlara bağlayan Coşkun, emeğiyle yaşayan, alın teri ile çocuklarını büyüten, gururlu ve tepkili insanların Mumcu’yu hiçbir zaman unutmadığını söyledi.
Cumhuriyet Haber Portalı’na konuşan Hürriyet gazetesi yazarı Coşkun, katledilişinin 16. yılında yakın arkadaşı Uğur Mumcu’yu anlattı. Mumcu, Muammer Aksoy, Bahriye Üçok ve Ahmet Taner Kışlalı gibi aydınların katledilmesinin “karşıdevrim” yönünde zincirleme cinayetler olduğunu anlatan Coşkun, “Tetikçiler değişmiş olabilir. Ama amaçları aynı, niyet aynıydı. Birisi dahi aydınlatılmış olsaydı, bu iş çözülürdü. Ama aydınlatılmadı. Bence Türkiye’nin bugünkü haline bakılırsa, bu karşıdevrim için bir yol açma niyetiydi. Ne yazık ki başardılar” diye konuştu. Coşkun şöyle devam etti: “Ben 1950’den beri Türkiye’de tek iktidarın olduğuna inanırım. İsimler değişebilir, liderler değişebilir, parti binaları, bayrakları değişebilir. Ama tek parti vardır iktidarda. Bizler iktidar değişmiş sanırız, ama değişmez. Bu tek parti iktidarının temel özelliği; ABD’ye bağımlılığı, kimi güçlerin neferi oluşudur. Bu nedenle de birbirlerinin suç hanesine asla bakmazlar.”
Uğur Mumcu suikastının çözüleceğine ve cinayetin arkasındaki güçlerin ortaya çıkarılacağına dair umudunun olmadığını söyleyen Coşkun, bu umutsuzluğunu da “Bu halk orada oldukça ve tek parti sürdükçe, yok” sözleriyle açıkladı. Coşkun, Uğur Mumcu ile ilgili anısını ise şöyle aktardı:
“O gün Ankara uçağına binmek üzere terminale girdim. Uğur Mumcu oradaydı. Ben ona ‘Ağabey’ derdim. Atatürk Havalimanı’nın eski salonunda birer çay içtik. Uçağa çağrı yapıldığında, çantasını yerden sürüklemeye başladı. Çünkü çok ağırdı. Bir ucundan da ben tuttum, şişman adamın tabutu gibi… ‘Niye kargoya vermedin’ dedim, sesini kısarak ‘Almanya’dan geliyorum, içi belge dolu. Gözleri bu çantadadır’ dedi. Uçaktan inince de çantayı birlikte taşıdık, benim arabamın arkasına koyduk, belim kırıldı. Onu eve ben bıraktım. Kapının önü karanlıktı, çantayı apartmanın girişine kadar taşıdık, ısrar ettim birlikte içeri kadar taşıyalım diye, istemedi. Ayrılınca düşündüm; Uğur Mumcu… Gazetesi onu almaya bir araba bile göndermemiş… Evinin önü karanlık… Sanki tek başına bir insan… Ve arabayı kullanırken ona ‘Dikkat etmiyorsun’ dediğimi hatırlıyorum. O çantadaki belgelerin bomba etkisi yapacağını söylemişti. Tabii ki ne olduğunu, gazetecilik etiğidir, asla sormamıştım. Zaten yayımlayamadan öldürüldü. Belki de biz o gün onun ölüm nedenini taşıdık… Kim bilir?”
-Alıntıdır.-

