31 Temmuz 2008 Perşembe

Ermenici Taner Akçam'ı Tanıtayım!

1983'te Hürriyet Gazetesi'nde çalışmaya başlamıştım.

Bu arada, araştırma kitaplarım da yayımlanıyordu.

Taner Akçam, bana Almanya'dan mektup yazdı ve yardım istedi.

Almanya'da bir vakıfta araşıtrma bölümünde çalışıyormuş.

Diyorduki: 'Osmanlı arşivlerinde bulunan azınlıklarla ilgili belgelerin çevirilerini istiyorum.

Sen Osmanlıca okuyor imişsin.

Bana bu konuda yardım eder misin?'

Uzatmayalım, Cağaloğlu'nda bulunan Başbakanlık Arşivlerine girmiş,19. Yüzyıl'a ait bazı belgeleri bulmuş, Osmanlıca'dan bugünün diline çevirmiş, Taner Akçam'a göndermiştim....

Taner Akçam bugün, bir zamanlar küfrettiği Amerika'nın kollarında yaşıyor.

Minnesota Üniversitesi ona bilim adamı payesi bile vermiş ve kendisini tarih bölümünde öğretim üyesi yapmış.

Taner; tarih bilmez...

Suçladığı Türk milletinin son devleti Osmanlıların bıraktığı belgeleri okuyamaz.

Bu yüzden de Osmanlı Devleti zamanında soykırım olup olmadığını kaynaklara dayanarak inceleyemez.


10.11.2006

http://www.armenica.org/multimedia/video/img/akcam11.jpg


Ermenici Taner AkçamTanıtayım


-Rıza Zelyut-

Taner Akçam, çok sevdiğim yazar Dursun Akçam'ın oğludur. Öğretmen olan Dursun Akçam, 12 Eylül darbesinden sonra yurtdışına kaçmak zorunda kalmıştı. Onunla 1999'da, Hamburg'da evinde tanıştım. Müthiş birTürkiye özlemi içindeydi. Gurbet elde, sürgünde yaşamak onu bitirmişti. Dursun Akçam, beni Demokrat Gazetesi'ndeki yazılarımdan tanıyordu. Demokrat, 1980 öncesindeki solcu Devrimci Yolörgütünün çıkardığı bir günlük gazeteydi. Bu gazetede, Dursun Akçam'ın oğlu Taner Akçam da yazıyordu.

Taner Akçam, o zamanlar, ABD'yi yerden yere vuruyor; gençliği ve halkı ABD'ye karşı savaşa çağırıyordu.

Hatırladığım kadarıyla şimdi profesör unvanını almış olan Murat Belge de bu gazetede sol gözlükten bakarak antiemperyalist yazılar yazıyordu.

Bu iki isim şimdi eski yazdıklarını yalanlamakla ünlendiler.

YARDIM İSTİYOR

1983'te Hürriyet Gazetesi'nde çalışmayabaşlamıştım.
Bu arada,araştırma kitaplarım da yayımlanıyordu.
Taner Akçam, bana Almanya'dan mektup yazdı ve yardım istedi.
Almanya'da bir vakıfta araşıtrma bölümünde çalışıyormuş.
Diyorduki: 'Osmanlı arşivlerinde bulunanazınlıklarla ilgili belgelerin çevirilerini istiyorum. Sen Osmanlıca okuyor imişsin. Bana bu konuda yardım eder misin?'

Uzatmayalım, Cağaloğlu'nda bulunan Başbakanlık Arşivlerine girmiş,19. Yüzyıl'a ait bazı belgeleri bulmuş, Osmanlıca'dan bugünün diline çevirmiş, Taner Akçam'a göndermiştim. Onun, bu belgeleri kitaplaştıracağını tahmin edebiliyordum. Fakat günün birinde karşıma akademisyen kimliğiyle çıkacağını hiç ummuyordum.

Hem de Amerika'da, Minnesota Üniversitesi'nde...

http://www.voanews.com/turkish/images/Taner_Akcam_0.jpg


DIŞ GÜÇLERİN ELİNDE

Taner Akçam, bugün, 'Türkiye, Ermenilere soykırım uyguladı!' diye yazabilen bir insan.

Kars'tan yetişen bu kişiyi, gittiğimde, Karslılara sordum:

Kimse onu kendilerine yakıştıramıyor.

Hatta Akçam ailesi de Taner'e şiddetlekarşılar.

Ortak kanaat şu:

Taner Akçam, yurt dışına kaçtıktan sonra sol fikirleri terk etti ve böylece de emperyalizmin kucağına düştü.

Taner, zar zor yaşadığı Almanya'da, birdenbire önemli adam olduysa, iştebu, sola ihanetinden kaynaklanan bir durum.

Türkiye'yi kötülemek;
Ermeni soykırımcısıilan etmek;
yakasında Yahudi soykırımı rozetini taşıyan Almanya için de çok önemli.

Böylece, Almanya, dünyada ikinci bir ortak bulmuş olacak, biraz da onun arkasına gizlenecek...


http://www.chgs.umn.edu/histories/turkishArmenian/

ERMENİLERLE KOL KOLA

Taner Akçam bugün, bir zamanlar küfrettiği Amerika'nın kollarında yaşıyor.

Minnesota Üniversitesi ona bilim adamı payesi bile vermiş ve kendisini tarih bölümünde öğretim üyesi yapmış.

Taner; tarih bilmez...

Suçladığı Türk milletinin son devleti Osmanlıların bıraktığı belgeleri okuyamaz.

Bu yüzden de Osmanlı Devleti zamanında soykırım olup olmadığını kaynaklara dayanarak inceleyemez.

Fakat, kimse ondan böyle bilimsel çalışma istemiyor.

Ermeniler yazıyorlar, Taner'e veriyorlar; o da bunları kendi bilimsel eseriymiş gibi yeniden harmanlayıp piyasaya sunuyor.

Tıpkı romancı Elif Şafak 'ın Ermenici kesilmesi gibi...

İşte emperyalist batının üniversiteleri bu tür aydınları devşirir ve kendi toplumuna karşı kullanır.

Taner şu günlerde bizi Ermeni soykırımcısı gösteren yeni birkitap çıkartıyormuş.

Bu kitabın arkasında bizim Nobel ödüllü Orhan Pamuk 'un şu tanıtıcı yazısı bulunuyormuş:

'Bu kitap, hayatını, olayları tarihsel kayda geçirmeye adamış cesur bir Türk akademisyen tarafından yazılmış ve Osmanlı Ermenilerine yönelik organize yokedişin kusursuz bir muhasebesidir.'

Görüyorsunuz değil mi? Orhan'la Taner el ele...

Kim ki Türkleri, Ermeni soykırımcısı ilanederse, hemen ödüllendiriliyor.


Orhan Pamuk; Nobel'le...

Taner Akçam, Minnesota Üniversitesi'netaşınmakla...

Elif Şafak da Arizona Üniversitesi'nde öğretim görevlisi yapılmakla...

Rıza Zelyut

http://www.collectifvan.org/article.php?r=0&id=15268



http://www.acikistihbarat.com/Haberler.asp?haber=6061

-Alıntıdır.-

Konuyla İlgili Diğer Alıntılar:

AMERİKA’DAN BESLENEN SOYKIRIM YALANCISI ERMENİCİLER
http://sudakiates.blogspot.com/2008/08/turkish-scholars-friendly-to-genocide.html

ERMENİ SOYKIRIM MASALLARI ARKASINDAKİ İŞBİRLİKÇİLER
http://sudakiates.blogspot.com/2008/07/ermeni-soykirim-masali-iddalarinin-ve.html

ERMENI SOYKIRIM MASALLARI arkasındaki ISBIRLIKCILER


ANIMSAYALIM…

ASLA UNUTMAYALIM….

VE UNUTTURMAYALIM….

ASAGIDAKI YAZILAR,
SAYIN UMIT ZILELI 'NIN
'AYDIN IHANETI-ISBIRLIKCILER II' ADLI KITABINDAN ALINMISTIR….

'SOYKIRIM SALDIRISI BASLADI!'

Angela Merkel'i taniyorsunuz…
Alman Hiristiyan Demokrat Birligi (CDU) baskani…
Bizim acimizdan bir onemli ozelligi daha var; Merkel siki bir Turkiye karsiti!
Animsayacaksiniz, hanimefendi, 'imtiyazli ortaklik'onerisini acikca dile getiren ilk Avrupali lider olmustu.
Turkiye'nin Avrupa Birligi'ne uye degil, kole olmasini oneren bu 'ortaklik' sekli kisa surede onemli capta destek gordu.
Angela Merkel Hanim, bununla da yetinmedi.
Ana muhalefetteki Hiristiyan Demokrat Birlik, geçen hafta federal meclise bir onerge sundu.
Baslik soyle:'
24 Nisan 1915'te Ermeni surgunu ve katliaminin baslangicinin 90.yildonumunun anilmasi- Almanya, Turkler ile Ermeniler arasinda barisa katkida bulunmali.'
Baslik biraz uzun, ancak neyin hedeflendigini gayet guzel ortaya koyuyor!
Hedefin yalnizca 'Turkiye'nin AB uyeligini onlemek olmadigi, bir 'agir kusatma'nin sahneye konuldugu olanca acikligiyla siritiyor!
Onergenin ardindan ulusal ya da yerel neredeyse tum Alman gazetelerinin 'soykirim' yayimina baslamalari ve Orhan Pamuk'a ovgu yarisina girmeleri, bunun ne denli organize oldugunu gosteriyor!
Ancak iceridekilerle disaridakiler bir turlu sayi uzerinde anlasamiyorlar!
Orhan Pamuk, '1 milyon Ermeni olduruldu,' demisti.
Merkel ve arkadaslari '1.5 milyon uzerinde karar kildilar!
Artiran artirana!

O tarihteki nufus sayimlarinda tum Ermeni nufusunun 1 milyona bile ulasmadigi gercegi ise cop sepetine!!!

90.yil 'soykirim' oyununu tumuyle sahneye koymak icinse sadece iki ay kaldi!

***Ermeni soykirim masali yakin gecmiste Fransa Parlamentosu tarafindan kabul edilmis, bu karar karsi cikmak, soykiriminaksini savunmak bile suc kabul edilmisti.

Oyle ki; dunyaca unlu tarihci Bernard Lewis, 'boyle bir soykirim olmadigini, tarihin bilincli olarak tahrif edildigini' savundugu icin mahkum edilmisti!!!!

