31 Temmuz 2008 Perşembe

ATATÜRK VE ''MAZLUM MİLLETLER''



Atatürk 'ün konuşmalarında ''mazlum milletler'' sözünün ilk kullanılışı 3 Ocak 1922 'de,
Ukrayna Cumhuriyeti Olağanüstü Temsilcisi General Frunse 'nin şölenindedir.

Birinci Dünya Savaşı'nın bütün insanlığın düşüncesinde önemli izlenimler bıraktığını ve Afrikalıları savaş içinde yakından tanıdığını belirttikten sonra Mustafa Kemal Paşa şunları söyler:

''Müstevliler ve onların mütecaviz orduları kendilerini hiç bir vakit tazyikten hali kalmadı. Fakat bu tazyik ne kadar kuvvetli olursa olsun bu büyük fikir hareketine karşı duramayacaklardır. İnsanlığa müteveccih fikir hareketi ergeç muvaffak olacaktır. Bütün mazlum milletler zalimleri bir gün mahv ve nâbut edecektir. O zaman dünya yüzünden zalim ve mazlum kelimeleri kalkacak, insanlık kendine yakışan bir haleti içtimaiyeye mazhar olacaktır.'' (2).

Aynı yılın 7 Temmuzu 'nda yaptığı bir başka konuşmasında Türkiye'nin giriştiği Kurtuluş
Savaşı
'nın evrensel anlamına değinirken de dedikleri şunlardır:

'' Türkiye'nin bugünkü mücadelesi yalnız kendi nam ve hesabına olsaydı belki daha kısa, daha az kanlı olur ve daha çabuk bitebilirdi. Türkiye azim ve mühim bir gayret sarf ediyor. Çünkü müdafaa ettiği bütün mazlum milletlerin, bütün Şark'ın davasıdır ve bunu nihayete getirinceye kadar Türkiye, kendisiyle beraber olan Şark milletlerinin beraber yürüyeceğinden emindir. Türkiye şimdiye kadar mevcut tarih kitaplarının icabatını değil, tarihin hakiki icabatını takip edecektir.'' (3).

Afrika ve Asya uluslarının Türkiye'nin açtığı çığırdan mutlaka geçeceklerine yürekten inanan
Atatürk, daha 1933 Martı 'nda, uzak görüşlülüğün ve çağdaş dünya anlayışının en değerli belgeleri arasında sayılması gereken şu konuşmayı yapmıştı:

'' Bugün, günün ağardığını nasıl görüyorsam, uzaktan, bütün Şark milletlerinin de uyanışlarını öyle görüyorum. İstiklâl ve
hürriyetine kavuşacak olan çok kardeş millet vardır. Onların yeniden doğuşu, şüphesiz ki
terakkiye ve refaha müteveccih vuku bulacaktır. Bu milletler bütün güçlüklere ve bütün
mânilere rağmen muzaffer olacaklar ve kendilerini bekleyen istikbale ulaşacaklardır.
Müstemlekecilik ve emperyalizm yeryüzünden yok olacak ve yerlerine milletler arasında hiç
bir renk, din ve ırk farkı gözetmeyen yeni bir ahenk ve işbirliği çağı hâkim olacaktır
.
'' (4).

Atatürk 'ün 21 Haziran 1935 'te Gladys Baker'e verdiği demeci, bugün de dünya sorunlarının
çözümünde göz önünde bulundurulması gereken genel bir ilke olarak nitelememiz gerekir:

'' Eğer devamlı sulh isteniyorsa insan kitlelerinin vaziyetlerini iyileştirecek beynelmilel
tedbirler alınmalıdır. İnsanlığın heyet-i umumiyesinin refahı, açlık ve tazyikin yerine
geçmelidir. Dünya vatandaşları haset, açgözlülük ve kinden uzaklaşacak şekilde terbiye edilmelidir
.''
(5).