Büyük Patron…

Ocak 24, 2009 - CUMHURİYET, HİKMET ÇETİNKAYA
Yüzümü duvara çevirdim önce…
1980’li yıllarda çekilmiş fotoğrafa baktım…
Uğur Mumcu ve ben…
Dışarıda ılık bir bahar havası…
Güneşin ışıkları perdelerin arasından salona giriyor. Televizyon açık, haberleri izliyorum.
Gece bir türlü uyuyamadım. Wislawa Szymborska’nın bir kitabını aldım elime. O çok sevdiğim “Hiçbir şey olmuyor iki kez” şiirini okumaya başladım:
“Hiçbir şey olmuyor iki kez
ve olmayacak da. Bu nedenle işte
deneyimsiz doğmuşuz
ve rutinsiz öleceğiz.”
Elimde kitapla uyuyup kalmışım…
Yüzümü duvara dönüp 23 yıl önce çekilmiş fotoğrafa bir kez daha baktım…
Ellerimden bir gölge uçup gitti o anda. Kendi düşlerimin içinde dolaşmaya başladım.
Uğur
’u 16 yıl önce bugün, karlı bir pazar, öğle vakti otomobiline kurulan tuzak sonucu yitirmiştik.
O gün Cağaloğlu’ndaki binamızdaki odamda oturuyordum… Telefon çaldı, Işık Kansu arıyordu Ankara’dan. Işık’ın sesi titriyordu. Acı haberi öyle aldım.
Uğur Mumcu’dan önce Diyarbakır’da Musa Anter öldürülmüştü…
Peki, Uğur’dan sonra ne oldu?
Cumhurbaşkanı Turgut Özal öldü, Süleyman Demirel cumhurbaşkanı oldu, Tansu Çiller de başbakan…
Faili meçhul cinayetler ivme kazanmaya başladı Çiller döneminde…
***
Sursurluk çetesi bir trafik kazası sonrası ortaya çıktı; Abdullah Çatlı’nın siyasetçi-polis ilişkisi açıklık kazandı. Şimdilerin demokratı NazlıNazlı Hanım, Bahçelievler katliamı sanığı Haluk Kırcı’yı HBB tele-vizyonuna çıkarıp Susurluk Çetesi ’ne sahip çıktı.
Oysa Haluk Kırcı polisçe aranıyordu. İstanbul’da yakalanmış, aptes almak için tuvalete gitmiş, ardından Emniyet Müdürlüğü’nden “kuş gibi” kafesinden çıkıp uçmuştu.
Haluk Kırcı’nın o tarihte ünlü tarikat şeyhiyle ilişki içinde olduğu öne sürülmemiş miydi?
Tam o günlerde Başbakan Tansu Çiller açıklama yaptı:
Devlet için kurşun atan da şereflidir, kurşun yiyen de…”
Tümcenin “mucidi” demokrasi ve özgürlüğün önde gelen adlarından eski faşist Mümtazer Türköne’dir. Bizim dönek Şahin’le birlikte Fethullahçı Zaman
’ın yazarları arasındadır. Ayrıca, televizyonların vazgeçilmezi olan “mümtaz şahsiyet”tir.
Peki, Uğur Mumcu’dan sonra kimler öldü ve öldürüldü?
Jandarma Genel Komutanı Orgeneral Eşref Bitlis’in uçağı 17 Şubat 1993’te düştü ve olay aydınlatılamadı… 2 Temmuz 1993 ’te Sıvas katliamı4 Kasım 1993’te Cem Ersever Elmadağ’da öldürülmüş olarak bulundu… Mehmet Sincar 4 Eylül 1993’te Batman’da güpegündüz öldürüldü…
14 Ocak 1994’te Behçet Cantürk, 2 Haziran 1994’te Savaş Buldan Kocaeli bölgesinde katledildi… Yusuf Ekinci 25 Şubat 1994’te Ankara’da kaçırıldı, bir gün sonra Gölbaşı’nda ölü olarak bulundu. Cantürk’ün avukatı Medet Serhat 12 Aralık 1994’te, Hasan Ocak 25 Ocak 1995’te katledildi.
12-13 Mart 1995Gazi Mahallesi’nde bir kahvehane tarandı 22 kişi öldü… Olaylar başladı… 34’ü polis, üçü asker 155 kişi yaralandı…
Güneydoğu’da faili meçhul cinayetler peş peşe geldi.
Türkiye yakın tarihiyle hesaplaşmak zorundadır!
Devlet içinde “örgütlü silahlı güç” 1952’den sonra NATO ülkelerindeki “gladyo” ya da “kontrgerilla” yapılanmasıyla kendini göstermiştir. Kanlı pazarlar, kanlı 1 Mayıs’lar, Kahramanmaraş, Çorum olaylarının arkasındaki “derin güçler” ve bunların ABD’yle bağlantıları ortaya çıkarılmamıştır.
Bugünlerde İlhan Selçuk’un “Ziverbey Köşkü” kitabını okumanızı salık veririm
***
Uğur Mumcu’nun “12 Eylül Adaleti” kitabını da okumanın zamanıdır. Uğur, Sıkıyönetim Savcısı Albay Nurettin Soyer
’le konuşmuş, 12 Eylül darbeci faşist paşalarının, Ankara Sıkıyönetim Komutanı’nın Haluk Kırcı’yı nasıl koruyup kolladığını yazmıştır.
Hep yazdım, bir kez daha yineleyeyim:
Uğur Mumcu cinayetinin arkasındaki büyük patron ortaya çıkarılmadan, ne Ankara’da toprak altında çıkarılan mermiler, bombalar, ne de bu haliyle Ergenekon’dan derin ilişkiler zinciri ortaya çıkarılabilir… Pek çok insan pisi pisine tutuklu olarak içeride kalır. Ergenekon’un bir ayağında yer alan Susurluk artıkları da bu karmaşadan yararlanır.”
Evet… Yüzüm duvara dönük ve yıllar önce Uğur Mumcu’yla birlikteyiz o fotoğrafta…
Uğur Mumcu cinayetinin tetikçileri bulundu, tıpkı Hrant Dink cinayetinde olduğu gibi…
Büyük patron ise Türkiye’yi seyretmeyi sürdürüyor olmalı
Dışarıda ise ılık bir bahar havası…