Pazar gunu Vatan gazetesinde, Fransa'nin mustakbel Cumhurbaskani Sarkozy'nin, 'Turkiye'ye karsiyim!
Cunku…' basligi altinda yer alan su cekincesine bakin:
'Turkiye nufus olarak 20 yilda Avrupa'nin en buyugu olacak. AB'de en onemli karar alici konumuna gelecek…'
Iste bu!

AB'nin iki buyugu Almanya ve Fransa'nin korkusu, Turkiye'nin karar alma mekanizmalarina ortak olmasi, hatta birincil konuma yukselmesi!

Bu nedenle de 'yilani daha buyumeden ezmek' en iyisi!!!
Onun icin 24 Nisan haftasiyla birlikte Turkiye'nin uzerine yonelecek Fransiz ve Alman destekli 'soykirim' saldirisina simdiden hazir olun!
Takiyye dustu kel gorundu!
Biz yazinca 'dinozor' oluyoruz, yabancilar yazinca manset oluyorlar!

Once Fransiz Le Figaro yazdi: '
Turkiye Islam'a kayiyor.'
Ortalik birbirine girdi.
Gazete gayet tutarli orneklerle Turkiye'nin bu iktidarin gudumunde dinci bir rejime dogru kaydigini anlatiyordu.
Ardindan bir sok yazi ABD'de patladi!

Middle East Quarterly dergisinde yazan ve Baskan Bush'a yakinligiyla bilinen Michael Rubin, AKP iktidarinini 'seffaf olmayan kaynak kullandigini' one surerek su suclamayi yapti:

'AKP'yi yesil sermaye besliyor!'

Rubin daha da ileri giderek, ic ve dis kaynakli sermayenin yakin gelecekte Turkiye'deki laik sistemi yontacagina isaret etti.
Rubin'in 'Basbakan Erdogan'in yakinindaki bazi kisilerin El Kaide ile baglantili sirketlerle iliksisi bulundugu' iddiasi ise bana neyi animsatti biliyor musunuz?
Tayip Bey'in, terorist listesinde ilk siralarda yer alan Gulbeddin Hikmetyar 'in dizi dibinde cektirdigi fotografi!!!

TARIHCI OLMAK KOLAY DEGIL

Washington Post 'a nicin icleniyoruz hic anlamadim?


Turkiye'yi yuzyilin 'soykirim listesi'nin basina koymuslar.
Koyarlar tabii!
Iceriden bu denli destek bulurlarsa nicin koymasinlar?!

Sabanci Univeristesi Ogretim Uyesi Prof. Halil Berktay 'in sozleri tek basina yeter de artar bile!


upload.wikimedia.org/.../9/9b/HalilBerktay.jpg

Berktay, 1915 olaylarini acikca 'Etnik Temizlik' olarak gordugunu soyluyor.
Gelin tarihci Berktay 'in Milliyet gazetesinde yer alan ve tarihciye hic yakismayacak sigliktaki soylesini inceleyelim:
Berktay daha soylesinin basinda, Osmanli'nin ruh halini incelerken onyargisini yapistiriyor:
'…Kendisini hep mazlum ve kurban goren cok ofkeli ve patlamaya hazir olan bir Turk milliyetciligi olustu. 1912-13 Balkan savaslari bu acidan bir donum noktasi oldu…'
Berktay, daha 1. Dunya Savasi baslamadan Yunanlilara, Rumlara yonelik etnik temizlik basladigini, 100 bine yakin Rum'un burunlari kanamadan Yunanistan'a gittiklerini Halil Mentese'nin anilarina dayanarak anlatiyor.

Sonra da, Izmir'de de benzer seyler oldugunu belirterek, bir tarihciye hic yakismayacak su saptamayi yapiyor:

Bu olaylar Ermeni katliamlarinin silahsiz provasidir. O sirada Ermeni tehciri planlanmisti demiyorum, ama sonuc olarak boyle bir tecrube vardi…'
Gordunuz mu tarihciyi !!!!
Neresinden tutsak acaba?

Sabancı Üniversitesi Öğretim Üyesi Tarihçi Halil Berktay


Tarihci Berktay, Balkan harbinden soz ediyor, ama yasanan trajediden tek kelimeyle olsun bahsetmiyor.

Neşe Düzel-Halil Berktay

http://www.populertarih.com/inonu-darbe-basbakani-olmayi-reddetti/

(Siteyi, dikkatle inceleyin!)

Balkanlar'da 1 milyonun uzerinde Turk ve Musluman ahalinin katledildigini ve goce zorlandigini gormezden geliyor.
Amerikali nufus tarihi uzmani Prof. Justin McCarthy'nin, '1912-1922 tarihleri arasinda Anadolu'da savas ve catismalarda 2 milyon 462 bin Musluman, 584 bin Ermeni olmustur' saptamasini ise hatirina bile getirmiyor!

Ama tarihci Berktay, Izmir'de yasanan goc olaylari icin 'Ermeni katliamlarinin silahsiz provasidir' yargisini kullanmaktan zerre kadar cekinmiyor!!!

Tarihcinin kaynagi roman olunca!

Devam edelim; tarihcimiz, 'tehcir emri'nin yalnizca Dogu Anadolu'daki savas bolgesiyle sinirli olmadigini, Iznik, Izmit ve Corlu'dan da alinanlar oldugunu iddia ediyor.

Buradaki anahtar cumle 'alinanlar'!
Ustelik eksik soyluyor.
Istanbul'dan da alinanlar da olmustu!

Yaklasik 200 kadar Ermeni 'bagimsiz Ermeni devleti kurmak icin dogudaki olaylari kiskirtmak,' sucundan gozlem altina alinmisti.


Eger Berktay 'in iddia ettigi bir soykirim olsaydi, Orta ve Bati Anadolu'da yasayan Ermeniler arasindan secmece 'alinanlar' mi olurdu, yoksa tumu tehcir mi edilirdi?
Ayrica Ittihat ve Terakki icinde yuksek konumlarda bulunan ya da Istanbul'da yasayan Ermeniler'e yonelik 'emir' olmaz miydi?!...
Tarihci Berktay, Ittihatcilarin kurdugu Teskilat-i Mahsusa 'nin 'Ermeni Soykirimi'nda basrolu oynadigini ispatlamak icin de bakin ne diyor:

'Kemal Tahir, Kurt Kanunu romaninda Teşkilat-i Mahsusa fedailerinin 'Sari Pasa'yi yani Mustafa Kemal'i oldurmelerine nasil ramak kaldigini anlatir.'
Iste tarihcinin sarsilmaz kaynagi!


Berktay, katliamin yapildigina baslica delil olarak ise Talat Pasa'nin Diyarbakir Valisi'ne cektigi, 'Ermenilere yonelik tedbirlerin asla diger insanlara uygulanmamasi' yolundaki telgrafini gosteriyor.
Yargisi da su: 'Talat, tedbir derken dolambacli yoldan' diger Hristiyanlara dokunmayin, Ermenilere bildiginizi yapmaya devam edin' demeye getiriyor…'
Pes dogrusu!

Berktay, uc sozcukle gecistirdigi 'Gizli emirler var' iddiasini ise nedense orneklemiyor!

Asil vahim noktaya gelelim; Berktay, 'butun ulus devletlerinin olusumunda acili ve karanlik sayfalar oldugunu' soyluyor.

Ermeni olaylari, Kurtulus Savasi'nini baslamasindan 5, Turkiye Cumhuriyeti'nin kurulusundan 8 yil once meydana gelmisti.

Tarihcimiz, hic utanmadan Kurtulus Savasi'ni yoneten Mustafa Kemal'e, idam hukumlusu oldugu, isgal altşndaki Istanbul'da Divan-i Harp'te ifade verdirip, 'Ermeni katliami yapildi' laflarini soyleten bazi Batili yazarlar gibi!!!

Artik basladi; 'Turkiye uzuntusunu aciklasin, yeter' baskilari artarak surecek.
Ozellikle iceriye dikkat; yakinda soyle basliklar gorurseniz hic sasirmayin:
'Bir ozurden ne cikar!


'YAZAR VE HOCANIN 'ULUSALCI' KORKUSU!
İki saldiri ayni anda yankilandi…
Orhan Pamuk 'la baslayalim.

Aslina bakarsaniz, iki Orhan Pamuk'tan soz etmek gerek;
Nobel oncesi ve Nobel sonrasi Orhan Pamuk
-Nobel oncesinde, 1 milyon Ermeni ve 30 bin Kürt'un katledildigini soyleyen ve batidan kocaman bir 'aferin' alan bir Pamuk vardi ortada.
Bir Isvec gazetesine yapilan bu aciklamanin ardindan bir sessizlik surecine girdi unlu yazar. Nobel oncesinde bu kez Islamcilari hedef alan aciklamasini saymazsak!
Ama olmadi, olamadi!
Orhan Pamuk Nobel odulunu alamadi.
Isvec'te yasayan Demir Ozlu'nun soyledigine gore Pamuk aslinda aday bile olamadi! Ingiliz Observer gazetesinde cikan 'Pamuk Nobel jurisini boldu' haberi de, bizim medyada yer alan odulu kazanan Harold Pinter, Pamuk'un hakkiydi dedi' haberleri de kocaman birer uydurmaydi!


Neyse, odul telasi bitince bu kez bambaska bir Pamuk cikiverdi ortaya…

Artik sevilmek istedigini soyleyen, Turk halkinda derin izler birakan sozleri icin, 'Ben oyle demedim, olenlerin icinde sehit olan guvenlik gucleri de vardi,' diyen ancak PKK'lilara terorist degil 'gerilla' sifatini yakistirmakta beis gormeyen bir Orhan Pamuk!

Bundan da tatmin olmamis gerek, bu kez Aksam gazetesinde Serdar Turgut'a icini doktu, 'insan yanlarini' anlatti…
Ancak bu kez de Turgut Ozakman 'in Su Cilgin Turkler kitabini elestirip 'Mazlum edebiyati yapiyor. Ataturk kitapta bir ulusalci gibi nutuklar atiyor.' dedi.

Pes dogrusu, Ataturk'un binlerce demecini, hakkinda yazilan binlerce kitabi bir cirpida silip, ulusalci olmadigini soyleyebilmek gercekten buyuk curet!

Pamuk'a tesekkur etmek gerek; neyin dogru, neyin yanlis oldugunu anlamak icin gercek bir pusula!

***Gorunen o ki, 'dipten gelen dalga' birilerini fena halde rahatsiz etmis durumda!
Oyle olmasa koskoca Fethullah Efendi, ta okyanusun obur ucundan, memleketi ABD'den fetva verir miydi?!