Atatürk 'ün ''mazlum milletler'' kelimeleriyle dile getirdiği tarihsel gerçek, günümüzde
yaygınlıkla ''az gelişmiş ülkeler'' veya ''üçüncü dünya'' gibi terimlerle anlatılmaya çalışılan
büyük dünya sorununun göbek adıdır. Böylece Atatürk, eylemde olduğu kadar düşüncede de
bir çığır açıcı olarak dünya sahnesine çıkmaktadır.

Gerek sağlığında, gerek ölümünden sonra yapılan yayınlarda Atatürk 'ün tarihe yön veren
büyük ıslahatçılar, devlet kurucuları ve şeflerle karşılaştırıldığı görülür.

Saint Etienne, Gustave Wase, Büyük Pierre (Deli Petro) ve Lenin onunla birlikte en çok anılan adlar arasındadır. (6) Yakın tarihin, hayatları dramatik biçimde sona eren iki şefinden biri kendisi için ''Milano Ankara'sının Mustafa Kemal'i'' derken Hitler de ''Onun ilk talebesi Mussolini,
ikinci talebesi de benim'' der (7).

Öte yandan, Asya'da ve Afrika'da ulusal kurtuluş savaşlarını başarıya ulaştıran devletadamlarından bazılarının da Atatürk'ün etkisi altında kaldıkları
bilinmektedir. 1963 yılında Pandit Nehru ''Kemal Paşa, gençlik günlerimde, benim
kahramanımdı... O, Doğu'da modern çağın yapıcılarından biridir. Onun en büyük hayranları
arasında bulunmakta devam ediyorum''
diyordu. (8)

Tunus Devlet Başkanı Habib Burgiba ise
1965 yılında şunları söylemiştir: ''Sakarya Savaşı, Sakarya zaferi yirmi yaşımın en kuvvetli
hatırası olmuştur. O zamanlar kendi kendime diyordum: Acaba ben de ulusumu böylesine
seferber edemez miyim, onun ruhuna bu kurtarıcı hamleyi, bu dizgin tanımaz ihtirası
aşılayamaz mıyım?''
(9)

Buna benzer örnekler çoğaltılabilir. Yapılan karşılaştırmaların doğru yanlarının yanı sıra
yakıştırma yanları da bulunabilir.

Fakat bütün benzetme ve etkilenmelerde ulusal bağımsızlık,
onur içinde yaşama ve bir toplumun alınyazısını değiştirme iradesi gibi ortaklaşa yanlar vardır.


Cezayir'in özgürlüğü için savaşanların ceplerinde ''Kurtuluş Savaşı Mustafa Kemal'inin
resimleri'' ne rastlandığını herkes bilir (10).

Daha dünkü Pakistan - Hindistan çatışmasında adı
geçen ''Kemal Atatürk Taburu'' (11) benzeri olayların en yenisidir, ama sanırım sonuncusu
değildir.

Türk Devrimi'ni, Fransız Devrimi kadar önemli ve etkili sayanlar vardır.

Gerçekten, başta Müslüman ülkeler olmak üzere Asya ve Afrika ulusları siyasal bağımsızlıklarını elde edebilmek için savaşmak ve toplumu yenileştirmek zorunluluğunu geniş ölçüde Türklerden öğrenmişlerdir.

Türkiye'nin savaşımı (mücadelesi) onlar için bir özlem olduğu denli bir umut
ve inanç kaynağı da olmuştur.


Ne var ki iktisadi bağımsızlıkla perçinlenmeyen siyasal
bağımsızlıkların amaca ulaştıramayacağı çok geçmeden anlaşılmış, bu da yeni bunalımların,
arayış ve artışların konusu olmakta gecikmemiştir.

Yeni sömürgecilik adı verilen bu bağımlılık biçiminde askerlerin ve silahların yerini kültürel yakınlaşma, çıkar uyuşması ve dayanışma biçimine sokulmuş ''şekerli hapla '' almıştır.

Bunun içindir ki az gelişmiş ülkeler iki başlı bir kurtuluş savaşının içindedirler.