-Alıntıdır.-

Uğur Mumcu, Cumhuriyet’in Sesi…

ALPASLAN BERKTAY Ocak 24, 2009 - CUMHURİYET

Mumcu’yu yitireli 16 yıl oldu.
O Atatürkçüydü, Cumhuriyetçiydi, laikti, ulusalcıydı, antiemperyalistti, barışçıydı.
“Suç”u büyüktü, bu yüzden öldürüldü, Türkiye Cumhuriyeti düşmanlarının 12’lik boy hedefi olması için gereken tüm nitelikleri taşıyordu.

Bu yolda can verenlerin ne ilki ne de sonuncusu oldu.

Bu konuda bir takvim oluştu denilebilir:
11 Ocak’ta Onat Kutlar, Uğur’dan 1 hafta sonra (31 Ocak) Muammer Aksoy, hemen ertesi gün (1 Şubat) Abdi İpekçi.. Çetin Emeç, Turan Dursun.. 2 Temmuz’da Madımak’ta diri diri yakılan 37 can.. 6 Ekim’de Bahriye Üçok, 18’inde Ahmet Taner Kışlalı, 19 Kasım’da Hablemitoğlu..
Hepsi de Cumhuriyetçi ve Cumhuriyet gazetesi yazarı..
Uğur Mumcu şu anda konuşabilseydi,

Beni bırakın, Cumhuriyetin bugünkü durumunu konuşun’” derdi, uğrunda gözünü kırpmadan canını verdiği Cumhuriyeti..
Uğur
’un ağzı olup onu bugüne taşımak, kendisini en uygun biçimde anmak olacaktır. Herhalde şöyle konuşurdu:
“Bağımsızlığı savunduk, bağımlı olduk; Başbakan, daha hiçbir resmi sıfatı yok iken Bush’un ayağına gidip saygılarını, hizmetini sunuyor.

‘Bağımsızlık karakterimi’di. Başbakan koltuğundaki, Irak’ta ‘Gidin derlerse gideriz. Gitmeyin derlerse gitmeyiz’ diyor.
Türk askerinin başına çuval geçiren ABD askerlerini destekleyen Rumsfeld’i ve Wolfowitz’i, bugün Atatürk’ün yerinde oturan kişi haklı buluyor.
Laikliği savunduk, bugün devletin içini ta en tepeden tırnağa imamlarla doldurdular.

Cumhuriyetin bekçisi askere darbeci deyip küçük, sessiz, sivil darbelerle tırmandılar.
Milli idik, gayri milli yaptılar.

Halkçı, sosyal adaletçiydik, sosyal eşitsizliğin dibine batırdılar.
Cumhuriyetin kardeşliği nerede kaldı?
Bizi yutmak isteyen emperyalizme ve bizi mahvetmek isteyen kapitalizme karşı Şark’ın mazlum milletleri adına verilen bir mücadele ile kurulduk, şimdi o mahvetmek ve yutmak isteyen kapitalist ve emperyalistlerinlerin kuyruğunda, ılımlı İslamcı olduk.
Tek kuruş borcumuz yoktu, borç batağının dibindeyiz

Ucu bucağı belirsiz bir Ergenekon hikâyesi çıkardılar, ABD’nin sevmediklerini topluyorlar.

Yurdunu sevenler içeride, pazarlayanlar Savcı olmuş, iktidarda. Sevr Lozan’dan, emperyalizm Atatürk’ten ve Cumhuriyetinden öç alacak!
En sakıncalı, ağza bile alınmayıp unutturulmaya çalışılan sözcük DEVRİM.

Oysa biz devrimciydik.
“Demokrasi” maskesi altında karşıdevrimi yaşıyoruz..
Karşıdevrim, mantığını, sözlüğünü, kadrolarını, ‘hukuk’unu da getirmiş, Atatürk Cumhuriyeti Devrimi’ni yargılıyor.
Sıradaki, Atatürk’tür’!”
Uğur Mumcu’nun, uğrunda canını seve seve verdiği Cumhuriyet bugün bu durumdadır. u anda aramızda olsaydı, herhalde bunları söyleyecek (ve Ergenekon listesinde yerini alacak) idi.
Cumhuriyetin düşmanlarındaki tükenişi görmek gerek.