Garibime giden, boylesine onemli bir aciklamayi nicin imzasiz bir soylesi araciligi ile yaptigi! Kapak olmasi gerekmez miydi?
Fethullah Efendi soyle buyurmus:'Ulusalci dalgayi asariz!'


Bakin su ise!
Nasil tanimlamali; 'korku daglari bekler' yerinde bir deyim mi acaba?

Soranin kim oldugu belli olmayan 'paslasma', pardon soylesideki soruya dikkat:'

Son yillarda Turkiye'nin dunya ile butunlesmesi, bu arada direnc noktalarinin da olusmasi konusunda yorumunuz nedir?'

Yaa, Turkiye dunya ile butunlesirken bazi direnc noktalari olusuyormus!
Bu pasa yanit ne olmus peki?

Fethullah Efendi uzun uzun kuresellesme ile kucaklasmanin erdemlerini sayip doktukten sonra, bu 'soylesinin' yapilmasina neden olan konuyu aciklamis:
'Olseler bir araya gelemeyecek kimseler ulusal cephe adi altinda suni kitlesel bir kitlesel dalga olusturmaya calisiyor…Gercekten her soz ve hareketleri igreti duruyor. Elbette daha derinde milletin ruhunu ve temel dinamiklerini orselemeye yonelik cabalar da var…Ulusal cephe adi altinda olusturulmaya calisilan dalganin sinirlari belli degil…Kemiksiz, kimliksiz ve hedefsiz bir dalga. Her acidan manipulatif bir organizasyon oldugu belli…'

Bravo, Condolizza Rice bile bu kadarini beceremezdi!

Aslinda ben su 'asariz' sozune pek takildim; siz kimsiniz, ulusalci dalgayi kimlerle birlikte 'elele' asiyorsunuz?

Bunlarin yaniti yok.

Ama baksa bir sey acikca goruluyor.
Korku!

Dipten gelen dalga o denli urkutuyor ki; ABD'ye siginmis bir cemaat hocasiya, Bati'nin ustune titredigi bir roman yazarini ayni noktada kucaklastiriyor!

Ulusalcilarin dogru yolda olduklarini anlamalari icin muhtesem bir isaret…

O halde?
O halde tum gucumuzle devam!



ATATURK'U YOK ETMEK!!!

Tarih, çok ciddi bir istir…


Tarihi, bir sure tahrif edebilir, toplumlari belli bir sure kandirabilirsiniz, ancak gercek bir gun mutlaka, hem de kanitlariyla ortaya konur.


Tipki bizim bu ulkede yasadigimiz gibi…

Cumhuriyeti icine bir turlu bir turlu sindiremeyenler, 'resmi tarih' diye karaladiklari yakin tarihimize hep saldirdilar.
Oylesine gozleri kararmisti ki, hedef sectikleri tarihi gercekleri ve kisilikleri karalamak icin tarihi tersyuz etmeyi bile goze aldilar.

Son gunlerde ise, bu gune dek cesaret edemedikleri hedefe yoneldiler…

Dincilerin, Kurtculerle, neoliberallerle ve o kanattan birtakim 'bilim adamlari' ile el ele baslattigi yeni 'kampanya'dan soz ediyorum…

Bu akillara durgunluk veren kampanyanin icerigi eski aslinda; Canakkale Savasini yok sayma, Kurtulus Savasi'ni kucumseme, Aydinlanma Devrimi'ni karalama, '70 yillik zulum' gibi yalan dolanlar, uzun yillardir her turlu bilimsel temelden yoksun bir sekilde malum kesimler tarafindan topluma yedirilmeye calisiliyordu.

Sevgili Turgut Ozakman, Vahdettin, Mustafa Kemal ve Milli Mucadele-Yalanlar, Yanlislar, Yutturmacalar isimli muhtesem eserinde tum gercekleri bu kimligi belli zevatin yuzune tokat gibi carpmisti!

Ayni cevreler, ortami 'uygun' bulmus olacak ki, halkayi tamamlayacak son atagi baslatti.

Yeni kampanyanin hedefi cok acik:-Mustafa Kemal'i yok saymak, Atatürk'ü yok etmek!!!

Ornek cok, saymakla bitmez…

Ben, son gunlerde art arda gelen uc saldiridan soz edecegim:

- Zonguldak'ta parlak ogrencilerin okudugu Hasan Âli Yucel llkogretim Okulu'nda Mehmet Akif Ersoy Vakfi marifetiyle dagitilan romanda, Kurtulus Savasi, Mustafa Kemal'in adi dahi anilmadan anlatiliyordu!

Turk ulusuna bir vatan armagan eden kahramanlara akil almaz hakaretler ediliyor, Aydinlanma ve Ataturk devrimleri de 'Islamiyet'i ortadan kaldirmaya yonelik' uygulamalar olarak gosteriliyordu.

Bu devrimler oylesine dusmancaydi ki, Kuran dili olan arapca'yi bile yasaklamis, ezani Turkcelestirmisti!

Valilik, once bir komisyon kurdurdu.

Tarih ve edebiyat hocalarindan kurulu komisyorn, verdigi raporda herhangi bir gariplik bulunmadigini bildirdi!

Vali yine de savciliga suc duyurusunda bulundu…

Diyarbakir'da Kurd-Der onculugunde Seyh Said icin anma toreni duzenlendi.

Kurtce 'Sehitler olmez' sloganlari atilan mitingde konusma yapan Kurd-Der Genel Baskani Ibrahim Guclu, Mustafa Kemal Ataturk'u agir bir dille elestirdi ve Istiklal Mahkemesi kararlarinin hukuki olmadigini one surdu.
Peki, kimdi bu 'olmeyen sehit' Said?

1925 yilinda, zamaninin en buyuk emperyalisti Ingiltere'nin desteginde Guneydogu'ya cikarilan irticaci-ayrilikci isyanin elebasisiydi.

Bu isyanin Turkiye Cumhuriyeti'ne bedeli agir oldu.

Turkiye bu yuzden Misakimilli sinirlari icinde saydigi Musul'u kaybetti.

Ingiltere'nin istedigi de buydu zaten!

Seyh Said isyani sonuna dek, sapina dek hain bir isyandi.


Bir İngiliz kuklasini 'sehit' mertebesine yukseltenler, zahmet edip arsivlere baksalar, ihanetin hicbir kuskuya yer birakmayan belgelerini goreceklerdi.

Ama maksat baksa tabii!

Ilginc karakterler kosesi! www.beybun.com/haberresim/Neşe%20Düzel.jpg

bu siteyi iyi inceleyin!)

Nese Duzel, Radikal gazetesinde gerceklestirdigi 'ilginc' ve bir o kadar da tartismali soylesileriyle taninir.

Mehmet Altan_Neşe Düzel

http://www.rizgari.com/modules.php?name=News&file=article&sid=9333

(bu siteyi, iyi inceleyin!)

Bir ornek vermek gerekirse, 'Ermeni meselesi' bicilmis kaftandir.

Haftalar boyu bu meselenin tam anlamiyla bir 'soykirim' oldugunu, Erivan'daki Tansak tarihcilerinden ya da Ermeni diasporasindan daha sevkle savunan Turk kimlikli kim varsa bu soylesi kosesine konuk oldu.



Hele biri var ki, muthisti; yillardir Avrupa ve ABD'de tipki bir Ermeni tarihcisi gibi calisan Taner Akcam!
Akcam o soyleside ipin ucunu iyice kacirip, Ataturk'un 1915 yilinda Halep'te kaldigi otelde, Ittihat ve Terakki'nin taninmis isimlerinden birine 'Biz burada savasiyoruz, siz Anadolu'da Ermenileri katlediyorsunuz' diye bagirdigini iddia etti.

Evet, Mustafa Kemal gercekten de Halep'te o otelde kalmisti, ama Taner Akcam'in hic sikilmadan ileri surdugu gibi 1915'te degil, Yildirimlar Ordusu Komutani olarak, tam uc yil sonra, 1918'de!

Iste Nese Duzel 'in kosesi bu turden 'ilginc' karakterleri konuk etmekle unlu…

http://www.armenica.org/multimedia/video/img/akcam11.jpg

(Bu siteyi iyi inceleyin!)

Nese Duzel kisa bir sure once 'eksantrik' bir kisiyi konuk etti soylesi kosesinde.

Neşe Düzel_Prof. Ergun Özbudun!

http://www.radikal.com.tr/index.php?tarih=06/08/2007



Bilgi Universitesi Ogretim Uyesi Docent Aykut Kansu, yakin tarihi kokunden degistirecek, bu konuda yazilmis binlerce yerli, yabanci tarih kitabini cope attiracak muthis tezlerini acikladi!

Basliklar halinde siralayalim:

- Ataturk TBMM'yi kapatacakti, ama Kazim Karabekir 'Ben Ankara'ya gelir acarim' deyince yapamadi….

-Ataturk Batili kiyafetin ve modernizmin aleyhindeydi.

-Ataturk, devrimleri Ittihatcilardan korktugu icin yapmak zorunda kaldi…

-Zaten bu devrimler Ittihatcilarin baslattigi ya da baslatmak uzere oldugu devrimlerdi, asil devrimciler Ittihatcilerdi…

-1923, ozgurluklerden, Meclis ustunlugunden geri donustur…Rejim aslinda 1923'te degil, 1908'te degisti…

Ve daha neler neler…

Peki, boylesine yasamsal bir konuda, gun yuzu gormemis iddialar one suren bu 'tarihci', 'iddialari ile ilgili en ufak bir belge, bir dipnot, guvenilir bir tanik gosterdi mi?

Tabii ki hayir!

Nese Duzel 'in kosesinde o tur fazlaliklara yer yoktur!

Daha sonra, yapilmis 'yanlisliklar, soylenmis 'yalanlar' ve 'yutturmacalar' icin konulan karinca duasi buyuklugunde zorunlu dip notlar vardir!

Yalanin da Bir Omru Var!

O soylesinin sunus yazisinda Nese Duzel, soyle diyordu:

'Ne kadar baski yaparsaniz yapin yalanin da bir omru var. Omur tamamlandiginda, nasil oldugunu hic anlamadan toplum gercegi merak etmeye basliyor. Yalanlar tartisma masasina yatiriliyor…

'Nese Duzel, cok ama cok hakli!

Yalanlar, yutturmacalar bir gun mutlaka masaya yatiriliyor.