Atatürk 'ün ölümü üzerine bir Çin gazetesinde yer alan şu satırların aradan geçen 27 yılla daha
da güçlenen gözlemi çok yerindedir:

''Onun sayesindedir ki, Çin'den Tuna havzasına kadar
bütün milletler, aynı idealin etrafında kardeşçesine birleşmişlerdir. Bu ideal şudur: Hürriyeti ve milli istiklali emperyalistlere ve ecnebi müstevlilere karşı her ne pahasına olursa olsun
müdafaa etmek ve asri bir devlet vücuda getirmeye çalışmak. Büyük ölü, bu iki işin birincisini tamamıyla ve ikincisini de kısmen yapmıştır.
'' (12)

Bizim de katıldığımız bu görüş günümüz Türkiye'sinin Atatürk'ü anlamak ve tamamlamak
sorunu ile karşı karşıya getirmiştir (13).

Çeşitli bakımlardan az gelişmiş ülkeler arasında
bulunan Türkiye'nin, Asya ve Afrika uluslarını etkileyen şahlanışına karşın, çağdaş uygarlık
düzeyine ulaşabilmesi için çözümlemesi gereken güçlükleri vardır.

Güçlüklerin çözüm yolu ''gerçek Atatürk''ten geçmekte ve en güzel anlatımını onun şu sözlerinde bulmaktadır:

'' Bundan sonra pek mühim zaferlere kavuşacağız. Fakat bu zaferler süngü zaferleri değil, iktisat ve ilim zaferleri olacaktır. Ordumuzun şimdiye kadar istihsal ettiği muzafferiyetler memleketimizi halâs-ı hakikiye sevketmiş sayılmaz. Bu zaferler ancak müstakbel zaferimiz için kıymetli bir zemin hazırlamıştır. Muzafferiyat-ı askeriyemizle mağrur olmayalım. Yeni ilim ve iktisat zaferlerine hazırlanalım.'' (13a)

Türkiye'nin bunalımlardan kurtulması, başarıya ulaştırdığı Kurtuluş Savaşı'nı yeni bilim ve
iktisat utkularıyla sürdürmesine bağlıdır. Mazlum milletlere umut ışığı olan Türkiye'nin
kendisini geride bırakanlardan yol yordam öğrenmesi kadar incitici ne olabilir?
Atatürk'ü anlamaya ve tamamlamaya bakmalıyız. (*)

''Az gelişmiş ülkeler topluluğunu anlatmak için kullanılan ''Üçüncü Dünya'' kelimesinin
yaygınlık kazanması gerçi 1955 yılında toplanan ''Bandoeng Konferansı''na bağlanabilir.

Fakat, sömürgecilik dönemini geride bırakarak ''milli uyanış'' basamağına ulaşan ya da ''müstevli''leri ülkelerinden atmak için silaha sarılan ''Üçüncü Dünya''yı nitelemek için çok
önceleri kullanılan ''mazlum milletler'' terimi Mustafa Kemal'e aittir.

Bunun içindir ki günümüzde sık sık kullanılan az gelişmiş ülkeler teriminin göbek adı Atatürk tarafından
konulmuştur, diyoruz.

Atatürk Türkiye'sinin ''Üçüncü Dünya'' ile ilişkileri kötü bir dönemden de geçmiştir.

Son yıllardaki yeni belirtilere rağmen bu kötü dönemin izlerinin tamamen silindiğini söylemek
maalesef mümkün değildir.

Cezayir'in özgürlüğü için can verenlerin koynundan ''Kurtuluş Savaşı Mustafa Kemal'inin resimleri'' çıkarken Birleşmiş Milletler'deki Türk delegasyonu oyunu ''mazlum milletler'' aleyhine kullanmakta idi.

Bu tutumun yankıları kadar tahribatı da büyük olmuştur. az gelişmiş ülkeler açısından Türkiye'nin önderliği bugün tartışma konusudur.

Atatürk'ün özlemi gerçekleşmiş, gün nasıl ağarıyorsa ''mazlum milletler'' de uyanmışlardır,
özgürlüklerini kazanmaktadırlar.