Dökülüyorlar ve tükeniyorlar.
İnandırıcılıkları kalmadı.
Yalancının mumu yatsıya kadar yanar…
Ergenekon, bir hukuk faciasıdır ve oyunun son perdesidir.
Hukukla çatışan ise iflah olmaz.
Mumcu’nun sesi ise gerçeğin, insanın, meşruiyetin, Cumhuriyetin sesidir.

Uğur’lar ölmez!
-Alıntıdır.-

Amerikan Yahudisi Ne Yaptığını Biliyor mu

Ocak 24, 2009 - CUMHURİYET,
ÜMİT ZİLELİ, İLHAN SELÇUK
Yahudiler İsa’yı çarmıha gerdikleri zaman ortalıkta Müslüman yoktu…
Hazreti Muhammet bu tarihten yuvarlak sayıyla 600 yıl sonra dünyaya gelmiştir…
Peki, bugün durum nedir?…
Hıristiyanla Yahudi arasından su sızmıyor
Çünkü, en başta Amerika olmak üzere, kapitalizmin doruklarında Hıristiyan-Musevi sermayeleri kol kola, el ele
20’nci yüzyıl ortalarına doğru Alman kapitalizminde uç veren Hitler faşizmi, Yahudi düşmanlığını devlet politikasına dönüştürmüştü…
Oysa ne Osmanlı’da Musevi düşmanlığı vardır
Ne de Atatürk Türkiye’sinde
Peki, bugün ortalığı saran Yahudi düşmanlığı nereden kaynaklanıyor?..
*
ABD’nin en güçlü beş Yahudi örgütü Başbakan RTE’ye bir mektup yollamışlar
Demişler ki:
“- …Türkiye’deki Yahudi dostlarımız kendilerini kuşatılmış ve tehdit altında hissediyorlar. Ülkede yükselen antisemitizm (Musevi düşmanlığı) ile resmi makamların ortamı alevlendiren söylemleri arasında bir bağ olduğu ortada…” (Milliyet, 23 Ocak 2009)
Amerikan Yahudi lobisinin uyarısı yerli yerindedir
Gazze olaylarındaki İsrail eleştirisini, AKP iktidarının,

başta RTE olmak üzere,
antisemitizm siyasetine çevirdikleri bir gerçek…
*
Ancak İsrail ile iç içe bulunan Amerikan Yahudilerinin de akıllarını başlarına toplamaları gerek
BOP kapsamında ılımlı İslam modelini kesip biçen, dikip Türkiye’ye giydirmeye çalışan ABD değil mi?..
Atatürkçülükte antisemitizm yoktur
İslamcılıkta vardır
Laiklik dinci antisemitizmin panzehiridir.

*
Evet, Osmanlı’da Musevi düşmanlığı yoktu, tersine,

İspanya’dan göç eden Yahudileri padişah mülküne buyur etmişti
Atatürk milliyetçiliği,

Hitler’in zulmünden kaçan Yahudi profesörlerle İstanbul Üniversitesi’ni kurmuştur.
Bugün ise iktidarda, Osmanlı’dan da geri kafalı İslamcılar bulunuyor
Antisemitizm ya ırkçılıktan kaynaklanır…
Ya da dincilikten

AKP’nin dinciliğini Türkiye’de devlet modeline dönüştürmek isteyen Amerikan Yahudisinin bugün RTE’den şikâyete hakkı var mı?..
-Alıntıdır.-

23 Ocak 2009 Cuma

Ergenekon Planlaması ve Yöntemi…

Ocak 23, 2009 - CUMHURİYET, İLHAN SELÇUK
Ergenekon soruşturmasının son uygulamalarıyla ortaya çıkan gerçekler, artık hiçbir kuşkuya yer vermeyecek biçimde bir plan, bir yöntem, bir metoda dayandığını kanıtlıyor?..
Plan nedir?..
Yöntem nedir?..
*
Önce 2450 sayfalık iddianamede, değil hukuk mantığı, soyut mantık bile yoktur
Önemli olan, saçma sapan da olsa çeşitli biçimlerde sanığı suçlamaktır
Elde ciddi deliller olmasa da sanığa suç iddialarıyla yüklenmek yöntemi uygulanmaktadır


Biz suçlayalım, mahkemeye havale edelim; kamuoyunda yandaş medya ile gerekli havayı yaratıp amacımıza ulaşırız
Gerçekler ortaya çıkana dek kim öle, kim kala
*
Soruşturmada ve iddianamede uygulanan yönteme göre önce bir zanlı delilsiz suçlanmakta, sonra bu zanlıyla şu veya bu biçimde merhabası olanlar örgütten sayılmaktadır
Metot şöyledir:
A örgüttendir, suçludur…
B şu veya bu nedenle A’ya telefon etmiştir, yemek yemiştir, buluşmuştur, dosttur…
Öyleyse B de örgüttendir…