Biz de, tek bir kaynak gostermeden esip savuran tarihci Aykut Kansu'nun ileri surdugu tezleri masaya yatiralim…

Tarihci Kansu daha soylesinin basinda diyor ki:

'Bize 1908, Ikinci Mesrutiyet'in ilani diye anlatiliyor. Yeni bir devrin acildigi, Turkiye'nin anayasal duzeninin kuruldugu, ekonomi ve sosyal politikalarin liberallestigi anlatilmiyor. Cunku aslinda 1923, butun bu ozguluklarden, parlamento ustunlugunden bir geriye donustur.'

Mantiga bakin!

Kansu 'nun 'ozgurluk ve parlamento ustunlugu' dedigi doneme kisaca bir goz atalim:

Meclis-i Mebusan 1918'e kadar Ittihat ve Terakki'nin tam bir ablukasi altindadir.

Ozellikle Babâili baskinindan sonra tam anlamiyla bir baski rejimi kurulmustur.

Muhalefet susturulmus, siyasi suikastler donemi acilmistir.

Tarihci Kansu da bunu hemen alt satirlarda itiraf ediyor, daha biraz once soylediklerinden keskin bir donus yaparak '1914-18'de liberal niyetlerden sapmis bir iktidar doneminden' soz ediyor!

Hani parlamento ustunlugu, nerde ozgurlukler!

Devam edelim:

Meclis-i Mebusan Ittihatcilarin kontrolunden cikar cikmaz bu kez firsati ele geciren padisah tarafindan kapatiliyor.

Tarih 21 Kasim 1918. Meclis 12 Ocak 1920'ye kadar kapali kaliyor.

Sonra ne oluyor?

Istanbul Ingilizler tarafindan 16 Mart 1920'de isgal ediliyor ve iki gun sonra Meclis-i Mebusan sizlere omur!

Zaten milletvekillerinden bir bolumu de Malta'ya suruluyor.

Bir bolumu ise Ankara'ya gidiyor. 23 Nisan 1920'de kurulacak olan Turkiye Buyuk Millet meclisi'ne katilmak uzere…

Kansu'nun ozgurlık yillari, parlamentornun üstünlügü diye kutsadigi yillar, bir imparatorlugun coktugu, ekonomisinin Duyun-u Umumiye ve Reji Idaresi'nin ellerine terk edildigi, milli siyasetinin Alman ve Ingiliz emperyalizminin emir ve komutasina verildigi, meclisin ise yalnizca gorunurde var oldugu, neredeyse somurge yillaridir.

Bakin, isbirlikci Refii Cevat Ulunay, 13 Nisan 1920'de Alemdar gazetesinde ne diyor:

'Mebusan Meclisi, Layik oldugu akibete ugradi. Nihayet gittiler, ugurlar olsun!'

Bu satirlar yazilirken, İstanbul sokaklari isgalci Ingiliz, Fransiz, Habes askerleri tarafindan cigneniyordu.

28 Mayis 1920 'de ise ihanetin odagi Peyam-i Sabah gazetesinde Ali Kemal isimli isbirlikci Ankara'da kurulan Meclis'i kastederek soyle yaziyor:

'Buyuk Millet Meclisi, kucuk heriflerin eseridir.'

Tam da bu siralarda Yunan isgali Bati Anadolu ve Trakya'da olanca vahseti ile suruyordu.

Su satirlar 13 Agustos 1920 tarihli Edirne Te'min gazetesinden:

'Dun ogleden sonra saat beste, Genel Vali Beyefendi, Yunanli generaller, askeri ve mulki ileri gelenler ve Metropolit Efendi hazretleri, Selimiye Camii'ni sereflendirmisler ve Muftu Hilmi Efendi ve yanindakiler tarafindan karsilanmislardir. Hurriyet ve adaletin saygideger temsilcisi olan Basvekil Venizelos hazretlerinin sagligi icin Muftu Efendi tarafindan guzel bir dua okunmus ve hazir bulunanlar sukran duygularini belirterek duaya katilmislardir….'


Nasil, begendiniz mi ozgurlukcu donemi?....

Anladiniz mi parlamentonun ustunlugunu!

Tarihci Aykut Kansu' nun '1923, butun bu ozgurluklerden, parlamentonun ustunlugunden bir geriye donustur' dedigi donem budur iste!!!

Goruyorsunuz, tarihci Kansu ve onun gibilere verilecek yanitlar bitmiyor.

Kisa yoldan biryakim ic ve dis cevrelerin gozune girebilmek ugruna bilim adami sifatini bile hovardaca harcayanlar, bu islerin bu denli ucuz olmadigini bilmeli, ogrenmeliler….

Tarih Affetmez

Tarihci Aykut Kansu 'nun yakin tarih, Ataturk, Ittihatcilar ve Turk devrimleri uzerine 'akil almaz' tezlerini yanitlamaya devam edelim...

Su sozler Kansu'ya ait:

'Kazim Karabekir'le Ataturk, 1920'lerde ters dusuyorlar. Ataturk'un cok sikistigi anda meclisi kapatma gibi bir fikri var. Bunu ancak Karabekir ve Inonu gibi generallerin onayiyla yapabilir. Inonu lastikli bir cevap veriyor. Karabekir ise, 'Meclis kapatilirsa, ben Ankara'ya gelir acarim' diyor. Ataturk meclisi kapatamiyor…

Insaf sozcugu bile hafif kaliyor degil mi?

Simdi, bilim adami sifati tasiyan, etik degerlere inanan bir tarihci, boylesine olaganustu bir iddiayi, siki bir kaynakla, kimsenin karsi cikamayacagi bir belgeyle percinler degil mi?

Ama hayir, tarihci Kansu'nun boyle bir derdi yok !

Ataturk Meclis'i ne zaman kapamak istemis, Inonu ne tur bir 'lastikli cevap' vermis, Karabekir, 'gelir meclisi acarim' lafini hangi tarihte nerede soylemis, bilmiyoruz!

1920'de Istanbul'un isgali ve Meclis-i Mebusan'in kapatilmasi uzerine olaganustu bir gayretle TBMM'yi kuran, onde gelen mebuslarin Ingiliz isgalciler tarafindan tutuklanmasina misilleme olarak Anadolu'da Ingiliz subaylarini tutuklatan, Kurtulus Savasi'nin en riskli devrelerinde dahil Meclis'in kararlarini one cikaran, kendisini kurdugu Meclis'ten dislamak icin 'milletvekili oldugu bolgede en az 5 yil ikamet gerekir' seklinde onerge veren, Avrupa'da fasizmin yildizinin giderek parladigi yillarda, demokrasinin giderek gozden dustugu 1930'da Serbest Firka'nin kurulmasini saglayip cok partili rejime gecmek isteyen Mustafa Kemal mi TBMM'yi kapatmak istemis?!

Tarihci Kansu bunu ispatlamak zorundadir.

Karabekir'in ve Inonu'nın de sozlerini ispatlamak zorunda oldugu gibi…

- Yoksa tarihci sifati, iftiraci sozcuguyle yer degistirir!

Ittihatcilari pek sevdigi gorulen, Kazim Karabekir'i de bizim bilmedigimiz laflari ettigini bilecek kadar yakindan tanidigi anlasilan tarihci Kansu'nun, Karabekir'in Istiklal Harbimizde Enver Pasa ve Ittihat ve Terakki Erkâni kitabini da mutlaka bilmesi gerekir.

Kitabin arka kapaginda soyle yaziyor:

- 1920-23 yillarini kapsayan bu degerli anilar, Enver Pasa yandaslarinin Kurtulus Savasi'ndaki olumsuz etkilerini anlatmaktadir…

Simdi, bu kitabin 11. sayfasinda Karabekir ile Enver Paşa'nın amcasi Halil Pasa arasinda gecen bir konusma yer aliyor.

Karabekir'in agzindan aktaralim:

'Halil Pasa'nin memleketimiz hakkindaki fikri tehlikeli bir dusunce mahsulu. Diyor ki: 'Itilaf devletleriyle ugrasmak imkani yoktur. Sark (dogu) vilayetlerinde beyhude ugrasacaginiza garpta (batida) kac vilayet vereceklerse oraya toplanip tutunmaya bakin.' Ben bu fikrin pek sakat oldugunu kendisine izahla ikna ettim: Sarktan cozuldukten sonra garbin neresinde tutunmak imkani vardir…Sakin Ittihatcilar bu fikrin hadimi olmasin. Anadolu'yu Endulus'un ikinci bir nushasi yapasiniz.'

Iste tarihci, Kansu ' nun ozgurlukcu, devrimlerin baslaticisi, yeni duzenin mimari diye sundugu ittihatcilarin Anadolu ve Kurtulus Savasi uzerine dusunceleri bunlardi:

-Emperyalistlerin bahsedecegi birkac bati vilayetinde toplanip, tutunmaya calismak!

***Tarihci Kansu, rejim degisikligini de bizlere 1923 olarak anlatildigini, halbuki bunun aslinda 1908'de oldugunu soyluyor!

1908-1922 arasinda Mutlakiyetci Monarsi degil, Mesruti Monarsi yasadigini, basinda da, ha cumhurbaskani, ha padisah olmus hic fark etmeyecegini isaret ediyor!


Tarihci Kansu 'nun yere goge sigdiramadigi 'ozgurlukcu ve parlamento ustunlugune' dayanan bir donem olarak kutsadigi 1908-1922 doneminin nasil curumus, nasil gostermelik, hicbir islevinin olmadigi, devletin ekonomisinin Duyun-i Umumiye ile Reji idaresinin elinde, milli siyasetin de emperyalislerin tekelinde oldugunu bu yazinin basinda anlatmistim.

Tarihci Aykut Kansu'a gore, 1923 iste bu ozgurluklerden ve parlamento ustunlugunden geri donusu simgeliyor!!!

- Kusura bakmasin ama buna tarihcilik degil, olsa olsa mandacilik denir!

Tarih bunu affetmez!

O kadar ucuz degil!

Sira geldi, tarihci Aykut Kansu'nun en can alici konuda, Turk devrimleri ve Mustafa Kemal Ataturk hakkinda soylediklerine

Tarihci Kansu, 1923'e karsi o denli ofkeli ki, hirsini bir turlu alamiyor.

Donuyor, dolasiyor, cumhuriyetin kurulusuna yukleniyor.

Ama, Allah'tan Ittihatcilar var!

Bakin ne diyor tarihci Kansu : ' Cok daha aciktan bir askeri diktatorlık kurulabilecekken, isin cok sakata gitmesinin onlenmesinde ittihatcilerin cok buyuk rolu var.'

Gordunuz mu, tarihci konusmasini; islerin sakata gitmesini Ittihatciler onlemis!