Ne var ki, iktisadi bağımsızlıkla perçinlenmeyen kurtuluş savaşlarının amaca ulaştıramayacağı çok geçmeden anlaşılmıştır.

''Üçüncü Dünya'' şimdi de ''yeni sömürgecilik'' (14) karşısında verdiği savaşların içindedir.''


* ATATÜRK'Ü ANLAMAK ve TAMAMLAMAK

Prof. Dr. CAVİT ORHAN TÜTENGİL

Nurer UĞURLU başkanlığında bir kurul tarafından hazırlanmıştır.
Dizgi - Baskı - Yayımlayan:
Yenigün Haber Ajansı
Basın ve Yayıncılık A.Ş.
Kasım 1998



Prof. Dr. CAVİT ORHAN TÜTENGİL kimdir?



Prof. Dr. Cavit Orhan Tütengil (1921 - 1979)

'Tütengil Hoca'

İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi Sosyoloji Enstitüsü Başkanı ve Cumhuriyet Gazetesi yazarlarından Prof. Cavit Orhan Tütengil 1979 yılının 7 Aralık sabahı saat 07.45'te Levent'teki Sülün Sokak'ta bulunan İETT durağında, silahlı dört kişi tarafından öldürüldü.

Saldırganlar, Tütengil'in cesedinin üzerine, ''Ne Amerika Ne Rusya, Bağımsız Türkiye- Anti Terör Birliği'' yazılı bir not bıraktılar.
Polis, olay yerinde 9 milimetre çapında 12 boş kovan buldu. Tütengil cinayetinde yapılan soruşturma ve yargılamalar ise sonuçsuz kaldı.
Hatta yargılama dosyası bile kayboldu.
Tütengil'in cenazesi, 9 Aralık 1979 günü Şişli Camii'nden olaylı bir biçimde kaldırıldı.
Cenazeye katılmak isteyenlerle güvenlik güçleri arasında çıkan çatışma sonunda bir işçi öldü, sekiz kişi yaralandı.
Yaralananlardan biri de, Cumhuriyet'in bir diğer yazarı, Ümit Kaftancıoğlu idi. Kaftancıoğlu, bu törenden aylar sonra bir başka hain saldırının hedefi oldu...