Ne A’nın örgüt üyesi olduğuna ilişkin kanıt vardır, ne de B’nin A ile örgüt üzerine ilişki kurduğunu saptayacak bir delil bulunmaktadır
Ama, amaca ulaşılmıştır
*
Sürekli soruşturma
• Ve sürekli iddianame
Elde bulunan 2450 sayfalık ilk iddianame akılları karıştırmak, mahkemeyi işgal etmek, sonu gelmeyecek soruşturma operasyonları ve sonu gelmeyecek iddianame yazılımlarını sıcak tutmak için bir başlangıç işlevi görmektedir
‘Sonuç’ değil, ‘süreklilik’ önemlidir
• Sürekli soruşturma..
• Sürekli gözaltı..
• Sürekli arama-tarama..
• Sürekli polis baskını..
• Sürekli dinleme..
Sonu belirsiz sürekli baskıyı, yargının şemsiyesi altında polis operasyonlarıyla yaratarak insanları korkutmak ve toplumu teslim almak
*
Bir buçuk yıldan beri süregelen Ergenekon tertibini bir yargı konusu sanmak aldanışların en büyüğüdür
Amerika..
AKP iktidarı..
F-polisi..
Yargıdaki görevliler bu işin içinden çıkabilecek ya da üstesinden gelebilecek kadar donanımlı değiller…
Çünkü onlar hukukçudurlar..
Ergenekon hukukla alışverişi olmayan ve sonuca ulaşamayacak bir planlamayla artık yadsınamayacak kadar sırıtan bir yönteme bağlanmıştır
*
Evet, Türkiye F-polisin kuracağı polis devletine doğru hızla kayıyor
Planlama ve yöntem öylesine somutlaştı ki görmemek için kör olmak ya da gözleri kapatmak gerekir

http://www.ilk-kursun.com/2009/01/23/ergenekon-planlamasi-ve-yontemi/

-Alıntıdır.-

Dalgalanan Türkiye!

GÜNDEM Mustafa BALBAY

Ergenekon operasyonlarının 11. dalgasını duyunca ilk şunu düşündüm:
Ne diyeceğimi, ne yazacağımı biliyorum!
23 Ocak 2009 Cuma
Mutlaka bir yelpazedir diye düşündüm...
Her kesimden bir iki kişi...
En az 3-5 il...
Yan yana gelmeleri neredeyse olanaksız insanlar...
Büyük ölçüde öyle oldu...
Ne yapacağını biliyor olmanın çaresizliği!
Bu duyguya, Ahmet Taner Kışlalı'yı kaybettiğimiz gün de kapılmıştım.
1990'da art arda, Prof. Muammer Aksoy'u, Çetin Emeç'i, Turan Dursun'u, Doç. Bahriye Üçok'u kaybetmiştik.
1993'te Uğur Mumcu'nun öldürülmesiyle, ortak kimliği "Kuvayı Milliyeci" olan bir aydın kuşağı kırılmıştı.
21 Ekim 1999 sabahı saat 09.45 sıralarında bir telefon geldi:
"Kışlalı'nın aracına bomba koymuşlar... Ağır yaralı olarak hastaneye kaldırılmış..."
Hemen hastaneye koştuk.
Acil servisteki görevlinin ağzından iki sözcük döküldü:
"Başınız sağ olsun!"
Kendimi dışarı attım.
Daha hastane merdivenlerinde iken ne yapacağımızı biliyordum!
Sekiz sütuna bir başlık atacaktık.
Büyük olasılıkla, "susturamazlar" ya da "yılmayacağız"...
Ortada büyük bir fotoğraf yer alacaktı.
Altında "derin soruşturma" başlığı...
Yanında tepkiler...
***
7 Ocak'ta büyük yankılar uyandıran 10. dalganın ardından 11. dalgayı yaşıyoruz...
Öncekilere benzer bir gözaltı yelpazesi var.
Türk-Metal Sendikası Genel Başkanı Mustafa Özbek, sendikanın bazı yöneticileri, araştırmacı-yayıncı Erhan Göksel, gazeteci Ünal İnanç...
Yelpazenin bir rengi böyle...
Öteki renkleri değişik; İstanbul, Bursa, Siirt, Antalya, Hatay, Iğdır, Isparta, Sıvas, Kahramanmaraş, Şırnak, Elazığ, Hakkâri, Van, Siirt, Tokat, İzmir operasyon illeri arasında...
Gözaltına alınan kişiler arasında, polislerin, Özel Harekât görevlilerinin, subayların da bulunduğu belirtiliyor.
Tutuklu bulunan İbrahim Şahin'le ilgili bazı kişilerin de gözaltına alınanlar arasında olduğu bilgisi var.
Ancak resmi bir açıklama yok...
Gazeteciler ulaşabildikleri bilgileri birbirine bağlayıp, olayın boyutlarını netleştirmeye çalıştılar.
Haberlerin bir yanında Türk-Metal Sendikası, öte yanında Şırnak'ta olduğu iddia edilen asit kuyuları!
***
Son operasyon, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ün yasama, yargı ve yürütmenin temsilcileriyle öğle yemeği yediği ve ardından yazılı bir açıklama yaptığı günün hemen ertesinde gerçekleşti.
Yazılı açıklamada iki temel vurgu vardı:
Hukukun üstünlüğü ve usul yasalarına uyum!
İlk vurgu artık herkesin ezberinde...
Ancak ikinci vurgu çok ama çok önemli.
İki gündür Cumhuriyet'te Prof. Metin Feyzioğlu'nun konuya ilişkin yazısı yayımlanıyor.
Prof. Feyzioğlu şöyle diyor:
"Bir toplumun yönetim şeklini, o toplumun ceza kanunlarına hiç dokunmadan, yalnızca ceza muhakemesi kanunlarını değiştirerek veya keyfi şekilde uygulayarak istenildiği yönde şekillendirmek mümkündür."
Prof. Feyzioğlu kimdir?
Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Ceza ve Ceza Usulü Hukuku Anabilim Dalı Başkanı.
Gül'ün davetiyle bir araya gelen yüksek yargı temsilcileri de bu yönde görüş belirtmiş olmalı ki, Köşk'ten yapılan açıklamada "usul"e ilişkin özel vurgu yapıldı.
Bu vurgunun daha mürekkebi kurumadan 11. dalga tıpkı öncekiler gibi tam bir "abluka" ortamında gerçekleşti...
Önceki dalgalarda da defalarca dikkat çektik:
Operasyonların sonuçları Türkiye'nin toplam gücünü sarsıyor!
Türkiye sözcüğün tam anlamıyla "dalgalanmaya" bırakılmış durumda!
İzlediğiniz bu içeriğin bağlantı adresi:http://www.heddam.com/index.asp?M=4880