Tarihci Kansu' nun, Ataturk'un modernizmin aleyhinde oldugu, Batili kilik kiyafete karsi oldugu yolundaki carpitmalarina yalnizca Ataturk'un binlerce fotografi ile yanit vermek yeterli aslinda

Ancak Ataturk'un 1920-23 arasinda TBMM'de bu yonde konusmalari oldugu yolundaki iddiasini da kaynak gostererek ispatlamak zorundadir Kansu.

Ozellikle 'Turklere yakisan kiyafet bu degildir' diye modern Batili seklinde giyinenleri suclayan, aleyhte konusmalari nerede, ne zaman yaptigini belirtmelidir.

Ben, tesettür, fes gibi giysiler aleyhine konusmalarini biliyorum.

Kansu 'nun iddia ettigi modernizmin aleyhine konusmalarini ise hic bilmiyorum.

Ama bir seyin fena halde farkindayim:

Verdigim tum yanitlarda, dayandigim kaynaklari, belgeleri bir bir acikliyorum ve ben tarihci degilim.

Aykut Kansu, iddialari, tezleri ile ilgili bir tek kaynak ya da belge aciklamiyor ama sifati tarihci!

- Gulmeyin!

Sosyal ve ekonomik alanda cok muhafazakar ve otoriter olan Ataturk'u modernizm noktasina getirenlerin Itihatcilar oldugunu soyluyor Kansu.

Onlarin silahlarini elinden almak ve Ittihatci muhalefeti susturmak icin devrimleri yaptigini soyleyecek kadar ileri gidiyor.

Ayni Kansu, birkac satir yukarisinda Itihatcilarin orgutlenmesinin engellendigini, 1925'teki Takriri Sukun Yasasi ve 1926 'daki Izmir Suikasti sonrasi kurulan Istiklal Mahkemeleri yoluyla Ittihatcilerin isinin bitirildigini soyluyor!

Ataturk, tasfiyeyi yaptiysa nicin Ittihatci korkusuyla devrimleri yapsin?!

Insanda gercekten biraz sikilma olur; Latin alfabesi, medeni kanun, aile hukuku, kadin haklari, kadinlarin ogretmen olmasi, is hayatina girmesi hep Ittihatcilerin baslattigi ya da baslatmak uzere oldugu projelermis!!!

O yuzden, ulkenin ilk musluman kadin tiyatro sanatcisi Afife Jale sahneden yaka paca indirilmis, olmadik eziyete maruz kalmisti degil mi?

Bu sacmaliga, sevgili Isik Kansu'nun Cumhuriyet gazetesindeki Ankara kulisi kosesinden konuyla ilgili yazdigi yazidan bir alintiyla yanit verelim:

'Tarihci Kansu boyle tuttururken Ataturk'un 'Cumhuriyetin ilan edilecegine, padisah ve hanedanligin, tesetturun ve fesin kaldiralacagina, sapka giyilecegine, Latin harflerinin kullanilacagina iliksin' dusuncelerini devrimlerden ve kurtulustan yillar once, 7-8 Temmuz 1919 gecesi tarihci Aykut'un dedesi Nafi Atuf Kansu'nun hala torunu Mazhar Müfit Kansu'ya yazdirmis oldugunu da gormezden geliyor!

(Tarihci Aykut'a git de bak notu: Mazhar Müfit Kansu, Erzurum'dan Ölümüne Kadar Atatürk'le Beraber, 1. cilt, Turk Tarih Kurumu, 3. Baski, 1988)

Iste bu kadar!

Tarihci Aykut Kansu ve onun gibiler iyice anlamali ki; tek bir kaynak ya da belge gostermeden tarihi tahrif etmek o kadar kolay, o kadar ucuz degildir!

Bu ulkenin emperyalizme baskaldirisi ve yillar suren Kurtulus Savasi'na, o savastan sonra kurulan cumhuriyete ve Turk insanina 'kul degil, insan olmanin' onunu acan Turk devrimlerine ahlak ve terbiyeden yoksun bir seklilde saldirmak da o denli ucuz degildir

Aykut Kansu ve onun gibiler once bu gercegi ogrenmeli, sonra da gercek tarihi hazmetmeyi ogrenmelidir!

SU CILGIN TURKLER!

Hic, 688 sayfa boyunca gozlerinizin surekli doldugu oldu mu?...

Hic, bir kitap boyu aciyi, kederi, gururu ve zaferi akil almaz med cezirler arasinda adeta yasadiginiz oldu mu?...

Hic, hickiriklarinizdan ovunc duydugunuz oldu mu?...

Benim oldu!

Elleri opulesi Turgut Ozakman 'in Su Cilgin Turkler kitabini okurken; baskaldiran, inanilmaz bir savasi aklin alamayacagi bir azim ve kararlilikla kazanan ve emperyalizmi topraklarindan def eden bir milletin cocugu olmaktan bir kez daha gurur duydum.

Mazlum milletlere mesale olmus, bir millete bagimsizligini ve haysiyetini kazandirmis, bugun yok sayilmaya calisilan o muthis var olus kavgasini ve Mustafa kemal'in askerlerini bir kez daha minnetle, saygiyla andim…

Kitabin tumunu bu koseye almak isterdim, ancak birkac kucuk bolumle yetinecegim icin cok ama cok uzgunum…

***'Turk kuvvetlerinin Kars'i Ermenilerden geri almasini elestiren yazisindan beri haklin bir Ermeni adi olan Artin'i ekleyerek Artin Kemal diye andigi, yazar Ali Kemal, Peyam-i Sabah gazetesindeki odasinda ortagi ermeni Mihran ve misafirleriyle cene caliyordu:

'Haydutlarin isi gucu savas…Ellerinde derme catma bir ordu, bir kac tane de duzme kahraman, dovusup duruyorlar. Hukumet olcmus, bicmis, uygun gormus, Sevr Antlasmasi'ni imzalamis. Size ne oluyor a zirzoplar? Ogrendigime gore, Londra'da da cocuklar gibi, 'Izmir'i isteriz, Edirne'yi isteriz 'hatta tam istiklal isteriz' diye tutturmuslar Mihran. 'Bunlar cilgin' diye soylendi…''

Agir makineli tufegin ignesi kirilmisti. Yunan taarruz ediyordu. Ates gibi yanan mahfazadan iğneyi cikaracak aleti bir turlu bulamiyorlardi.

Abdurrahman Cavus, basliga sarili mahfazayi yakaladi, disleri, dudaklari, dili cayir cayir yanarak kizgin igne kovanini dislerinin arasina tutusturarak cevirdi.

Cevreye yanik kemik ve et kokusu yayildi.

Dakikada 500 mermi yakan makineliyi calistirdi.

Can acisindan ve heyecandan butun cigeri ile bagira bagira, yakina gelmis olan Yunan askarlerini bicmeye basladi…'

Ingiliz Elcilik Mustesari Rattigan birden patladi:

Tam istiklal ne demek? Hamit Bey gulumsedi: 'Siz tam istiklalden ne anliyorsaniz o demek!'

Rattigan basini hariciye Naziri A. Izzet Pasa'ya cevirerek, 'Kemalistler akillarini kacirmis gorunuyorlar, boyle bir sart asla kabul edilemez!

Nazir sasirmisti, Hamit Bey'e egilip fisildadi:

'Bu cocukca bir cilginlik. Ingiltere gibi bir buyuk devlete hic on sart ileri surulur mu?'

Hamit Bey, bir zamanlarin bu unlu komutanina huzunle bakti, sesini dusurmeye gerek gormeden, 'Pasam' dedi, 'hicbir devlet serefimizden ve umidimizden buyuk degildir.''

Yunanistan Basbakani Gunaris, 'Bizi Anadolu'ya ittiler' diye sizlandi, ' Turkun basini getir, odulunu al diyorlar. Bu amacla iki yildir savasiyoruz. Turk'u yenemiyoruz. Soydaslarimizi Turk'un merhametine birakip geri de donemiyoruz.'

Emperyalizmin milletleri kendi cikari icin nasil kullandigini daha yeni anlamaya baslamisti.

Basi gogsune dutsu ve aglamaya basladi…

''Milli Savunma Bakani Kazim Ozalp , ilk yatakta yatan Tegmen Refik'in hatirini sordu. 'Iyiyim pasam' cevabiyla tam obur yataga geciyordu ki bashekim sessizce battaniyeyi aralayarak bu iyimser yaralinin durumunu gosterdi: iki bacagi da dizlerinin uzerinden kesilmisti.

Kazim Pasa 'nin gozleri doldu. Egilip basini optu, 'Benden bir istegin var mi,' dedi sefkatle. Tegmen bir sey istiyor olmaktan utanarak, Istiklal Madalyasini hak ettigimi saniyorum ' dedi, 'ondan baksa bir sey istemem efendim.'

Son soz kitabin yazari Turgut Ozakman 'dan:

'Sevgili gencler, Istiklal Savasi, dunyadaki en mesru, en ahlakli, en kutsal savaslardan biridir. Emperyalizmi ve yamaklarini dize getiren, bir enkazdan yepyeni, cagdas bir devlet kurmayi basaran atalarimizla gurur duyun, sehit ve gazi atalarinizin onurunu yalancilara cignetmeyin. Sevgilerle…'

-Alıntıdır.-

Konuyla İlgili Diğer Alıntılar:


AMERİKA’DAN BESLENEN SOYKIRIM YALANCISI ERMENİCİLER
http://sudakiates.blogspot.com/2008/08/turkish-scholars-friendly-to-genocide.html

ERMENİCİ TANER AKÇAM’I TANITAYIM
http://sudakiates.blogspot.com/2008/07/ermenici-taner-akam-tantaym-rza-zelyut.html

Nazilerin götürdüğü Kilisedeki Papaz!

NAZİLER onu götürmeye geldiklerinde,
kilisedeki papaz o ünlü sözünü söylemişti
:
Önce Yahudileri götürdüler,
sesimi çıkarmadım,
arkasından aydınları götürdüler,
sesimi çıkarmadım
sonra muhalefeti götürdüler,
sesimi çıkarmadım.
Peşinden Çingeneleri götürdüler,
sesimi çıkarmadım.
Peş peşe demokratları, sosyalistleri, liberalleri götürdüler....
sesimi çıkarmadım.
En sonunda beni götürmeye geldiklerinde
ses çıkartacak kimse kalmamıştı...''

ATATÜRK VE ''MAZLUM MİLLETLER''



Atatürk 'ün konuşmalarında ''mazlum milletler'' sözünün ilk kullanılışı 3 Ocak 1922 'de,
Ukrayna Cumhuriyeti Olağanüstü Temsilcisi General Frunse 'nin şölenindedir.

