30 Temmuz 2008 Çarşamba

KARŞI DEVRİMİN KRONOLOJİSİ



Prof. Dr. Coşkun Özdemir



Mustafa Kemal Atatürk'ün önderliğinde gerçekleştirilen büyük devrim ve toplumsal dönüşüm çok partili düzene girişimizle birlikte hiç gecikmeden yıpratılmaya başlanmıştır.




Atatürk'ün çevresinde yer alan politikacıların çoğunluğu onun ölümünden sonra cumhuriyet ilkelerine olan inançsızlıklarını gecikmeden ortaya koymuşlardır.




Başka bir deyimle onlar böyle bir devrimi özümseyecek ve benimseyecek çaptan yoksun

bulunuyorlardı.



1945'de büyük eğitimci Milli Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel devrildi.


O yüce insan köy enstitülerinin kuruluşuna öncülük etmiş ve tercüme bürosunu kurarak dünyanın en ünlü klasik eserlerini dilimize kazandırmış yurt sever, eşsiz bir aydınlanmacı idi.


Bu olay karşı devrimin çok çarpıcı bir dönüm noktasıdır.


Onun yerine gelen Reşat Şemsettin Sirer Köy Enstitülerini ziyaretten dönüşte, İnönü 'ye ' Paşam, bu öğrenciler böyle yetişirse onları çok zor idare ederiz' demiştir.


Çok partili düzen başlarken doğunun güçlü ağası Kinyas Kartal da İnönü'ye gelerek ' Paşam, bu okulları kapatmazsan doğudan tek oy alamazsın' demiştir.


Yazık ki, Milli Şef İnönü o günkü konjonktüre karşı koyamamış ve önceleri övgü ile andığı bu örnek okulları savunamamıştır.


Meclise Köylüyü Topraklandırma Kanunu 'nun sunulmasının hemen ardından, Demokrat Parti kurulmuştur.

Demokrat parti, Güneydoğu'da hemen köy ağalarına yönelmiş ve onları milletvekili olarak meclise sokmuş, Atatürk'ün partisi CHP de onları izlemekte gecikmemiştir.


Köy enstitüleri ile birlikte bir aydınlanma odağı olarak görev yapan halkevleri de DP iktidarınca kapatılmıştır.
1947'de Dil- Tarihe yapılan bir saldırı ile solculukla suçlanan pırıl pırıl beyinler; Pertev Nail Boratav, Niyazi Berkes, Muzaffer Başoğlu, Behice Boran, Azra Erhat darmadağın edildiler; İlk üç bilim insani memleketi terk etmek zorunda kalarak yurt dışında önemli görevlerde bulundular.


Bunun nasıl bir kayıp olduğunu takdir edebilenler daha o gün büyük bir umutsuzluk içine düşmüşlerdir.


Bu olay da Karşı Devrimin önemli kilometre taşlarındandır ve yurdumuza çok pahalıya mal olan bu sol düşmanlığı emperyalizmin desteği ve yeşil kuşak teorisi ile bugüne kadar aralıksız sürdürülmüş ve solsuz bir demokrasi amaçlanmıştır.


1950'de karşı devrimi kararlılıkla sürdürecek Demokrat partinin ilk icraatı Arapça ezan olmuştur.

Bunun ardından Saidi Nursi 'yi ziyaret ederek ona sunulan arzı ubudiyet, inkılapların halk tarafından benimsenen ve benimsenmeyenler olarak ayrılması, başbakanın meclise dönerek ' Siz, isterseniz hilafeti getirebilirsiniz' hitabı, o dehşet verici vatan cephesi aymazlığı ile halkın ikiye bölünmesi izlemiştir.


Türk dış politikasının bağımsızlığının yok edilmesi, 6-7 Eylül faciası, mecliste kurulan yargı gücüne sahip tahkikat komisyonu da bu döneme rastlar.


27 Mayıs cumhuriyet devrimlerine bir destek eylemidir.


Bu devrimin önayak olduğu 1961 Anayasası sosyal devleti ve emekçi haklarını, sendikalaşma haklarını öngörüyordu.


Yazık ki, bu anayasanın yaşatılmasına olanak verilmemiştir.