-Alıntıdır.-

TANTAN'A OPERASYON

Behic KILIC

Ocak 22, 2009 - YENICAG

Simdi 2001 yilina bakinca daha net gorulmektedir ki, "Tapinak Sovalyelerine" karsi dizi operasyonlara kalkisan, donemin Icisleri Bakani Sadettin Tantan "operasyona" dusurulup ayagi kaydirilmistir!..


Cumle biraz uzun..
Ustelik "anlasilmasi da" Tantan'in aciklamalari kadar zor!..
Bu nedenle acmaya calisalim…

2001 yilinda Turkiye'yi yoneten iktidarin, Istanbul Emniyeti Organize Sube Mudurlugu'nde alinan ifade icin ne yaptigini sormustuk…
Tantan ciheti ile durum soyle gelisiyor…

Ifadeyi alan polislerin saskinlikla dinlediklerini daha genis tahkikat icin ilgili subelere yayma gayretleri duvara toslamaya basliyor!..

Acikca anlatacak olursak, Icisleri teskilatinda Tantan-Mesut Yilmaz savasi basliyor…
Tantan tarafinin genisletmek istedigi sorusturma, Mesut tarafina tosluyor!..

Istanbul Emniyet Muduru, Tantan'in kadrosundan ve istihbarat kokenliydi..
Tantan,soz konusu ifadelerin pesine istihbarat subesini takmak istedi..
Bu andan itibaren ortalik karisti, Emniyet, Istanbul valisini karsisinda buluverdi, "Mesutcu" olarak taninan valiyi!..

Sadettin Tantan bakanligi birakti..
Istanbul Emniyet Muduru "alindi", ilgili sube mudurleri Istanbul disina gonderildiler, Mesutcular duruma hakim oluverdi!..
Ifade de, ifadeden amaclanan da, ifadeciyi "oraya yonlendirenler de"uzerleri ortulu olarak kaldilar!..

Timsah gozyaslari

Albay Abdulkerim Kirca 'nin intihari Turkiye'nin perisan halini de carpici bicimde yansitti..

Bir tarafta PKK cetesinin, PKK finansoru uyusturucu baronlarinin kan davasini suren yandaslarin, itirafci bir alcagin pesinde Turk Silahli Kuvvetlerine saldiri kampanyalari!..