Birinci Dünya Savaşı'nın bütün insanlığın düşüncesinde önemli izlenimler bıraktığını ve Afrikalıları savaş içinde yakından tanıdığını belirttikten sonra Mustafa Kemal Paşa şunları söyler:

''Müstevliler ve onların mütecaviz orduları kendilerini hiç bir vakit tazyikten hali kalmadı. Fakat bu tazyik ne kadar kuvvetli olursa olsun bu büyük fikir hareketine karşı duramayacaklardır. İnsanlığa müteveccih fikir hareketi ergeç muvaffak olacaktır. Bütün mazlum milletler zalimleri bir gün mahv ve nâbut edecektir. O zaman dünya yüzünden zalim ve mazlum kelimeleri kalkacak, insanlık kendine yakışan bir haleti içtimaiyeye mazhar olacaktır.'' (2).

Aynı yılın 7 Temmuzu 'nda yaptığı bir başka konuşmasında Türkiye'nin giriştiği Kurtuluş
Savaşı
'nın evrensel anlamına değinirken de dedikleri şunlardır:

'' Türkiye'nin bugünkü mücadelesi yalnız kendi nam ve hesabına olsaydı belki daha kısa, daha az kanlı olur ve daha çabuk bitebilirdi. Türkiye azim ve mühim bir gayret sarf ediyor. Çünkü müdafaa ettiği bütün mazlum milletlerin, bütün Şark'ın davasıdır ve bunu nihayete getirinceye kadar Türkiye, kendisiyle beraber olan Şark milletlerinin beraber yürüyeceğinden emindir. Türkiye şimdiye kadar mevcut tarih kitaplarının icabatını değil, tarihin hakiki icabatını takip edecektir.'' (3).

Afrika ve Asya uluslarının Türkiye'nin açtığı çığırdan mutlaka geçeceklerine yürekten inanan
Atatürk, daha 1933 Martı 'nda, uzak görüşlülüğün ve çağdaş dünya anlayışının en değerli belgeleri arasında sayılması gereken şu konuşmayı yapmıştı:

'' Bugün, günün ağardığını nasıl görüyorsam, uzaktan, bütün Şark milletlerinin de uyanışlarını öyle görüyorum. İstiklâl ve
hürriyetine kavuşacak olan çok kardeş millet vardır. Onların yeniden doğuşu, şüphesiz ki
terakkiye ve refaha müteveccih vuku bulacaktır. Bu milletler bütün güçlüklere ve bütün
mânilere rağmen muzaffer olacaklar ve kendilerini bekleyen istikbale ulaşacaklardır.
Müstemlekecilik ve emperyalizm yeryüzünden yok olacak ve yerlerine milletler arasında hiç
bir renk, din ve ırk farkı gözetmeyen yeni bir ahenk ve işbirliği çağı hâkim olacaktır
.
'' (4).

Atatürk 'ün 21 Haziran 1935 'te Gladys Baker'e verdiği demeci, bugün de dünya sorunlarının
çözümünde göz önünde bulundurulması gereken genel bir ilke olarak nitelememiz gerekir:

'' Eğer devamlı sulh isteniyorsa insan kitlelerinin vaziyetlerini iyileştirecek beynelmilel
tedbirler alınmalıdır. İnsanlığın heyet-i umumiyesinin refahı, açlık ve tazyikin yerine
geçmelidir. Dünya vatandaşları haset, açgözlülük ve kinden uzaklaşacak şekilde terbiye edilmelidir
.''
(5).

Atatürk 'ün ''mazlum milletler'' kelimeleriyle dile getirdiği tarihsel gerçek, günümüzde
yaygınlıkla ''az gelişmiş ülkeler'' veya ''üçüncü dünya'' gibi terimlerle anlatılmaya çalışılan
büyük dünya sorununun göbek adıdır. Böylece Atatürk, eylemde olduğu kadar düşüncede de
bir çığır açıcı olarak dünya sahnesine çıkmaktadır.

Gerek sağlığında, gerek ölümünden sonra yapılan yayınlarda Atatürk 'ün tarihe yön veren
büyük ıslahatçılar, devlet kurucuları ve şeflerle karşılaştırıldığı görülür.

Saint Etienne, Gustave Wase, Büyük Pierre (Deli Petro) ve Lenin onunla birlikte en çok anılan adlar arasındadır. (6) Yakın tarihin, hayatları dramatik biçimde sona eren iki şefinden biri kendisi için ''Milano Ankara'sının Mustafa Kemal'i'' derken Hitler de ''Onun ilk talebesi Mussolini,
ikinci talebesi de benim'' der (7).

Öte yandan, Asya'da ve Afrika'da ulusal kurtuluş savaşlarını başarıya ulaştıran devletadamlarından bazılarının da Atatürk'ün etkisi altında kaldıkları
bilinmektedir. 1963 yılında Pandit Nehru ''Kemal Paşa, gençlik günlerimde, benim
kahramanımdı... O, Doğu'da modern çağın yapıcılarından biridir. Onun en büyük hayranları
arasında bulunmakta devam ediyorum''
diyordu. (8)

Tunus Devlet Başkanı Habib Burgiba ise
1965 yılında şunları söylemiştir: ''Sakarya Savaşı, Sakarya zaferi yirmi yaşımın en kuvvetli
hatırası olmuştur. O zamanlar kendi kendime diyordum: Acaba ben de ulusumu böylesine
seferber edemez miyim, onun ruhuna bu kurtarıcı hamleyi, bu dizgin tanımaz ihtirası
aşılayamaz mıyım?''
(9)

Buna benzer örnekler çoğaltılabilir. Yapılan karşılaştırmaların doğru yanlarının yanı sıra
yakıştırma yanları da bulunabilir.

Fakat bütün benzetme ve etkilenmelerde ulusal bağımsızlık,
onur içinde yaşama ve bir toplumun alınyazısını değiştirme iradesi gibi ortaklaşa yanlar vardır.


Cezayir'in özgürlüğü için savaşanların ceplerinde ''Kurtuluş Savaşı Mustafa Kemal'inin
resimleri'' ne rastlandığını herkes bilir (10).

Daha dünkü Pakistan - Hindistan çatışmasında adı
geçen ''Kemal Atatürk Taburu'' (11) benzeri olayların en yenisidir, ama sanırım sonuncusu
değildir.

Türk Devrimi'ni, Fransız Devrimi kadar önemli ve etkili sayanlar vardır.

Gerçekten, başta Müslüman ülkeler olmak üzere Asya ve Afrika ulusları siyasal bağımsızlıklarını elde edebilmek için savaşmak ve toplumu yenileştirmek zorunluluğunu geniş ölçüde Türklerden öğrenmişlerdir.

Türkiye'nin savaşımı (mücadelesi) onlar için bir özlem olduğu denli bir umut
ve inanç kaynağı da olmuştur.


Ne var ki iktisadi bağımsızlıkla perçinlenmeyen siyasal
bağımsızlıkların amaca ulaştıramayacağı çok geçmeden anlaşılmış, bu da yeni bunalımların,
arayış ve artışların konusu olmakta gecikmemiştir.

Yeni sömürgecilik adı verilen bu bağımlılık biçiminde askerlerin ve silahların yerini kültürel yakınlaşma, çıkar uyuşması ve dayanışma biçimine sokulmuş ''şekerli hapla '' almıştır.

Bunun içindir ki az gelişmiş ülkeler iki başlı bir kurtuluş savaşının içindedirler.

Atatürk 'ün ölümü üzerine bir Çin gazetesinde yer alan şu satırların aradan geçen 27 yılla daha
da güçlenen gözlemi çok yerindedir:

''Onun sayesindedir ki, Çin'den Tuna havzasına kadar
bütün milletler, aynı idealin etrafında kardeşçesine birleşmişlerdir. Bu ideal şudur: Hürriyeti ve milli istiklali emperyalistlere ve ecnebi müstevlilere karşı her ne pahasına olursa olsun
müdafaa etmek ve asri bir devlet vücuda getirmeye çalışmak. Büyük ölü, bu iki işin birincisini tamamıyla ve ikincisini de kısmen yapmıştır.
'' (12)

Bizim de katıldığımız bu görüş günümüz Türkiye'sinin Atatürk'ü anlamak ve tamamlamak
sorunu ile karşı karşıya getirmiştir (13).

Çeşitli bakımlardan az gelişmiş ülkeler arasında
bulunan Türkiye'nin, Asya ve Afrika uluslarını etkileyen şahlanışına karşın, çağdaş uygarlık
düzeyine ulaşabilmesi için çözümlemesi gereken güçlükleri vardır.

Güçlüklerin çözüm yolu ''gerçek Atatürk''ten geçmekte ve en güzel anlatımını onun şu sözlerinde bulmaktadır:

'' Bundan sonra pek mühim zaferlere kavuşacağız. Fakat bu zaferler süngü zaferleri değil, iktisat ve ilim zaferleri olacaktır. Ordumuzun şimdiye kadar istihsal ettiği muzafferiyetler memleketimizi halâs-ı hakikiye sevketmiş sayılmaz. Bu zaferler ancak müstakbel zaferimiz için kıymetli bir zemin hazırlamıştır. Muzafferiyat-ı askeriyemizle mağrur olmayalım. Yeni ilim ve iktisat zaferlerine hazırlanalım.'' (13a)

Türkiye'nin bunalımlardan kurtulması, başarıya ulaştırdığı Kurtuluş Savaşı'nı yeni bilim ve
iktisat utkularıyla sürdürmesine bağlıdır. Mazlum milletlere umut ışığı olan Türkiye'nin
kendisini geride bırakanlardan yol yordam öğrenmesi kadar incitici ne olabilir?
Atatürk'ü anlamaya ve tamamlamaya bakmalıyız. (*)

''Az gelişmiş ülkeler topluluğunu anlatmak için kullanılan ''Üçüncü Dünya'' kelimesinin
yaygınlık kazanması gerçi 1955 yılında toplanan ''Bandoeng Konferansı''na bağlanabilir.

Fakat, sömürgecilik dönemini geride bırakarak ''milli uyanış'' basamağına ulaşan ya da ''müstevli''leri ülkelerinden atmak için silaha sarılan ''Üçüncü Dünya''yı nitelemek için çok
önceleri kullanılan ''mazlum milletler'' terimi Mustafa Kemal'e aittir.

Bunun içindir ki günümüzde sık sık kullanılan az gelişmiş ülkeler teriminin göbek adı Atatürk tarafından
konulmuştur, diyoruz.