Ne var ki, 27 Mayıs yönetimi de üniversiteden solcu suçlaması ile tasfiyeler yapmak yanlışlığından geri duramamıştır.


Bu dönemi, uzun süren Demirel yönetimleri izlemiştir.


Bu iktidar, 1961Anayasasindan hiç memnun kalmamış ve onu uygulamayı red etmiştir.


1968'de başlayan ve reform talep eden sol öğrenci hareketlerini ezmek için her türlü çareye başvurulmuş ve devrimci, solcu çocukların karşısına ülkücü gençler çıkarılmıştır.


Büyük yurtsever Uğur Mumcu 'nun ispatladığı gibi Türkiye gençlerinin Bulgaristan yolu ile Türkiye'ye gönderilen aynı kaynaklı silahlarla birbirini öldürdüğü bir sırada, kendisinden her türlü şiddete karşı olduğunu halka açıklaması istenen ve bugünlerde olumlu davranışlar sergileyen Demirel, ' Tespih çeken elle tetik çeken el bir değildir, bana sağcılara suç işliyor dedirtemezsiniz' demiştir.


Demirel 'in Şilili Allende'nin alçakça öldürülmesi için de Abdi İpekçi nin sorusunu' Eyi gitti, eyi gitti' diye cevaplayışı unutulmazlar arasındadır.


Demirel, aydınlanmanın çok gecikerek farkına varabilmiş , ilginç özellikler taşıyan bir politikacımızdır.


1971, 12 Mart askeri darbesi tam bir karşı devrim hareketidir.


Sabahattin Eyüboğlu, Azra Erhat, Vedat Günyol, Yaşar Kemal gibi bu ülkede yetişmiş en büyük hümanist yazar ve düşün insanları, bu güzel insanlar hapse tıkılmış, Türkiye büyük bir kaos ortamına sokulmuştur.


70'li yıllar boyunca Türkiye'nin çok sayıda seçkin aydın, kaynağı ve faili meçhul suikastlarla öldürülmüştür.


Bu büyük kaosu izleyerek, Amerika'nın desteği ile hazırlanan 1980, 12 Eylül darbesi de cumhuriyet devrimlerine ve sola vurulmuş en büyük darbelerden biridir.


Bu darbe YÖK aracılığı ile üniversitedeki öğretim üyesi dayanışmasını, öğretim üyesi öğrenci beraberliğini darmadağın etmiş, gençlerin gelecek umutlarını ve güvenini yok etmiş, 1402 faciasını yaratmış, 12 Eylül yönetimi Türk İslam sentezi yapılanmasına destek vermiştir.


Bu darbe, Türk toplumundaki kirlenme, bozulma ve yozlaşmada öncü rol oynamıştır.


Türkiye'yi kıskıvrak bağlayan Neoliberal politikalar da bu dönemde başlatılmıştır.


12 Eylül faşizmini izleyen ve onun uzantısı olan Özal yönetimi tutucu yapısı ile ekonomimizi tümü ile dışa bağımlı hale getirmiş, yer altı dünyasının, kayıt dışı ekonominin gelişmesine, köşe dönme felsefesinin yerleşmesine hizmet etmiş, Türk toplumunda geleneksel hak edilmiş helal para inanışını yok etmiş, Türkiye'yi kültürel, siyasal, ekonomik alanlarda teslim alan küreselleşmeci liberal politikalara yol açmıştır.


Çiller ve Erbakan yönetimlerini yürekler acısı bir dönem olarak anabiliriz.


Erbakan Versace marka kravatları ve kanlı ya da kansız gerçekleştirmek istediği şeriat düzeni girişimleri ve 28 Şubat müdahalesinin yaratıcısı ve kayıp 1,5 trilyon davası ile anılacaktır.


Onları izleyen Üçlü Koalisyon hiçbir sorunun üstesinden gelememiş ve MHP'nin teşviki ile yapılan erken 2002 seçimleri ile ülke karşı devrimi hedeflemiş dinci bir toplum yaratma misyonunu üstlenmiş, emperyalizmin desteğine sahip takiyyeci bir siyasal partinin eline geçmiştir.


Onlar, adım adım cumhuriyet devrimi kazanımlarını yok etmektedirler.