Beri yanda ise…
Bir anda millici kesilen, Albay'in intiharini teessurle karsilamis havasinda, ona haksizlik yapildigi haberleri ile askere "biz sizden yanayiz haa!" mesaji vermeye calisanlarin timsah gozyaslari…

Kahir olan bu ikincilerdir!..
Ayni grubun icinde ayni patronun cebinden cikan para ile Turk askerine en agir saldirilari yapan mevkutelerde, devsirilmisler de onlardandir ama, Albayin arkasindan guya yas tutuyorlar!..
Neden?..
Cunku su malum sorusturma kapsaminda patronlarinin da kuyrugu sikismis durumda
Askerin operasyonlardan rahatsizligini kesfettiler ya!!.
Ters gaz verip "asker yanlisi"gorunecekler, operasyonlarin kendileri uzerinden gecmesini engelleyecekler, hesap bu!..

Albayin ardindan yaktiklari agit samimi degil..
Acin arsivlerini bakin, eskiyaya karsi canini disine takanlara aslinda nasil saldirdiklarini gorursunuz!..

Susurluk'ta cambaza bak diyenler

Cok yuksek rutbeli bir asker yetkiliden soyle bir yorum dinlemistim
"…istedigin kadar silah gucun olsun, medyanin etkisini elde edemezsin" Kendisine gelip ne kadar "vatansever" oldugunu anlatan ama sonra,
vatanin bagrina baltayi indirmekten cekinmeyen bir basin patronunu anlatiyordu ve "…adamin actigi tahribat cok buyuk
" demisti…
Dogrudur…
Vatandas, bir gazete, TV ablukasi altinda, cagdas efsunlanmanin mahkumudurKafalar bloke, dogrular, ne sunuluyorsa odur!..
Buna, "yonlendir-inandir-yonet" kolayligi deniyor…
Krallar, ahaliyi bloke edecek gardiyanlari da, gene ahalinin icerisinden secerler,secilmisleri devsirir, belli olcude zenginlestirir bunlari, icinden cikacaklari ahalinin aklini basindan almak uzere ehlilestirip (egiterek) onlari modern kirbaclariyla (kalem-klavye) piyasaya salarlar
Piramit boyle kurulur…
Hani biri yanilip da, ahaliye bu bozuk duzeni afise etmeye, anlatmaya yeltensin, yandi!..
Misal verelim…
Susurluk mersedesinden hesap sorulmasini, sistemli bir bicimde surduren guclerin ardindaki soyguncu sermayenin asla sorgulanamamasi ve hatta bunlarin, bu ulkeye demokrasi adina dusmus havariler olarak
kabul edilmes
i, iste o sozunu ettigimiz cagdas silahin, medya kusatmasinin sonucudur…

Ve tepe soyguncularin besledigi, gayretli yanasmalarin basarilari yuzundendir…
Iste bu ahval serait icerisinde…
En kirli iliskilerin dokudugu isgal ceteleri, ulkenin ayakta kalmaya
calisan son milli kalelerini dusurme gayreti icerisinde saldirmaktadirlar


-Diğer Alıntılar.-


Tuncay Güney'in babası MİT'çiymiş
http://www.toplumsalbilinc.org/forum/index.php?topic=3549.0
---------
Fatih'te Tarih Katlediliyor! SKANDAL!!!
http://www.toplumsalbilinc.org/forum/index.php?topic=1987.0
----------
F.Gülen, Tarikat ve Siyaset
http://www.toplumsalbilinc.org/forum/index.php?topic=1070.0
------------
ATATÜRK'E DECCAL DİYENLER
http://www.toplumsalbilinc.org/forum/index.php?topic=857.0
----------
Erhan Göksel’den şok iddia.
http://www.toplumsalbilinc.org/forum/index.php?topic=2072.0
---------
MASALLAR DİYARI,İLLUMİNATİ GERÇEĞİ/Tapınak Şövalyeleri
http://www.toplumsalbilinc.org/forum/index.php?topic=670.0
---------
ÇOK GİZLİ TUTULAN" FETHULLAH GÜLEN-SİYONİZM İLİŞKİSİ
http://www.toplumsalbilinc.org/forum/index.php?topic=3729.0
-----------
William Enghdal-Sihirbaz Soros Arkasindaki Gizli Finansal Sebeke-1
http://www.toplumsalbilinc.org/forum/index.php?topic=1498.0

-Alıntıdır.-
http://www.toplumsalbilinc.org/forum/index.php?topic=4471.0

Ünlü Türkologlar Falcı mıydı?

Ocak 23, 2009 - CUMHURİYET, EROL MANİSALI
Taa 1960’lı yılların sonunda Londra’da tanıdığım Türkolog ve Oriyantalist Dr. Andrew Mango yıllık Türkiye ziyaretlerinde bana da uğrardı.
1990’lı yılların başına kadar Kıbrıs’la ilgili olarak şöyle demişti:
Kıbrıs’ta statüko zamanla kemikleşecek ve adada iki devletli yapı, ileride de değişmeyecek.”
Dr. Mango 1990’lı yılların ortasından itibaren görüşlerini değiştirmeye başlamıştı. “Erol, artık farklı düşünüyorum, Kıbrıs’ta statüko değişecek”.