Tütengil'e saygı...
Zeynep Oral 08.12.2001

Önümdeki fotoğrafa bakıyorum. Fotoğrafın çekildiği tarih 7 Aralık 1979. Fotoğraftan gözlerimi alamıyorum:Sabahın alacakaranlığında gri bir asfalt... Asfaltın üzerine sanki uzanıvermiş bir beden... Otobüs durağının yakınlarında. Üzeri beyaz çarşafla örtülü. Ama çarşaf bembeyaz kıvırcık saçlarla taçlanan başı örtmüyor. Gözlükleri gözünde, dudakları kenetlenmiş. Ne gülümseyen, ne de somurtan, yalnızca susan dudaklar... Yüzükoyun uzanıvermiş ama yüzü asfalta değmiyor, hava soğuk, kaşkolü başının altında, kalın paltosu sırtını, boynunu örtüyor. Bir kolu öne doğru uzanmış. Bileğinde saati. Zaman onun için çok önemli, şaşmaz çalışma disiplini içinde, sorumluluğunun bilincinde saatsiz edemez. Eli, başının, beyaz saçlarının hemen yanında. Alışkanlıktan olsa gerek, parmakları, tam da kalem tutar gibi kıvrılıvermiş. Omuz başında çantası. Öyle Bond çantası falan değil, babadan kalma klasik okul çantası, öğretmen çantası...Fotoğrafa bakıyorum : Biraz önce çapraz yaylım ateşe tutulduğunu , bedeninin 12 kurşunla delik deşik edildiğini bilmeseniz , uzanmış dinleniyor sanırsınız. Uzanmış, dinleniyor, birazdan kalkıp otobüs durağına yönelecek, her sabah bindiği otobüse yetişecek ve göreve, üniversiteye, derslerine, öğrencilerine kavuşacak...Haftalık Sanat Dergisi'nin 348. Sayısının kapağındaydı bu fotoğraf.(Savaş Ay çekmişti.) Kansız bir fotoğraftı. Tüm kanını içine akıtmıştı bilim adamı. Çevreye zarar vermemek istermişçesine...O, Cavit Orhan Tütengil'di. İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesinde sosyoloji profesörüydü. Bilim adamlığıyla , hocalığını, yazarlığını bütünlemiş örnek bir insandı.Yukarıda, bir fotoğrafı tüm ayrıntılarıyla anlatmaya çalışmam, yalnızca onun kişiliğine ilişkin ipuçları vermek için değil, aynı zamanda Türkiye'de nerelerden nerelere geldiğimizi , nelerden geçtiğimizi vurgulamak ve "unutmayın" diye toplumsal belleğimize seslenebilmek içindi.Cavit Orhan Tütengil, , sosyoloji profesörlüğünden önce, Anadolu'nun çeşitli liselerinde felsefe öğretmenliği, Köy Enstitülerinde meslek dersleri öğretmenleri yapmıştı. Kurucularından olduğu "Değirmen" dergisinden başlayarak, incelemelerini, araştırmalarını, denemelerini "Yeni Ufuklar", "Türk Dili" , "Sanat Dergisi" gibi dergilerde ve Cumhuriyet gazetesinde yayınladı. Sayısız öğrenci yetiştirdi, geriye sayısız eser bıraktı.
Akıl yoluna, bilim yoluna baş koymuş, çağdaş , aydınlık, ileri bir Türkiye için seferber olmuş, böyle bir Türkiye'nin tohumlarının Atatürk devrimleriyle atıldığının bilincinde bir aydındı Tütengil. Özetlemem gerekirse : Azgelişmişlik, siyaset - ahlak ilişkisi, (siyasete ahlak değil çıkarların egemen olması) Nurculuğun yıkıcı ve geriletici etkileri, "demokrasinin gereği olan özgürlük", düşünce ve örgütlenme özgürlüğü, ekonomik, toplumsal ve kültürel dengesizlik , bu dengesizliğin büyüttüğü uçurumlar onun çalışma alanlarıydı.
Günümüz toplumlarının vazgeçilemez nitelikleri olarak eşitliği, özgürlüğü, hoşgörüyü, dayanışmayı savunuyordu.Savunduğu bu ilkelere, Türkiye'nin politik liderlerinin kışkırttığı kin, nefret ve şiddet ortamında , gerici, karanlık, faşist güçlerin kurduğu pusu izin veremezdi. Birkaç kiralık katil ya da kuklanın ellerine verilmiş silahlar , çapraz ateş ve on iki kurşunla işi bitirdi. "Faili meçhul cinayetler" zincirinde bir halka daha... Eğer o günlerde doğru sorular sorulup yanıtları aransaydı, belki bugün Susurluk'ları ve daha birçok şeyi yaşamazdık.Geriye kalıyor Cavit Orhan Tütengil'in benden asla ayrılmayacak olan öteki fotoğrafları: Koskoca bilim adamının , Cağaloğlu'ndaki minicik odamıza yerleşip bizimle sohbetleri... Bilgisini ve sevgisini cömertçe vermesi... Bir çocuk heyecanıyla, gözleri pırıl pırıl baskıdan yeni çıkmış dergiyi incelemesi... Sonsuz bir alçakgönüllülükle her birimizi ayrı ayrı kollayarak (üç kişi çıkarırdık dergiyi) bizi önerilere boğması... Öldürüldüğünde 58 yaşındaydı. (Oysa onu hep çok daha yaşlı sanırdım. Belki de biz çok gençtik...)Hani Bahçet Necatigil der ya "Adı, soyadı / açılır parantez / Doğduğu yıl, çizgi, öldüğü yıl, bitti/.../ Parantezin içindeki çizgi / Ne varsa orda."Cavit Orhan Tütengil (1921 - 1979)... Saygıyla, sevgiyle, şükranla anıyorum.

http://www.sodev.org.tr/kisiler2/cavit_orhan_tutengil.htm