Atatürk Türkiye'sinin ''Üçüncü Dünya'' ile ilişkileri kötü bir dönemden de geçmiştir.

Son yıllardaki yeni belirtilere rağmen bu kötü dönemin izlerinin tamamen silindiğini söylemek
maalesef mümkün değildir.

Cezayir'in özgürlüğü için can verenlerin koynundan ''Kurtuluş Savaşı Mustafa Kemal'inin resimleri'' çıkarken Birleşmiş Milletler'deki Türk delegasyonu oyunu ''mazlum milletler'' aleyhine kullanmakta idi.

Bu tutumun yankıları kadar tahribatı da büyük olmuştur. az gelişmiş ülkeler açısından Türkiye'nin önderliği bugün tartışma konusudur.

Atatürk'ün özlemi gerçekleşmiş, gün nasıl ağarıyorsa ''mazlum milletler'' de uyanmışlardır,
özgürlüklerini kazanmaktadırlar.

Ne var ki, iktisadi bağımsızlıkla perçinlenmeyen kurtuluş savaşlarının amaca ulaştıramayacağı çok geçmeden anlaşılmıştır.

''Üçüncü Dünya'' şimdi de ''yeni sömürgecilik'' (14) karşısında verdiği savaşların içindedir.''


* ATATÜRK'Ü ANLAMAK ve TAMAMLAMAK

Prof. Dr. CAVİT ORHAN TÜTENGİL

Nurer UĞURLU başkanlığında bir kurul tarafından hazırlanmıştır.
Dizgi - Baskı - Yayımlayan:
Yenigün Haber Ajansı
Basın ve Yayıncılık A.Ş.
Kasım 1998



Prof. Dr. CAVİT ORHAN TÜTENGİL kimdir?



Prof. Dr. Cavit Orhan Tütengil (1921 - 1979)

'Tütengil Hoca'

İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi Sosyoloji Enstitüsü Başkanı ve Cumhuriyet Gazetesi yazarlarından Prof. Cavit Orhan Tütengil 1979 yılının 7 Aralık sabahı saat 07.45'te Levent'teki Sülün Sokak'ta bulunan İETT durağında, silahlı dört kişi tarafından öldürüldü.

Saldırganlar, Tütengil'in cesedinin üzerine, ''Ne Amerika Ne Rusya, Bağımsız Türkiye- Anti Terör Birliği'' yazılı bir not bıraktılar.
Polis, olay yerinde 9 milimetre çapında 12 boş kovan buldu. Tütengil cinayetinde yapılan soruşturma ve yargılamalar ise sonuçsuz kaldı.
Hatta yargılama dosyası bile kayboldu.
Tütengil'in cenazesi, 9 Aralık 1979 günü Şişli Camii'nden olaylı bir biçimde kaldırıldı.
Cenazeye katılmak isteyenlerle güvenlik güçleri arasında çıkan çatışma sonunda bir işçi öldü, sekiz kişi yaralandı.
Yaralananlardan biri de, Cumhuriyet'in bir diğer yazarı, Ümit Kaftancıoğlu idi. Kaftancıoğlu, bu törenden aylar sonra bir başka hain saldırının hedefi oldu...

Tütengil'e saygı...
Zeynep Oral 08.12.2001

Önümdeki fotoğrafa bakıyorum. Fotoğrafın çekildiği tarih 7 Aralık 1979. Fotoğraftan gözlerimi alamıyorum:Sabahın alacakaranlığında gri bir asfalt... Asfaltın üzerine sanki uzanıvermiş bir beden... Otobüs durağının yakınlarında. Üzeri beyaz çarşafla örtülü. Ama çarşaf bembeyaz kıvırcık saçlarla taçlanan başı örtmüyor. Gözlükleri gözünde, dudakları kenetlenmiş. Ne gülümseyen, ne de somurtan, yalnızca susan dudaklar... Yüzükoyun uzanıvermiş ama yüzü asfalta değmiyor, hava soğuk, kaşkolü başının altında, kalın paltosu sırtını, boynunu örtüyor. Bir kolu öne doğru uzanmış. Bileğinde saati. Zaman onun için çok önemli, şaşmaz çalışma disiplini içinde, sorumluluğunun bilincinde saatsiz edemez. Eli, başının, beyaz saçlarının hemen yanında. Alışkanlıktan olsa gerek, parmakları, tam da kalem tutar gibi kıvrılıvermiş. Omuz başında çantası. Öyle Bond çantası falan değil, babadan kalma klasik okul çantası, öğretmen çantası...Fotoğrafa bakıyorum : Biraz önce çapraz yaylım ateşe tutulduğunu , bedeninin 12 kurşunla delik deşik edildiğini bilmeseniz , uzanmış dinleniyor sanırsınız. Uzanmış, dinleniyor, birazdan kalkıp otobüs durağına yönelecek, her sabah bindiği otobüse yetişecek ve göreve, üniversiteye, derslerine, öğrencilerine kavuşacak...Haftalık Sanat Dergisi'nin 348. Sayısının kapağındaydı bu fotoğraf.(Savaş Ay çekmişti.) Kansız bir fotoğraftı. Tüm kanını içine akıtmıştı bilim adamı. Çevreye zarar vermemek istermişçesine...O, Cavit Orhan Tütengil'di. İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesinde sosyoloji profesörüydü. Bilim adamlığıyla , hocalığını, yazarlığını bütünlemiş örnek bir insandı.Yukarıda, bir fotoğrafı tüm ayrıntılarıyla anlatmaya çalışmam, yalnızca onun kişiliğine ilişkin ipuçları vermek için değil, aynı zamanda Türkiye'de nerelerden nerelere geldiğimizi , nelerden geçtiğimizi vurgulamak ve "unutmayın" diye toplumsal belleğimize seslenebilmek içindi.Cavit Orhan Tütengil, , sosyoloji profesörlüğünden önce, Anadolu'nun çeşitli liselerinde felsefe öğretmenliği, Köy Enstitülerinde meslek dersleri öğretmenleri yapmıştı. Kurucularından olduğu "Değirmen" dergisinden başlayarak, incelemelerini, araştırmalarını, denemelerini "Yeni Ufuklar", "Türk Dili" , "Sanat Dergisi" gibi dergilerde ve Cumhuriyet gazetesinde yayınladı. Sayısız öğrenci yetiştirdi, geriye sayısız eser bıraktı.
Akıl yoluna, bilim yoluna baş koymuş, çağdaş , aydınlık, ileri bir Türkiye için seferber olmuş, böyle bir Türkiye'nin tohumlarının Atatürk devrimleriyle atıldığının bilincinde bir aydındı Tütengil. Özetlemem gerekirse : Azgelişmişlik, siyaset - ahlak ilişkisi, (siyasete ahlak değil çıkarların egemen olması) Nurculuğun yıkıcı ve geriletici etkileri, "demokrasinin gereği olan özgürlük", düşünce ve örgütlenme özgürlüğü, ekonomik, toplumsal ve kültürel dengesizlik , bu dengesizliğin büyüttüğü uçurumlar onun çalışma alanlarıydı.
Günümüz toplumlarının vazgeçilemez nitelikleri olarak eşitliği, özgürlüğü, hoşgörüyü, dayanışmayı savunuyordu.Savunduğu bu ilkelere, Türkiye'nin politik liderlerinin kışkırttığı kin, nefret ve şiddet ortamında , gerici, karanlık, faşist güçlerin kurduğu pusu izin veremezdi. Birkaç kiralık katil ya da kuklanın ellerine verilmiş silahlar , çapraz ateş ve on iki kurşunla işi bitirdi. "Faili meçhul cinayetler" zincirinde bir halka daha... Eğer o günlerde doğru sorular sorulup yanıtları aransaydı, belki bugün Susurluk'ları ve daha birçok şeyi yaşamazdık.Geriye kalıyor Cavit Orhan Tütengil'in benden asla ayrılmayacak olan öteki fotoğrafları: Koskoca bilim adamının , Cağaloğlu'ndaki minicik odamıza yerleşip bizimle sohbetleri... Bilgisini ve sevgisini cömertçe vermesi... Bir çocuk heyecanıyla, gözleri pırıl pırıl baskıdan yeni çıkmış dergiyi incelemesi... Sonsuz bir alçakgönüllülükle her birimizi ayrı ayrı kollayarak (üç kişi çıkarırdık dergiyi) bizi önerilere boğması... Öldürüldüğünde 58 yaşındaydı. (Oysa onu hep çok daha yaşlı sanırdım. Belki de biz çok gençtik...)Hani Bahçet Necatigil der ya "Adı, soyadı / açılır parantez / Doğduğu yıl, çizgi, öldüğü yıl, bitti/.../ Parantezin içindeki çizgi / Ne varsa orda."Cavit Orhan Tütengil (1921 - 1979)... Saygıyla, sevgiyle, şükranla anıyorum.

http://www.sodev.org.tr/kisiler2/cavit_orhan_tutengil.htm

30 Temmuz 2008 Çarşamba

KARŞI DEVRİMİN KRONOLOJİSİ



Prof. Dr. Coşkun Özdemir



Mustafa Kemal Atatürk'ün önderliğinde gerçekleştirilen büyük devrim ve toplumsal dönüşüm çok partili düzene girişimizle birlikte hiç gecikmeden yıpratılmaya başlanmıştır.




Atatürk'ün çevresinde yer alan politikacıların çoğunluğu onun ölümünden sonra cumhuriyet ilkelerine olan inançsızlıklarını gecikmeden ortaya koymuşlardır.




Başka bir deyimle onlar böyle bir devrimi özümseyecek ve benimseyecek çaptan yoksun

bulunuyorlardı.



1945'de büyük eğitimci Milli Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel devrildi.


O yüce insan köy enstitülerinin kuruluşuna öncülük etmiş ve tercüme bürosunu kurarak dünyanın en ünlü klasik eserlerini dilimize kazandırmış yurt sever, eşsiz bir aydınlanmacı idi.


Bu olay karşı devrimin çok çarpıcı bir dönüm noktasıdır.


Onun yerine gelen Reşat Şemsettin Sirer Köy Enstitülerini ziyaretten dönüşte, İnönü 'ye ' Paşam, bu öğrenciler böyle yetişirse onları çok zor idare ederiz' demiştir.


Çok partili düzen başlarken doğunun güçlü ağası Kinyas Kartal da İnönü'ye gelerek ' Paşam, bu okulları kapatmazsan doğudan tek oy alamazsın' demiştir.


Yazık ki, Milli Şef İnönü o günkü konjonktüre karşı koyamamış ve önceleri övgü ile andığı bu örnek okulları savunamamıştır.