Mango ’yu yanıltan neydi? Sovyetler Birliği’nin dağılması sonucu ABD ve AB’nin Türkiye politikalarının bu kadar keskin değişeceğini görememiş miydi?

- AB konusunda ise benzer görüşleri eskiden de paylaşıyorduk;
AB’nin Türkiye’yi içine almadan ikinci bir halka içinde tutacağını” savunurdu. Onun “periferi” dediğine benim verdiğim ad, “arka bahçeydi”.

- “Periferi”den de öte Türkiye artık Batı tarafından çözüştürülerek denetim altına alınmak isteniyor.
Andrew Mango’nun “ikinci halkası” artık “parçalanmış ikinci çember” oluyordu. Ergenekon, bunun kavgası ve çatışması değil mi?

Amerika-İngiliz-İsrail üçlüsü, “Araplar, İran ve Türkiye’nin dışında kendi denetimleri altında bir Kürdistan istiyorlar artık.
Kuzey Irak’ta oluşturdukları ayağın Türkiye, Suriye ve İran’a uzatılarak bu ülkelerin denetim altına alınmaları, Büyük Ortadoğu Projesi’nin odak noktasını oluşturuyor.
İşte Andrew Mango ’yu da şaşırtan bu oldu.
ABD-İngiltere ve İsrail bu stratejik hedefe yönelik olarak Türkiye ve Kıbrıs politikalarını hızlı bir biçimde uygulamaya koydular.

- Kıbrıs’tan Türkiye’nin tasfiyesini, Denktaş’la başlattılar.
2002’de destekleyerek iktidara taşıdıkları AKP ile birlikte M. Ali Talat’ı da yönetime oturttular.

- AB süreci ile Türkiye’yi Brüksel’in güdümüne aldılar;
AB-IMF-AKP üçlüsü, Washington Uzlaşısı’nı, “Türkiye’yi açarak ve içini boşaltarak” yerine getirdiler.
Dr. Andrew Mango bile bu kadarını tahmin edememişti.
ABD’nin Yahudi kökenli stratejistleri BOP’ta, “ABD-İngiltere-İsrail stratejik ortaklığını” kurdular.

Kıbrıs’tan Türkiye’nin tasfiyesi, Barzani yönetiminin AKP tarafından meşrulaştırılması ve Türkiye içinde dinci ve Amerikancı bir yapılanmanın sağlanması BOP’ta, birbirlerini tamamlayan ayaklardır.

2009’da geldiğimiz bu noktanın ipuçları 1988 ve 1999’da düzenlediğim Uluslararası Girne Konferansları’nda yabancı bazı Türkolog ve Oriyantalistler tarafından söylenmeye başlamıştı bile…

Hangi ünlü Türkologlar?
1988 yılında Türkiye’nin Avrupa’daki Yeri (Turkey’s Place in Europe) ve 1989’da Türkiye’nin Ortadoğu’daki Yeri (Turkey’s Place in the Middle East) konferanslarını yaptık ve İngilizce kitaplar halinde yayımladık.

Çok ünlü Türkolog ve Oriyantalistler vardı;
İngiltere’den Geoffrey Lewis, Philip Robins, William Hale ve Andrew Mango; Almanya’dan Werner Gumpel ve ünlü Udo Steinbach, Fransa’dan Elizabeth Picard isimlerden sadece bazıları.
Kanada, İtalya ve Avustralya’dan bile bölge uzmanları katıldılar.

Türkologların ittifak halinde oldukları bir konu vardı:
Türkiye Avrupa’dan farklı bir kimliğe (aidiyete) sahiptir ve bu nedenle Avrupa’daki birliğin içinde yer almayacaktır” (*).

Türkiye’den katılan “Avrupacı ve Batıcı simalar” yabancı Türkologların bu görüşlerine çok şaşırmışlardı.
Bizim seçkinlerimiz bu hatayı zaten hep yaptılar.

Bu ünlü Türkologlar Ergenekon’un başımıza çökeceğinin ipuçlarını, sanki bir falcı gibi 20 yıl önce Girne’de söylemişlerdi.
(*) Askeri Darbeden Sivil Darbeye, Cumhuriyet Kitapları, Hayatım Avrupa, Üçüncü cilt, 2009

http://www.ilk-kursun.com/2009/01/23/unlu-turkologlar-falci-miydi/
-Alıntıdır.-