Hedeflerine büyük bir kararlılık ve tutarlılıkla yürüyorlar.


Son girişimleri türbanı üniversiteye sokmak tüm ülkeyi türbanlamak oldu; başaramadılar ve ülkede halk arasında talihsiz bir çatışmanın oluşumunda bas rolü oynadılar.


Şu gerçeğe çok az değiniliyor.


AKP'nin başarılarında en büyük etkenlerden biri hiç kuşkusuz 60 yıllık ihanetin onde gelen hedefi olmus ve ortalama 4 yıl eğitim düzeyinde bırakılmış, kendi aleyhindeki politikaları değerlendirme olanağından yoksun bırakılmış halkımızdır.


Bu gerçeği yadsımak ve görmezden gelmenin halk sevgisi, halk saygısı ile ilgisi yoktur.


Burada celladına aşık insan deyimini hatırlamadan duramıyorum.


Yine Nazım Hikmet'in 'akrep gibisin' diye başlayıp,' koyun gibisin kardeşim' diye devam eden' açsak, yorgunsak senin sayende' diye süregelen şiirini anmamak mümkün mü?


Köy enstitülerinin ve, halkevlerinin yıkılması başarılamasaydı çok açık bir gerçektir ki, AKP asla iktidar olamayacaktı.


* Aylardır süregelen utanç verici türban tartışmasına da tanık olmayacaktık.


* AKP'nin öncüleri olan iktidarlar halktan, aydınlanmacı, akla, bilime dayanan bir eğitimi kasıtlı olarak esirgemeseydiler, uygarlıktan, laiklikten böylesine uzaklaşmayacaktık.


* Eğitimde, bilimde bu kadar geride kalmayacaktık.


* Trafik kazaları asla böyle yoğun olmayacak,


* Töre cinayetlerinin utancını yaşamayacaktık.


* Gelir dağılımı böylesine haksız ve adaletsiz olmayacaktı.


* Kadın böylesine ezilip baskı altında kalmayacak, ikinci sınıf insan muamelesi görmeyecekti.


* Genç kızlarımız saçlarının teli görününce günahkar olacaklarını düşünmeyecekler, güzelim saçlarını gizlemeyecek,onu rüzgarda savuracaklar, gerçek özgürlüğün ne olduğunu algılayacaklardı.


* Ülke ikinci cumhuriyetçi bir takımın gelişip büyümesi ve ülkenin kaderinde önemli roller oynaması gibi bir talihsizliğe uğramayacaktı. Onlar yetenekleri ve birikimleri ile sosyalist geleneğin ilkelerini göz ardı edip gerici bir iktidarın destekçisi değil, halkçı eylem ve atılımların öncüleri olacaklardı.


* Türkiye yarı feodal bir toplum olmaktan çıkacak, güzel yurdumda özgürlükler yeşerecekti.
Evet, tüm bu güzellikleri bu olasılıkları engelleyen 60 yıldır ülkeyi yöneten, askeri darbelere yol acan politikacılar ve çıkarcı bir oligarşi grubu ve elbette onlara güç veren emperyalizmdir.



Bu güzelim ülkeyi geriliğe, gerici düşüncelere, muhafazakarlığa, dogmalara mahkum edenler halkı yoksulluk ve yoksunluklar içinde bırakarak sadaka kültürü yaratıp oylara talip olan demokrasiye de, eşitliği de, halka da, çağdaşlığı da, bilime de inanmayan, çıkarcı politikacılardır.


Onlara karşı durmak yurtseverliğin kaçınılmaz bir gereğidir. 50'lerde Demokrat Parti zorbalığına karşı duran üniversiteler olmuştur.


Bugün de üniversiteler rektör ve öğretim üyeleri direnişleri ile umut veriyorlar.


Gençlerimizin 12 Eylül uyuşukluğundan ve depresyonundan kurtularak ve Atatürk'ün sesine kulak vererek cumhuriyet devrimlerini ve uzun yıllardır aldatılan halkımızı savunacağını kuvvetle umuyor ve tüm olumsuz koşullara karşın kuşatmayı yaracağımıza inanıyorum.


-alıntıdır-