Meclise Köylüyü Topraklandırma Kanunu 'nun sunulmasının hemen ardından, Demokrat Parti kurulmuştur.

Demokrat parti, Güneydoğu'da hemen köy ağalarına yönelmiş ve onları milletvekili olarak meclise sokmuş, Atatürk'ün partisi CHP de onları izlemekte gecikmemiştir.


Köy enstitüleri ile birlikte bir aydınlanma odağı olarak görev yapan halkevleri de DP iktidarınca kapatılmıştır.
1947'de Dil- Tarihe yapılan bir saldırı ile solculukla suçlanan pırıl pırıl beyinler; Pertev Nail Boratav, Niyazi Berkes, Muzaffer Başoğlu, Behice Boran, Azra Erhat darmadağın edildiler; İlk üç bilim insani memleketi terk etmek zorunda kalarak yurt dışında önemli görevlerde bulundular.


Bunun nasıl bir kayıp olduğunu takdir edebilenler daha o gün büyük bir umutsuzluk içine düşmüşlerdir.


Bu olay da Karşı Devrimin önemli kilometre taşlarındandır ve yurdumuza çok pahalıya mal olan bu sol düşmanlığı emperyalizmin desteği ve yeşil kuşak teorisi ile bugüne kadar aralıksız sürdürülmüş ve solsuz bir demokrasi amaçlanmıştır.


1950'de karşı devrimi kararlılıkla sürdürecek Demokrat partinin ilk icraatı Arapça ezan olmuştur.

Bunun ardından Saidi Nursi 'yi ziyaret ederek ona sunulan arzı ubudiyet, inkılapların halk tarafından benimsenen ve benimsenmeyenler olarak ayrılması, başbakanın meclise dönerek ' Siz, isterseniz hilafeti getirebilirsiniz' hitabı, o dehşet verici vatan cephesi aymazlığı ile halkın ikiye bölünmesi izlemiştir.


Türk dış politikasının bağımsızlığının yok edilmesi, 6-7 Eylül faciası, mecliste kurulan yargı gücüne sahip tahkikat komisyonu da bu döneme rastlar.


27 Mayıs cumhuriyet devrimlerine bir destek eylemidir.


Bu devrimin önayak olduğu 1961 Anayasası sosyal devleti ve emekçi haklarını, sendikalaşma haklarını öngörüyordu.


Yazık ki, bu anayasanın yaşatılmasına olanak verilmemiştir.


Ne var ki, 27 Mayıs yönetimi de üniversiteden solcu suçlaması ile tasfiyeler yapmak yanlışlığından geri duramamıştır.


Bu dönemi, uzun süren Demirel yönetimleri izlemiştir.


Bu iktidar, 1961Anayasasindan hiç memnun kalmamış ve onu uygulamayı red etmiştir.


1968'de başlayan ve reform talep eden sol öğrenci hareketlerini ezmek için her türlü çareye başvurulmuş ve devrimci, solcu çocukların karşısına ülkücü gençler çıkarılmıştır.


Büyük yurtsever Uğur Mumcu 'nun ispatladığı gibi Türkiye gençlerinin Bulgaristan yolu ile Türkiye'ye gönderilen aynı kaynaklı silahlarla birbirini öldürdüğü bir sırada, kendisinden her türlü şiddete karşı olduğunu halka açıklaması istenen ve bugünlerde olumlu davranışlar sergileyen Demirel, ' Tespih çeken elle tetik çeken el bir değildir, bana sağcılara suç işliyor dedirtemezsiniz' demiştir.


Demirel 'in Şilili Allende'nin alçakça öldürülmesi için de Abdi İpekçi nin sorusunu' Eyi gitti, eyi gitti' diye cevaplayışı unutulmazlar arasındadır.


Demirel, aydınlanmanın çok gecikerek farkına varabilmiş , ilginç özellikler taşıyan bir politikacımızdır.


1971, 12 Mart askeri darbesi tam bir karşı devrim hareketidir.


Sabahattin Eyüboğlu, Azra Erhat, Vedat Günyol, Yaşar Kemal gibi bu ülkede yetişmiş en büyük hümanist yazar ve düşün insanları, bu güzel insanlar hapse tıkılmış, Türkiye büyük bir kaos ortamına sokulmuştur.


70'li yıllar boyunca Türkiye'nin çok sayıda seçkin aydın, kaynağı ve faili meçhul suikastlarla öldürülmüştür.


Bu büyük kaosu izleyerek, Amerika'nın desteği ile hazırlanan 1980, 12 Eylül darbesi de cumhuriyet devrimlerine ve sola vurulmuş en büyük darbelerden biridir.


Bu darbe YÖK aracılığı ile üniversitedeki öğretim üyesi dayanışmasını, öğretim üyesi öğrenci beraberliğini darmadağın etmiş, gençlerin gelecek umutlarını ve güvenini yok etmiş, 1402 faciasını yaratmış, 12 Eylül yönetimi Türk İslam sentezi yapılanmasına destek vermiştir.


Bu darbe, Türk toplumundaki kirlenme, bozulma ve yozlaşmada öncü rol oynamıştır.


Türkiye'yi kıskıvrak bağlayan Neoliberal politikalar da bu dönemde başlatılmıştır.


12 Eylül faşizmini izleyen ve onun uzantısı olan Özal yönetimi tutucu yapısı ile ekonomimizi tümü ile dışa bağımlı hale getirmiş, yer altı dünyasının, kayıt dışı ekonominin gelişmesine, köşe dönme felsefesinin yerleşmesine hizmet etmiş, Türk toplumunda geleneksel hak edilmiş helal para inanışını yok etmiş, Türkiye'yi kültürel, siyasal, ekonomik alanlarda teslim alan küreselleşmeci liberal politikalara yol açmıştır.


Çiller ve Erbakan yönetimlerini yürekler acısı bir dönem olarak anabiliriz.


Erbakan Versace marka kravatları ve kanlı ya da kansız gerçekleştirmek istediği şeriat düzeni girişimleri ve 28 Şubat müdahalesinin yaratıcısı ve kayıp 1,5 trilyon davası ile anılacaktır.


Onları izleyen Üçlü Koalisyon hiçbir sorunun üstesinden gelememiş ve MHP'nin teşviki ile yapılan erken 2002 seçimleri ile ülke karşı devrimi hedeflemiş dinci bir toplum yaratma misyonunu üstlenmiş, emperyalizmin desteğine sahip takiyyeci bir siyasal partinin eline geçmiştir.


Onlar, adım adım cumhuriyet devrimi kazanımlarını yok etmektedirler.


Hedeflerine büyük bir kararlılık ve tutarlılıkla yürüyorlar.


Son girişimleri türbanı üniversiteye sokmak tüm ülkeyi türbanlamak oldu; başaramadılar ve ülkede halk arasında talihsiz bir çatışmanın oluşumunda bas rolü oynadılar.


Şu gerçeğe çok az değiniliyor.


AKP'nin başarılarında en büyük etkenlerden biri hiç kuşkusuz 60 yıllık ihanetin onde gelen hedefi olmus ve ortalama 4 yıl eğitim düzeyinde bırakılmış, kendi aleyhindeki politikaları değerlendirme olanağından yoksun bırakılmış halkımızdır.


Bu gerçeği yadsımak ve görmezden gelmenin halk sevgisi, halk saygısı ile ilgisi yoktur.


Burada celladına aşık insan deyimini hatırlamadan duramıyorum.


Yine Nazım Hikmet'in 'akrep gibisin' diye başlayıp,' koyun gibisin kardeşim' diye devam eden' açsak, yorgunsak senin sayende' diye süregelen şiirini anmamak mümkün mü?


Köy enstitülerinin ve, halkevlerinin yıkılması başarılamasaydı çok açık bir gerçektir ki, AKP asla iktidar olamayacaktı.


* Aylardır süregelen utanç verici türban tartışmasına da tanık olmayacaktık.


* AKP'nin öncüleri olan iktidarlar halktan, aydınlanmacı, akla, bilime dayanan bir eğitimi kasıtlı olarak esirgemeseydiler, uygarlıktan, laiklikten böylesine uzaklaşmayacaktık.


* Eğitimde, bilimde bu kadar geride kalmayacaktık.


* Trafik kazaları asla böyle yoğun olmayacak,


* Töre cinayetlerinin utancını yaşamayacaktık.


* Gelir dağılımı böylesine haksız ve adaletsiz olmayacaktı.


* Kadın böylesine ezilip baskı altında kalmayacak, ikinci sınıf insan muamelesi görmeyecekti.


* Genç kızlarımız saçlarının teli görününce günahkar olacaklarını düşünmeyecekler, güzelim saçlarını gizlemeyecek,onu rüzgarda savuracaklar, gerçek özgürlüğün ne olduğunu algılayacaklardı.


* Ülke ikinci cumhuriyetçi bir takımın gelişip büyümesi ve ülkenin kaderinde önemli roller oynaması gibi bir talihsizliğe uğramayacaktı. Onlar yetenekleri ve birikimleri ile sosyalist geleneğin ilkelerini göz ardı edip gerici bir iktidarın destekçisi değil, halkçı eylem ve atılımların öncüleri olacaklardı.


* Türkiye yarı feodal bir toplum olmaktan çıkacak, güzel yurdumda özgürlükler yeşerecekti.
Evet, tüm bu güzellikleri bu olasılıkları engelleyen 60 yıldır ülkeyi yöneten, askeri darbelere yol acan politikacılar ve çıkarcı bir oligarşi grubu ve elbette onlara güç veren emperyalizmdir.



Bu güzelim ülkeyi geriliğe, gerici düşüncelere, muhafazakarlığa, dogmalara mahkum edenler halkı yoksulluk ve yoksunluklar içinde bırakarak sadaka kültürü yaratıp oylara talip olan demokrasiye de, eşitliği de, halka da, çağdaşlığı da, bilime de inanmayan, çıkarcı politikacılardır.


Onlara karşı durmak yurtseverliğin kaçınılmaz bir gereğidir. 50'lerde Demokrat Parti zorbalığına karşı duran üniversiteler olmuştur.


Bugün de üniversiteler rektör ve öğretim üyeleri direnişleri ile umut veriyorlar.


Gençlerimizin 12 Eylül uyuşukluğundan ve depresyonundan kurtularak ve Atatürk'ün sesine kulak vererek cumhuriyet devrimlerini ve uzun yıllardır aldatılan halkımızı savunacağını kuvvetle umuyor ve tüm olumsuz koşullara karşın kuşatmayı yaracağımıza inanıyorum.


-alıntıdır-